- “..İnne aleyna lelhuda” yol göstermek bize düşer…” diyen Allah, rehberliği, hidayeti, kendi üzerine borç saymaktadır ama istifade edebilmek için de ısrarla talep etmek gerekir değil mi?… Bundan olsa gerek günde beş vakit Fatiha okuyarak doğru istikamet talebimizi dile getiriyoruz: İhdina-ssırata-lmustakim…
“Onlar arasında ilahi kelamın gerçek bilgisine sahip olmayan, kitap ile ilgisiz insanlar var; (ki bunlar) sadece bir takım kuruntular(a tabi olurlar) ve zanna dayanırlar.” [Kur’an 2/78]
- Profesör düzeyinde eğitimli insanlar dâhil her seviyeden insanın basit yöntemlerle aldatılarak büyük paralar kaybetmesi ve bunun tekrar tekrar gerçekleşmesi; yine çeşitli cemaatler üzerinden çok geniş yığınların uyutulması, bu insanlara akla hayale gelmeyecek işlerin yaptırılması neyle açıklanabilir? Niçin insanlar “kerameti kendinden menkul” bir kısım insanları “bilinçsizce” rehber edinir ve kendi akıllarını devre dışı yapmış gibi onlara tabi olurlar… Belki de bu yığınlar sanıldığının aksine belli bir “bilinç” durumunda oldukları için böyledirler ve kolay kolay tabi oldukları yoldan geri döndürülemezler…
- Risalet tarihi, insanlığın algısını düzeltme tarihidir diyebiliriz. İnsan niçin yaratılmıştır? Yaratıcısı ondan ne istemektedir. Bu yaratıcının zatına ve eylemlerine dair vasıfları nelerdir? Cennet, cehennem, melek, cin gibi mekân ve varlık kategorilerinin mahiyetine dair sahih bir tasavvurun imkânı nedir? Dahası bu alanda algının ve dolayısıyla tasavvurun düzeltilmesi ihtiyacı niçin sık-sık ortaya çıkar? Bu ihtiyaç, dünya hayatının imtihan olması gerçeği ile mi ilgilidir? Bu alanın gayb (bilinmeyen) alanı olmasının payı nedir?
- İnsanın imtihanı, elbette ayartıcıların da serbest olduğu bir özgürlük ortamında gerçekleşir. Ancak bu ayartıcılara karşın yol göstermenin (ilahi rehberliğin) de sürdürülmesi gerekir. İlahi rehberliğin kesintiye uğraması, insan bilincinin şeytani rehberliğe terk edilmesi manasına gelir. İlahi rehberlik yani hidayet,[1] topluma yönelik Nübüvvet yoluyla gerçekleştiği gibi, her insan tekine yönelik olarak; gerek ilham yoluyla ve gerekse hayat senaryosuna göre etkileşim halinde olduğu başka insan ve diğer unsurlar (kevni ayetler) yoluyla gerçekleşir.* Ki bu ikincisi insanın kendi çabasına ve talebine bağlı olarak kesintisiz sürebilir. Nübüvvet ise insanlığın ortak tecrübesinin, bilgi birikiminin ve akli olgunluğunun kâfi dereceye gelmesiyle nihayete erdirilmiştir Kur’an’a göre Allah hidayeti kendi üzerine borç saymaktadır. “İnne aleyna lelhuda” yol göstermek bize düşer.[2]
- Bu noktada Nübüvvet ile Risalet ayrımına dikkat çekmek isterim. Yani Nebi ile Resul ayrımına… Son Nebi Muhammed (as) den sonra Allah toplumlara resmi (kitaplı) bir elçi göndermeyecektir ancak hakikati dile getiren her insan, olgu veya olay bir anlamda bizim için elçidir. Keza kevni kanunlar ve olaylar da bir ayet olma yönüyle bizim için elçi hükmündedir. Böyle düşündüğümüzde kurumsal Risaletin yani Nübüvvetin sonlandığını ancak tabii Risaletin bitmediğini söylememiz mümkündür.
***
7/14-15.Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver.” Allah da, “Sen süre verilenlerdensin” dedi.
Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.”
“Ve hem açıktan açığa, hem de akılların ermediği yol ve yöntemlerle, sağlarından sollarından sokulacağım onlara: Ve sen onlardan çoğunu nankör kimseler olarak bulacaksın.
- Şeytan, insanı gelecek algısıyla (önünden), geçmiş algısıyla (arkasından), iyilik algısıyla (sağından), kötülük algısıyla (solundan) yanıltacaktır. Ancak insan, toprakla, ölümle (yani altından) aldatılmaz. Gök ise sadece Allah’a açık olan yöndür. Sağduyuyu temsil eder. İnsanın yapması gereken bu kapıyı kapatmamasıdır. Bu kapıdan alacaklarıyla diğer algılarını düzeltebilecektir. Ayrıca şeytan bunu yaparken duruma göre açıktan, duruma göre sinsice yöntemler kullanacaktır. Günümüzde bu aldatma, manipülasyon yöntemleri “Algı Yönetimi” adıyla bilimsel bir yapıya büründürülmüştür.[3]
- Algı mekanizması bozulan insanın zamanla bilinçaltı da bozulur. Bilinçaltı, yani “algı kalıpları kütüphanesi…” Bozuk bir bilinçaltı iyi bir eğitimle bile kolayca düzeltilemez. Bilinçaltı bozuk olan insanın Allah tasavvuru (kurgusu), şeytan tasavvuru, peygamber tasavvuru, melek tasavvuru, ahiret tasavvuru; keza iyilik tasavvuru, kötülük tasavvuru, korku tasavvuru, sevgi tasavvuru, vb. düzgün olamaz. Ve böyle bir insan şükreden bir kul olamaz. (Bu noktada şükür, imanın ta kendisi olarak anlaşılmalıdır.)
***
7 / A’râf Sûresi 166 …şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.”
“Şüphesiz ahirete iman etmeyenler, meleklere dişi isimleri veriyorlar. 28. Hâlbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zanna uyuyorlar. Şüphesiz zan, hakikat namına hiçbir şey ifade etmez.”53/28
“Dediler ki: “Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder.” Bu hususta onların bir bilgisi yoktur. Onlar sadece zanda bulunuyorlar.” 45/24
- İnsanlığın en kadim sorunu hakikate tekabül etmeyen eksik, fazla veya büsbütün yanlış algı üretmesidir. Bir konuyu enine boyuna, eskilerin deyişiyle, “etrafını cami ağyarını mani” bir şekilde ortaya koymak her durumda ciddi bir iştir. Bu iş için en temel sorun doğru bilgiye ulaşmaktır. Doğru bilgi ise doğru bir algı süreci ile sağlanabilir.
- Hakikatin algılanması, tamamen nesnel işleyen, mekanik bir süreç değildir. Ya da şöyle diyelim: Algı, dış tesirlerin insan zihnindeki, insan şahsiyetinden bağımsız tezahürü değildir. Bu tezahürde insan şahsiyetinin, bilinçaltının ve bilinçli tercihlerinin katkısı vardır. Bu sebeple bozuk algıdan dolayı insanın kendisi hesaba çekilebilir. Zira insan, basitçe ve sadece bir çanak anten değildir ki ortamdaki yayınları almaktan dolayı masum sayılsın. Ya da evet, insanda da bir çanak anten gibi algılama ünitesi vardır fakat buna ilave olarak neyi nasıl algılayacağına dair bazı kumandaları kendi elindedir. Doğru kanala, doğru frekansa kendini ayarlayarak hakikati aslına uygun olarak algılama imkânına büyük ölçüde sahiptir. Ve bu noktada bilinçli bir tercih ortaya koyabilir. Kendini geliştirerek hakikat sinyaline ilişmiş olan gürültüleri filtre edebilecek bir seviyeye gelirse hakikati, aslına mümkün olan en yakın şekilde algılayacaktır. İşte bu noktada ilahi rehberliğin önemi ortaya çıkar. Zira her bozuk tasavvur, hakikate ilişmiş, onun üzerine bindirilmiş gürültü sinyalleriyle birlikte sunulur. Hakikati bu gürültülerden arındıracak üstün bir filtre sistemine (mümeyyiz bir akla) sahip olabilmek için ilahi rehberlik zorunludur.
***
- Bir çocuğun algısı nasıldır? Hangi yaştan itibaren insanın algısı gerçekliğe daha uygun hale gelir?
Not: Bu kısım daha sonra tamamlanacak…
***
Algı (idrak) Süreci
- Algı, Türkçe’ de idrak karşılığı kullanıma girmiş bir kelimedir. İdrak: 1.Akıl erdirme, anlama yeteneği; 2.Ulaşma, erişme; 3.(eski) Olgunlaşma, kemalini bulma; 4.(felsefede) Obje hakkında ilk ve düzensiz veriler olan duyumlardan farklı, fakat onlara bağlı olarak o objeyi bize, mana kazanmış bir bütün şeklinde bildiren, onun farkına vardıran zihin işlemi. ‘ben’in kendi iç dünyasında cereyan eden hallerin şuuruna varması.[4]
- Algı, uyarıcıların, duyulara (alıcılara) ulaşmasıyla başlayan ve duyunun tanımlanmasına, farkına varılmasına kadar geçen fiziksel, nörolojik ve bilişsel süreçlerin tamamıdır. Algı kişinin olup bitenlere tanıklığıdır… Algı duyudan farklıdır. Algılama anında beyin (zihin olmalıydı, O.C) içinde olduğu durumdan beklentilerini, geçmiş yaşantılarını, diğer duyu organlarından gelen başka duyuları, toplumsal ve kültürel etkenleri hesaba katar: Gelen duyuları seçme, bazılarını ihmal etme, bazılarını kuvvetlendirme, arada olan boşlukları doldurma ve beklentilere göre anlama bu aşamada yapılır.[5]
- Duyusal algılama sürecinde, gerçekliğe dair işaretleri algılayan duyularda olabilecek zafiyetler sebebiyle oluşan eksik algılar, öznel algılama sürecinde tamamlanmaya çalışılacak, bu da yol kazaları riskini artıracaktır. Ayrıca öznel algılama sürecinde kişinin tecrübeleri, bilgi birikimi, beklentileri, bilinçaltı, vb. faktörler devreye girer ve gerçekliğin algılanması bundan etkilenir. Ayrıca algıya konu olan fenomenin karmaşıklığı, önbilgi gerektirip gerektirmediği de algı sürecinin işlerliğini etkileyecektir. Eğer algılanan şey gerçekliğe uyarsa bu sahih bir bilgidir ve sahih bir bilince dönüşebilir. Dönüşebilir diyoruz çünkü doğru bir algılamaya rağmen, kişinin yanlış bir yargı üretmesi mümkündür.[6] Çünkü bu noktada kişinin kendi özgür iradesi devreye girecek ve o da tercihte bulunacaktır. Bilinçaltı, vicdan ve diğer iç ve dış telkinler bu aşamada da devrede olacak ve kişi iradesini etkileyecektir. Ama eğer algı gerçekliğe uymazsa, ortaya çıkan batıl veya zanni bilgi yargı sürecini de olumsuz etkileyecektir. Yanlış bilgiden doğru sonuç çıkmayacaktır. Salim akıl sahibi insanın, böyle bir durumda, eldeki bilginin zanna dayalı veya batıl olduğunu görerek doğru karar üretmek için ilave algılara ve delillere ihtiyaç olduğunu değerlendirmesi beklenir.
- Estetik öznenin dışındaki nesnelere dair, duyusal algılama olmadan bir dâhili algılamadan söz edebilir miyiz? Kuşkusuz gerçekliğe dair algılarımızın tek kaynağının duyulur âlemdeki nesne ve olayların olduğunu söyleyemeyiz. Kişinin kendi iç dünyasında, düşünme, sezme, hayal kurma gibi vasıtalarla da algı üretebildiği açıktır. Hatta akıl ve düşünme yoluyla varılan gerçeklik algısı çoğu kez daha isabetlidir. Mesela matematiğin aksiyomlarına bu yolla ulaşılabilir. Ancak insan zihninin nörolojik süreçlerini etkileyen bazı hastalıkların ve ilaçların sebep olduğu gerçek dışı hayal görmeler, iç algıya bir örnek olmakla beraber, insan zihninde olması muhtemel yol kazalarına da örnek teşkil etmektedir.
- “Beyin, sinir sistemi ve duyu organlarının işlevi aslında eleyicidir, üretici değil. Her insan her an kendi başına gelenleri algılama yeteneğine sahiptir. Beyin ve sinir sisteminin işlevi, büyük oranda yararsız ve ilgisiz bu bilgi kütlesinin her yeri kaplamasından ve kafamızı karıştırmasından bizi korumaktır. Bunu da doğal olarak her an anımsayacağımız veya algılayacağımız şeylerin çoğunu dışarıda bırakarak ve uygulamada yararlı olabilecek gibi görünenlere özel bir seçimden sonra çok az da olsa bir yer açarak yapar.[7]” Huxley, bilinçli olarak aldığı uyuşturucu (meskalin) deneyimini aktardığı Algı kapıları adlı kitabında, algılamaya dair kuramları aktarırken insan beynini indirgeme filtresine sahip bir huniye benzetir. Bu huninin geniş ağzı, yararlı yararsız, iyi veya kötü her tür bilgiye açıkken diğer ağzından beyin ve sinir sisteminin indirgeme filtresine (paradigmasına) göre filtreden geçirilmiş bilgiler insan idrakine akar.
- Açıktır ki algı sürecinin karmaşıklığı, pek çok faktörden etkileniyor olması, çoğu zaman sağlıklı işlemesinin önünde pek çok engelin bulunduğunun da göstergesidir. Burada en önemli faktör, insanın içine doğduğu dil ve düşünce ortamıyla belirlenen indirgeme filtresinin (paradigmanın) bizzat kendisidir. Huxley[8], “Her birey doğar doğmaz, kendini içinde bulduğu dil geleneğinin hem yararlanıcısı hem de kurbanıdır. Dil, onun diğer insan deneyimlerinin biriktirilmiş kayıtlarına girebilmesini sağladığı ölçüde yararlanıcı; dil onu indirgenmiş bilincin mümkün olan tek bilinç olduğuna ikna ettiği ve onun gerçeklik duygusunu (tasarımını) bozduğu ölçüde kurbandır. Böylece kendi kavramlarını veri, kendi sözcüklerini de gerçek şeyler yerine koymaya eğilimli hale gelir”derken bizim burada anlatmaya çalıştığımız algı sürecinde yaşanan sorunlara dikkat çeker.
- Bu süreçte kişilerin kendi özgür iradelerinin ve sorumluluklarının seviyesi duruma göre değişiklik arz eder. Özellikle bilinçaltıyla kişi ve toplulukların nasıl kontrol edildiğinin üzerinde özenle durmak lazımdır. Zira günümüzde “algı yönetimi” olarak ifade edilen zihin kontrol projelerinin sosyal, kültürel, iktisadi ve siyasi süreçleri etkilemeyi amaçladığı açıktır. Bu durumda algı yönetimi için araçsallaştırılan medya unsurlarının kimlerin elinde olduğu son derece önemlidir. Bazıları medyada üretilen filmlerin içine özenle yerleştirilmiş gizli kareden, (25. kareden) şikâyet eder. Bunda haklı olmakla beraber şu gerçeği gözden kaçırırlar: Sanki 24 karede doğru şeyler vardır da bütün sorun gizli olan ve insanların bilinçaltını hedef alan 25. karededir(?) Oysa algı yönetimi büyük çoğunlukla göstere-göstere yapılmaktadır… Çünkü insanımız olup biten sürecin hem farkında değildir hem de gönüllü katılımcısıdır.
- Estetik algı sürecinde kişiye yardımcı olacak iki yetenekten (bilinçten) söz etmek mümkündür. 1.korunmuş fıtrat diyebileceğimiz fıtri (veya tabii) estetik bilinç, 2.kazanılmış estetik bilinç. Ancak bu ikincisi her zaman olumlu bir şekilde tezahür etmeyebilir. Yani kazanılmış estetik bilinç, her zaman fıtri estetiğin geliştirilmesi şeklinde ortaya çıkmayabilir. Aksine çoğu zaman fıtri estetiğin saptırılması temelinde bina edilmektedir.
7/173. Hani Rabbin, Âdemoğulla-rı’nın sırtlarından nesillerinin (yara-tılış maddesini) alıp, onları kendile-ri üzerinde şahit tuttuydu. “Ben Rabbiniz değil miyim?” (diye sor-du.) Onlar da, “Evet, (Rabbimiz-sin!) Biz buna şahadet ederiz,” dediler.* (Biz bunu) Kıyamet günü, “Bizim bundan hiç haberimiz yok-tu,” demeyesiniz, (diye yaptık).
- Bazılarına göre gerçekten Allah Adem oğullarını (ruhlarını) bir mekanda toplamış ve söz almıştır. Ancak daha doğru olan şudur. Bir mekânda ruhların veya bedenlerin toplanması söz konusu değildir. Buradaki ifadeler Kur’an’ın birçok defa başvurduğu gibi mecazi bir anlatımdır. Adem oğlunun belinden (zahr), sulbünü neslini almış ve ona rablığını onaylatmıştır. Bu, insanın beden unsurlarının Allah’a itaat etmesi, onu tanıması, onun yasalarına uygun çalışması manasına gelir. Yani insanın bedeni (cismi) hakikate şehittir. Ve mahşerde de tekrar şahitlik yapacaktır.[9]
- Ayrıca bu ayetleri, insanın Rabbini tanımaya yatkın temiz bir fıtrat üzerine yaratılmışlığının göstergesi olarak değerlendirmek mümkündür. Bu yorum, hatırlamadığımız bir “toplanma ve söz alma“ tarzındaki mücessem (cisimleştirici) okumadan daha anlamlı ve öğreticidir.
***
Sapmanın Mazereti İstismar
- Ey muhatap! Şunu bil ki, insanların çoğu yanılgı içindedir, hüsrandadır. İnsanların çoğunluğu batılı hakka tercih ederler. İnsanların çoğunluğu hakikatin bilgisinden kaçarlar. Zira bilgilenmek sorumluluk yükler. İnsanlar sanırlar ki bilgilenmezlerse sorumlu tutulmayacaklar. Sapanlar kendilerine bir veya daha çok mazeret bulurlar. Kimisi mal çokluğundan, kimisi yokluğundan… Kimisi dinden sapar kimisi din ile sapar. Ve bil ki sapmaların en çoğu din üzerinden, dini kullanarak olanıdır. Allah’ın dinini Allah’a karşı kullanırlar. İnsanları Allah’la aldatırlar. Allah’la aldatma en tesirli aldatma şeklidir. Bu sebeple mala düşkün, insanların sırtından geçinmeyi seven dindarlara bakıp da dinden (İslam’dan) soğuma. İnsanları Allah’la aldatan, duygu ve dindarlık sömürüsü yapan şarlatan ilahiyatçılara bakıp ta dinden soğuma. İstismarcıları istismar edip te dinle arana mesafe koyma.
- Bil ki, yeryüzü imtihanı çetindir. İnsanoğlu sapmaya müsaittir. Bir şekilde sapar. Dindarlık gösterisi yaparak sapma da en çok görülen bir sapma türüdür. Hepsi bu kadar basit… Bu noktada “Din” ile kastım, Hak olan, hakikate tekabül eden bilgi üzerine kurulu düzen, insanlar için hayat yolu yani İslam’dır. Ama bu “İslam” tabirini tarihsel isim anlamında değil sadece, ondan daha çok, hangi koşullarda ve hangi tarihsel isimlerde yaşarlarsa yaşasınlar bir şekilde insanlara ulaşan doğru yaşam bilgilerini, hayat düsturlarını içeren muhtevayı kastetmek istiyorum.
Ben atalarımın dinine uymuş bulunuyorum; İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un dinine… Bizim herhangi bir şeyi Allah’a ortak saymaya hakkımız olamaz. İşte bu (Allah’ın ortağının olmaması), O’nun bize ve bütün insanlara olan büyük lütfudur. Ama insanların çoğu bunun kıymetini bilmez.
“Eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Çünkü onlar sadece zanna uyarlar ve saçmalarlar.”
***
Çoğunluk Hakikatin Ölçüsü Olamaz
Çokluk kuruntusu sizi o derece oyaladı ki, nihayet kabirleri ziyaret ettiniz. Hayır! Yakında bileceksiniz! Elbette yakında bileceksiniz! Gerçek öyle değil! Kesin bilgi ile bilmiş olsaydınız, (orada) mutlaka cehennem ateşini görürdünüz. Sonra ahirette onu çıplak gözle göreceksiniz. Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.
- İnsanların çoğunluğu sürü psikolojisiyle hareket eder. Çoğunluğa uymak, sürüye katılmak daha güvenli gelir. Çoğunluk söylemi pek doğruymuş gibi akılları esir alır. Bir Müslüman çoğunlukçu söylem karşısında ne yapmalı, ne söylemeli? Çoğunluk ne zaman, hangi durumda itibar edilir bir şeydir? Ey muhatap şunu bil ki, hakikate karşın çoğunluğa itibar etmek güce tapmaktır. Hiç değilse güce teslim olmaktır. Güce itibar ve gücün yanında yer alma yeryüzündeki şiddetin en temel unsurlarındandır. Hakikat yerine gücün yanında yer almayı seçen her insan, gücün sözüne ve eylemine güç katmış olur. Bu da zulme yol açar, adaleti incitir.
- Hakikatin tespitinde çoğunluk esas ölçü değildir, bunda şüphe yok. Belki bir nebze dikkate alınır… Nassın, aklın, muhkem delilin hükmü ise asıldır. Ancak insanların idaresinde çoğunluğa başvurulur ki mutabakat olsun, sulh olsun diye. Ne yazık ki fıkıhta “Edille-i Şer’iyye” olarak bilinen dini hükümlerin dört kaynağından biri İcma-i Ümmettir. Yani ‘Müctehid’lerin, herhangi bir şer’î hüküm üzerinde görüş birliği etmelerini ifade eder. Bir konuda icma varsa ona aykırı görüşlere itibar edilmez olur. Ya icma yanlış bir hükümde gerçekleşmişse?.. Nitekim bunun örnekleri de vardır.
Orhan Cesur
———————————–
[1] Hidayet sözlükte önde olmak, yol göstermek manasına gelir. Dilimizdeki “hediye” kelimesi de diğer bir versiyonudur. “Hedeytu ilel beyt” Evin yolunu gösterdim. “Ehdeytu-l hediyye” hediye verdim. Müfredât, Ragıb El İsfahani.
[2] Kur’an 92/12
[3] “Şeytan” deyince sadece İblis adlı cin tayfasından bir varlığı kastetmediğimiz iyi bilinmelidir. Şeytan bir varlık kategorisi değil, ayartma ilahi rehberliğin zıddına bir yol göstermeyi üstlenen bir tutumu, kişiyi, zümreyi imler. Allah şeytan diye bir varlık yaratmamıştır…
[4] AYVERDİ, İlhan, “Misalli Büyük Türkçe Sözlük”, İstanbul 2008.
[5] Tutar H. “Davranış Bilimleri”, Seçkin Yayınları, s.186
[6] 74/18-26 Kur’anı dinleyen, aklına yattığı ve ikna olduğu halde yüz çeviren kimsenin durumundan bahseder.
[7] Aldous Huxley, “Algı Kapıları”, İmge Kitapevi, 8.baskı, s.18
[8] Aynı eser, s.19
[9] Kıyâmet 75/14-15.