- Gerek İslam dünyasındaki sosyal ve iktisadi perişanlık gerekse entelektüel alanda yaşanan kafa karışıklığı, karşıt camiada yer yer açıktan, yer yer içten içe yaşanan sevince neden olmakta; bu vesileyle Kur’an’a karşı daha cüretkâr sözler sarf etmektedirler. Bütün bunların üstüne Kur’an’ın mahiyeti etrafında yapılan tartışmalar; kafası karışık akademisyenlerin, adeta tekâmülünü tamamlamamış genç insanlar gibi yaptıkları çıkışlar ve onların çıkışlarına karşılık, sığ ve katı tutumlarıyla geleneksel çevrelerin afarozcu tutumları gelişmelerin üzerine tüy dikmektedir.
- Evet, Kur’an mushafı[1] tarihsel bir metindir. Onun taşıyıcısı Allah elçisi Muhammed, tarihi bir kişiliktir. Allah elçisinin hadislerine büsbütün sırt dönmek en çok da bu sebeple yanlıştır zaten. Hadisler, siyer çalışmaları, sahabe hayatına dair anlatılar; tüm bunlar Allah elçisinin kanlı canlı bir insan olduğunun delilleridir. Ancak tüm bu çalışmaların, ekseriyetle övgülere boğulmuş anlatılar olarak kalması kaçınılması gereken bir husustur. Bu bakımdan, Allah Resulü ve Allah’ın vahyi hususunda müsteşriklere ait çalışmalar da ayrıca değerlidir. Bütün bu çalışmalar tarihi tanıklık anlamında değerlidir. Sanıldığının aksine peygamber ve sahabe hatıratının, kutsanmış menkıbeler olarak görülmek ve ele alınmak yerine hakkı verilerek çalışılmış tarihi belge halinde muhafazası her durumda daha değerlidir.
- Allah Kur’an üzerinden konuşurken tüm insanlığa uzaydan hitap etmediği gibi gökten yazılı olarak inen bir kitap ile de konuşmadı. Allah insanlığa Arap çölünden, Arap sokağından, Arap yaşantısı üzerinden hitap etti. Dolayısıyla da Kur’an tarihsel bir çerçeveden insanlığa evrensel bir mesajdır. Peki, bu tarihsel çerçeve evrensel olmaya engel değil midir? Allah’ın vahyi dar bir kadrajdan mı seslenmiştir insanlığa?..
Tarihsellik ve Tarihselcilik
- Bir şeye “tarihi” veya “tarihsel” dediğimizde onun tarihin konusu olduğunu, geçmişte var olduğunu yaşandığını ifade ettiğimiz gibi aynı zamanda o şeyin tarihe mal olduğunu da ifade etmiş olabiliriz. Bazen de o şeyin gündem dışı kaldığını, güncelliğini yitirdiğini ifade ederiz.
- Tarihselcilik, tüm tarihi olguların tekrar edilemezliğini, her anın o döneme ait fikirlerle yorumlanması gerektiğini, yani geçmişin bugünkü prensiplerle açıklanamayacağı tezini temel alır. Veya o döneme ait çözümlerin bugüne uyarlanamayacağını iddia eder. Diğer bir ifade ile tarihselcilik, olguların her zaman tarihin seyri içinde görülmeleri gerektiğini savunan görüşlerin ortak adıdır.
- Tarihselcilik[2], olay ve olguların kendi kültürel, tarihsel bağlamından dolayı her ne ise o olduğunu; bir şeyin tarihine ilişkin tasvirlerin o şeye ilişkin yeterli bir açıklama sağladığını iddia eder. Böylece tarihsel demek aynı zamanda yerel olmak, zaman ve mekânla sınırlı olmak ve nihayet evrenselin zıttı anlamına da gelir. Bu fikir aynı zamanda ilerlemeci tarih anlayışını da içinde barındırır. Kısaca tarihsellik, tarihin belirli bir döneminde ortaya çıkan bir obje, olay ve fikrin olgusallığı ile oluşumundaki nasıllığı ortaya koyma; bu obje, olay ve fikrin var oldukları zaman ve mekân ile olan ilişkisini dikkate alarak daha sonraki dönemlerde etkinliğinin olup olmadığının tespiti işlemidir denilebilir.
- Bütün bu tanımlamalar bana “körün fili tarif etmesi” temsilini çağrıştırmaktadır. Zira hakikatin parçalarını ihtiva ederken hakikatin bütününü ifade etmek şöyle dursun bilakis hakikati parçalamayı amaçlayan bir fikir gibidir. Tarihsellik olumlu veya olumsuz kullanıma açık bir olgu olarak karşımızda dururken ‘tarihselcilik’, tarihsellik olgusunun kötüye kullanımını temsil etmektedir. Zira tarihsellik kavramı, olay ve olguların tarihin bir kesitinden, belli bir zaman ve mekânda vuku bulmasına bağlı olarak bir yansımadır. Bu durum olay ve olgulara yerellik özellikleri katmakla beraber evrenselliğe her durumda aykırılığı ifade etmez. Bilakis olguların, tarihsel bir olay üzerinden sunumu, çoğu zaman tekrarı mümkün örnekliği ile daha iyi anlaşılır hale gelmektedir. Bana göre tarihsellik, olay ve olguların anlaşılmasında kendi kültürel, tarihsel bağlamından yardım almayı ifade eder. Bunun aksine olarak, olay ve olguların tarihine ilişkin tasvirlerin o şeye ilişkin yeterli açıklama sağladığını ifade etmek, olguyu kültürel, tarihsel bağlamına hapsetmek; olguların evrenselliğini ve tekrarlanabilir olması özelliğini dışlamak manasına gelir. İşte tarihselcilik tam da bunu yapmaktadır.
Kur’an Kadim midir, Mahluk mudur?..
- Kur’an nasıl bir bütündür? Ondan bir harfin eksilmesi veya ona bir harfin eklenmesi bütünlüğüne zarar verir mi? Eğer Kur’an’ı gökten inmiş yazılı metin, dolayısıyla nesnel varlık, ‘mushaf’ olarak düşünürsek bu durumda ona zarar vermenin en kestirme yolu da bu nesnel bütünlüğü bozmak olacaktır. Böylece Kur’an’ın korunmasından öncelikli olarak anlayacağımız şey de bu nesnel bütünlüğe ilişilmesinin önlenmesi şeklinde olması gerekirdi. Ancak bu durumda Allah’ın Kur’an’ı koruyacağına dair vaadi de boşa çıkmış demek olur. Zira şu ya da bu şekilde eksik, fazla veya yanlış yazılmış harfler/kelimeler içeren Kur’an metinleri bulmak zor değildir.
- Dahası, Kur’an’da defalarca atıf yapılan ‘İncil’, İsa’nın(as) ağzından çıktığı gibi, lafız ve mana bütünü bir kitap olarak neredeyse hiç elimizde bulunmadı. Bizim değil sadece, belki de tarihin hiçbir döneminde bulunmadı… Muhtemelen İsa’ya gelen vahyin bir kısmını veya büyük bir kısmını içeren metinler olarak dillerde dolaştığı, sahifelerde yazıldığı oldu ama tam bir kitap olarak hiç var olmadı… Bu durumda Kur’an’ın sık sık atıf yaptığı bu kitap neyin nesidir? Yani onun bütünlüğü söz konusu olduğunda da gene Kur’an bağlamında tartıştıklarımız söz konusu olacaktır.
- Şu halde Kur’an açısından kitap nedir, Kur’an nedir sorusu oldum olası önemli bir sorudur. Bu soruyu doğru cevaplamadığımız sürece de pek çok müşkülümüze çözüm üretecek değilizdir. Kur’an’ın kendini tanımladığı ayetlere bakacak olursak gayet net, açık, şüpheye yer bırakmayan ve oldukça iddialı ifadeler içerdiğini görürüz.
ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ (2-Bakara/2)
Kendisinde hiçbir şüpheye, çelişkiye yer olmayan o kitap işte budur ki Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlara rehberdir.
Yani, aslında yabancısı olmadığınız; faklı sürümlerle daha önceki elçilere de gelmiş olan o kitap budur. Yani bir zamanlar Tevrat, İncil olarak insanlığın önüne çıkan o kitap…
كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ إِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِّيَدَّبَّرُوا آيَاتِهِ وَلِيَتَذَكَّرَ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ (Sad 29)
Sana bu mübarek kitabı, ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.
الٓرٰ۠ كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِ رَبِّهِمْ اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِۙ (İbrahim-1)
Elif, lam, ra. Bu, Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip ve övgüye layık olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.
Kitap gökten inen bir şeydir. Tasavvurumuz hep böyle işlemiş ve kitabı nesnel bir bütün olarak, yazılmış olarak, metin olarak algılamışızdır.[3] Acaba durum böyle midir?..
وَاَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِنًا عَلَيْهِ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ عَمَّا جَٓاءَكَ مِنَ الْحَقِّۜ لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًاۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْ فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعًا فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَۙ
Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) gönderdik. Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma. (Ey ümmetler!) Her birinize bir şerîat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şerîatlerde) sizi denemek için (böyle yaptı). Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık size, üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri(n gerçek tarafını) O haber verecektir. (5-Maide48)
Gerçekleri içeren bu Kitabı sana, önceki Kitapları onaylayıcı ve koruyucu özellikte indirdik. O halde aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen doğruları bırakıp onların arzularına uyma. Her birinize bir şeriat (kitap) ve bir yöntem (hikmet) verdik. Allah sizi tek bir toplum (tek bir nebînin ümmeti) yapmayı tercih etseydi yapardı. Oysa verdiği şeylerle sizi yıpratıcı bir imtihandan geçirmek için (böyle yaptı). Öyleyse (tartışma yerine) iyi işlerde yarışın. Tekrar hayata dönünce hep birlikte Allah’ın huzurunda toplanacaksınız. O, anlaşmazlığa düştüğünüz konuları size bildirecektir.
Her inen kitap kendinden öncekilerin doğrularını tasdik eder ve korur…
Kur’an’ın Kelamullah olması
- Kur’an’da Allah’ın melekler, İblîs ve peygamberlerle konuştuğu ve tükenmeyen kelimelerinin bulunduğu belirtilerek konuşmanın ulûhiyete ait bir yetkinlik olduğuna dikkat çekilir. Âyetlerde “söyledi, konuştu, nidâ etti” gibi anlamlara gelen fiiller zikredilip Allah’ın yaratıklarıyla konuştuğu açıkça ifade edilir (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḳvl”, “klm”, “ndy” md.leri). Hz. Mûsâ örneğinde olduğu üzere Allah insanlarla perde arkasından doğrudan doğruya konuştuğu gibi vahiy yoluyla veya elçi göndermek suretiyle de konuşmuştur (el-A‘râf 7/143; eş-Şûrâ 42/51). Bu sebeple vahiylere “kelâmullah” denilmiştir. Allah’ın kelâmına vasıtasız olarak muhatap kılınan Hz. Mûsâ diğer insanlar arasından seçilmiş, ona Tûr dağının sağ yanından “ey Mûsâ” diye seslenilmiştir (el-A‘râf 7/144; Meryem 19/52). “Ol” sözüyle yaratılan Îsâ peygambere “kelimetullah” unvanı verilmiştir (Âl-i İmrân 3/45; en-Nisâ 4/171). (https://islamansiklopedisi.org.tr/kelam–sifat)
- Kur’an tarihsel midir?. Kur’an yaratılmış demek, Kur’an tarihseldir demek manasına gelir mi? Kanaatimce Kur’an için Tarihsel değil olgusaldır demek daha doğrudur. Kur’an olguya, bağlama göre verilmiş cevaplar, hükümler içerir. Olgu tekrar eder. Bu manada tarih de tekrar (tekerrür) eder.
- Bir görüşe göre ise ontolojik olarak yaratıcı dışında hiçbir şey ezeli olamaz. Bir şey ya yaratıcıdır veya mahlûktur. Kur’an’ın veya diğer vahiylerin ezeli olması tevhit ile çatışır. Öte yandan Kur’an’ın ezeli olduğunu kabul edenler durumu şöyle açıklamaya çalışır. Allah yaratıcı ve ezelidir. Allah’ın ezeli olması onun sözünün de ezeli olmasını gerektirir… Ezeli olanın kelam sıfatının ezeli olması… Bu bakış açısının sonucu (veya kaynağı da diyebiliriz) Hıristiyan ilahiyatında İsa Allah’ın kelimesi olmak yönünden ezeli kabul edilir.
- Selefiler bağlamı, Kur’an’ın hem lafız hem mana olarak ezeli olmasına kadar götürmüşlerken, Maturidi ve Eş’ariler lafız ve mana ayrımına giderek lafzın Arapça olduğunu ama mananın ezeli olduğunu söylemişlerdir. Yani mana, Allah’ın kelam sıfatına nispetle ezelidir sonucunu çıkarmışlardır… Ancak burada önemli problem, Kur’an’ın ezeli olduğunu söyleyenlerin (Ehli Sünnetin) mahlûk olduğunu söyleyenleri tekfir etmeye kadar şedit davranmalarıdır.
- Bu bunu demiş, şu şunu demiş; bir kenarda dursun. Bir düşünelim: Söz, diğer eylemleri gibi nihayet failin fiillerinden biridir. Bunda şüphe yok. Bir fail eliyle ayağıyla nasıl bir eyleme yetkin ise söze de aynen yetkindir. Elin ayağın eylemi ile dilin, düşüncenin eylemi arasında ortaya çıkması bakımında ne fark vardır. Her iki tür de failin eseridir; yaratmasıdır.[4] Şu halde tarihsel bir varlık olan insan hakkında vahyedilen kitabın Allah gibi olması neden gereksin ki? Allah için bir kul yaratması ile bu kul hakkında bir hüküm ortaya koyması eser olmak bakımından farklı mıdır? Her ikisi de bir çeşit yaratma değil midir? Şu halde Kur’an için ‘Kelam’ı kadim’ (ezeli kelam) denmesi olsa olsa mecaz olmalıdır.
- Bütün peygamberlere kitap verilmiştir. Bu durumda Adem’e verilen kitabın yazılı bir metin olma ihtimali yoktur herhalde. Adem zamanında insanları yazıyı kullandıklarına dair bir bilgimiz yok zira. Şu halde kitabın yazılı olması da gerekmez. Keza kitabın lafsının maddi ve mahluk olduğunu, manasının ezeli olduğunu söylemek de açıklayıcı sayılamaz.
“Seçilenlerin hepsi, kendilerine kitap, hikmet ve nebilik verdiğimiz kimselerdir.” (En’âm 6/89)
” Elçilere(Resullere); her şeyi ortaya koyan tebliğden başka ne düşer?” (Nahl 16/35)
“Ey Elçi! (Resul) Rabbinden sana ne indirilmişse onu tebliğ et. Tebliğ etmezsen görevini yapmamış olursun. ” (Maide 5/67)
- Demek ki Kur’an kitabı, merkezinde insan ve Allah olan hakikatleri içeren manalar bütünüdür. Bu bütün ister yazılı ister sözlü olarak bize ulaşmış olsun fark etmez. Bu bağlamda insanın ve eşyanın da vahiy olarak gelen kitap gibi birer kitap olduğunu hatırlamamız yerinde olur. Bu üç kitabın manaları birbiriyle çelişmez. Bir çelişki var görünüyorsa bu bizim veya bilgilerimizin yetersizliğine bağlı, arızi hatalardır. Yazılı kitap, Mushaf, Kur’an anlamına gelse de tam olarak onu karşılamaz. Ancak yine de Kur’an bütününün korunması için önemlidir. Mushaf üzerindeki noktalama işaretleri gibi düzenlemeler Kur’an bütününe zarar veremez. Olası yanlış, eksik, fazla anlam kaymaları tarihi seyir ve insan tekâmülüne bağlı olarak düzelir. Allah’ın koruma vadi bu şekilde işler. Yoksa gökten bir sopa inip Mushaf’a dokunanın tepesine vurmaz.
- Önceki vahiyler, kitaplar, Kur’an kitabının sürümleri durumunda olup ondan ayrı şeyler değildir. Allah elçilerinin de birbirinden özünde ayrı dinler getirmediği gibi…
Kur’an’ın İcazı ve Taklit Edilemezliği
- İ’câz ve mucize kelimelerinin dini, ıstılahi anlamda ilk olarak kullanıldığı eseri ve zamanı tespit etmemiz zordur. Bu kelimelere Hz. Peygamber’in risaletinden sonraki dönemlerde İslam bilginleri tarafından ıstılâhî anlamlar yüklenmiştir. İ’câz kelimesi 3/9. asrın ikinci yarısından itibaren yayılmaya başlamış ve bu asrın sonlarında Kur’an’ın “belâgatça erişilmesi imkânsız” oluşunu ifade eder olmuştur.[5]
- Kur’an teorilere yer veren bir kitap değildir ancak kendi maksadı açısından olay ve olgulara, vakıaya atıf yapar. Delil sunmaktan çok ders alınması için, akletme örneği olarak tabiatı okuma örnekleri verir. Ancak bu olguların delil niteliği taşıması da elbette mümkündür. Sunulan fenomenler (olay örnekleri) o devrin insani bilgisini aşan şeyler içerdiği ölçüde delil niteliği de taşımaktadır. Çok maksatlılık, birden çok fayda veya anlam içermesi Kur’an ayetlerinin özelliğidir zaten.
- Kur’an’ın icazı, gramer yapısı itibariyle üstün olmasının yanında ve belki ondan daha fazla her çağa kendine has bir üslup ile hitap edebilmesinde, bütünlüğünde aranmalıdır. Üstelik her çağın insanına sunduğu anlamlar da birbiriyle çelişmezler. Kur’an bunu kelime seçmedeki başarısı ile yapmaktadır. Seçtiği ve kavramsallaştırdığı kelimeler hem indiği devrin insanına bir şey söylerken hem de daha sonraki devirlerde daha iyi anlaşılacak derin ve katlı anlamlar barındıran bir yapı teşkil etmektedir.
- Kur’an’ın, kendisinin benzerini getirmeleri için karşıtlarına meydan okumasının anlamı nedir? Neden, hangi özelliği sebebiyle benzeri yapılamaz? Edebi yönü, belagatı, grametik özellikleri nedeniyle mi? Geçmişten, gelecekten ve ahiretten (gaybdan) haber vermiş olması sebebiyle mi? Şifreli yapısı var da ondan mı? Bu meydan okumanın ilk muhatapları bunu nasıl algıladılar. Önce şu meydan okuma ayetlerine bir bakalım:
17-İsra 88: De ki: “Bütün insanlar ve görünmeyen varlıklar bu Kuran’ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelselerdi ve birbirlerine (bu konuda) destek olmak için ellerinden gelen her şeyi yapsalardı, yine de onun benzerini ortaya koyamazlardı!”
“Eğer kulumuz Muhammed (asm)’e indirdiğimizden şüphe içindeyseniz, haydi onun gibi bir sûre getiriniz ve eğer doğru iseniz; Allah’tan başka bütün yardımcılarınızı da çağırınız.” (Bakara, 2/23)
“De ki: And olsun, eğer insanlar ve cinler şu Kur’ân’ın bir benzerini getirmek için toplansalar, yine onun benzerini getiremezler. Birbirlerine arka çıkıp yardım etseler de.” (İsra, 17/88)
“Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? De ki: Öyle ise siz de onun benzeri on uydurulmuş (dahi olsa) sure getiriniz. (Hatta) eğer doğru iseniz, Allah’tan başka çağırabildiklerinizi de çağırınız.” (Hud, 11/13)
“Yok eğer bunun üzerine size cevap vermedilerse, artık bilin ki, bu Kur’ân ancak Allah’ın ilmiyle indirilmiştir. O’ndan başka ilâh yoktur. Artık Müslüman oluyorsunuz, değil mi?” (Hud, 11/14)
- Kur’ân’ın i‘câzı konusunun genellikle üç başlık altında ele alındığı görmekteyiz: 1.Seçilen kelimeler, söz dizimi yani grametik yapı. Kur’an maksadını anlatmak için öyle kelimler seçer ki ifade ettiği konuyu anlamı köken bilgisiyle takviye eder. Kelimeler bilgi kaynağı haline dönüşür. 2.Üslûp ve şekil özelliği, uygulanan edebî sanatlar bakımından Kur’an ne şiir ne de nesir olarak nitelenebilir. Kinaye, teşbih, istiare ve mecaz gibi anlatım sanatlarını kullanan zengin bir ifade gücüne sahiptir. 3.Kur’ân-ı Kerîm’in muhtevasını iman esasları, ibadetler, hükümler, emir ve yasaklar, ahlâk, yaratılış ve oluş, gayb âlemi, kısmen peygamberler ve kavimler tarihi, insan ve kâinatın yapısı, vaad ve vaîd, gelecekle ilgili bazı haber ve bilgiler oluşturmaktadır. Kelâmî ekoller i‘câz konusunu ele alırken Kur’ân’la ilgili bir diğer erken dönem tartışmalarından sayılan halku’l-Kur’ân konusunu görmezden gelmemişlerdir. Düşünce sistemlerinde önemli bir yer işgal eden sıfâtullah, kelâmullah anlayışının bu bağlamda ne ifade ettiğini ortaya koymaya çalışmışlardır. Şimdi bu konudaki iki eğilime kısaca değinmek istiyoruz.[6]
Orhan Cesur
Devam edecek…
Kaynaklar:
- Recep Demir. “Kur r’an Tefsirinde Tarihselci Yöntem.” Karabuk University, Turkey. Tarih Kültür ve Sanat Araştırmaları Dergisi (ISSN: 2147-0626)
[1] Arapça ṣḥf kökünden gelen muṣḥaf مصحف ” ṣaḥīfat صحيفة , yazılı kâğıt, sayfa” sözcüğünün ifˁāl vezni mefˁuludur.
[2] Tarihsel veya tarihî sözcüğü bir sıfattır. Kısaca ‘’Tarihe değin, tarihle ilgili, tarihe geçmiş, tarihin andığı, tarihe ait’’ anlamlarına gelir. Tarih(historia) ise, hem geçmişte kalan insanî ve toplumsal olaylar topluluğunu, yani yaşanmış geçmişi adlandırmada; hem de bu yaşanmış geçmişi konu edinen tarih bilimi için kullanılan, ikili anlama sahip bir terimdir. Tarihsellik sözcüğü ise, tarihe ait olmayı bildiren sıfatın isim seklidir. Bedia Akarsu Felsefe sözlüğünde tarihsellik kavramını “Tarihsel olanın varlık biçimi; zamana bağlılık, gelip geçicilik; tarihsel koşulluluk, tarihe bağlı olma ve bir şeyin gerçekten tarihsel olarak var olduğu olgusu” şeklinde tanımlamıştır. Tarihsellik kavramı tarih içinde farklı felsefeciler tarafından değişik şekillerde tanımlanmıştır. Fakat biz burada bu tanımlara girmeyeceğiz. Kısaca tarihsellik tarihin belirli bir döneminde ortaya çıkan bir obje, olay ve fikrin olgusallığı ile oluşumundaki nasıllığı ortaya koyma; bu obje, olay ve fikrin var oldukları zaman ve mekân ile olan ilişkisini dikkate alarak daha sonraki dönemlerde etkinliğinin olup olmadığının tespiti işlemidir denilebilir. <Recep Demir>
[3] Kur’an’ın parça parça iniş sürecini bilmemiz bu anlayışımıza engel olamamıştır. Zira Kur’an’ın Levh-i Mahfuz’dan dünya semasına bütün olarak indiği ve sonra oradan parça parça indiği gibi tezler geliştirilmiştir.
[4] ‘Yaratma’ kelimesini kullar için kullanılamayacağını sanan kimi dindarlar, diğer pek çok tutumlarının aksine tevhide aykırı buluyorlar. Oysa aynı kişiler, ölmüş kişiler aracılığı ile isteklerde bulunurken dualarına şirk karıştırmakta sakınca görmüyorlar. ‘Yaratma’ Allah için gerçek anlamında, yoktan var etme iken kul için mecaz olarak yapmak, inşa etmek, tasarlamak anlamındadır.
[5] İ‛câzü’l-Kur’ân Fikri: Mahiyet, Tarihsel Süreç ve Literatür, Numan KONAKLI, M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Dergisi, 43 (2012/2), 251-290
[6] Meydan Okumaları Bakımından Kur’an Mucizesi, Doç. Dr. Hüseyin AYDIN; Kelam Araştırmaları 8:1 (2010), SS.45-76.