“Hukukta kaynak iki ayrı anlama gelir. Bunlardan ilki hukuk kuralını koyan merci anlamını taşırken diğeri hukuk kuralının uygulamada aldığı çeşitli biçimleri ifade eder.
Hukukun kaynağı tek olup bu da devlet iradesinden oluşur. Gerçekten de hukuk kurallarını bizzat yeni kurallar koymak veya mevcut örf ve adet hukuku kurallarını benimseyip bunlara bir hukuk kuralı olarak geçerlik kazandırmak suretiyle geçerli hukukun ne olacağını bizzat devlet belirler.
Hukuk kuralları uygulamada çok farklı biçim ve adlar alır. Anayasa, kanunlar, uluslararası anlaşmalar, kanun hükmünde kararnameler vb. bunlara örnek verilebilir. [1]“
- “Hukukun kaynağı devlet iradesidir” demek, hakkın (hukukun) kaynağı güç demektir. ‘Hukuk’ kelimesi ‘hak’ kelimesinin çoğuludur. Hakkın, hukukun kaynağı güç demek, realiteyi açıklasa da gerçeği açıklamaz. Hak güçten değil hikmetten doğar. Keza adalet de hikmetten doğar. Hikmet ise olguda, şeyin tabiatına, fıtratına uygunluktur; her şeyi olması gereken yere koymaktır. Hikmet, isabet etmek; isabetli hüküm vermektir. İsabetli hüküm verene hakim denir. Hikmetin zıttı zulümdür. Zulüm eşyayı yerinden etmektir. Olguyu esasından saptırmaktır. Fıtratı ifsat etmektir. Emaneti ehline vermemek; batıl hüküm vermektir. Batıl hüküm verene ise hakim denemez…
- Hem olguyu anlamak hem de olgunun varması gereken yere, yöne yönlendirilmesi ile hikmet ve dolayısıyla adalet olur. Aksi halde zulüm olur. Böylece hukuk, adaletin olması ve zulmün olabildiğince giderilmesi için belirlenen kurallar anlamına ulaşır… Bu kurallar ise devlet otoritesinden bağımsız olarak vardır. Devlet otoritesi veya bir meclisin iradesi olguyu değiştiremez. Bir meclis, oybirliği ile “şeker acıdır” hükmünü çıkarsa, kanun yapsa olgu değişmez. Sadece bu kanunun icra edilmesiyle zulüm başlar.
- Devlet gücü bu kuralların işletilebilmesi için gereklidir. Güç, hikmet ve adalet ile ittifak yaparsa huzur olur; zulümle ittifak yaparsa (zulmü amaçlarsa) terör olur. Terör aslında çoğu zaman bizzat devletler eliyle gerçekleştirilen ve huzuru bertaraf eden uygulama, tutum ve atmosferdir… Terör, kargaşa çıkarma; korku salmadır. Terör, fikri kaostur.
- Terörün kaynağı haksızlık, (hukuksuzluk) olur bu durumda… Ancak gerçek tam olarak böyle değildir. Evet, ortada gerçekten bir haksızlık vardır. Bir de bunu kullanarak kendi amaçlarını gerçekleştirmek isteyen güç sahipleri, devletler (devletliler) vardır. Ve onların taşeronluğunu yapmaya hazır yolsuzlar…
- Her devlet terör ve zulüm potansiyeli taşır. Çünkü gücün merkezidir. En iyi devlet dahi ehlileştirilmiş vahşidir. İyi/kötü olması kimin elinde hangi amaca hizmet ettiği ile ilgilidir. Hiçbir devlet sırf yapısı (şekli) itibari ile iyilik devleti olamaz. Adı, şekli ne olursa olsun devlet, kutsallaştırılacak, yüceltilecek bir amaç değildir. Devlet sadece bir aygıttır. Her devlet eninde sonunda yoldan çıkmaya mahkûmdur. Çünkü gücün merkezidir, kötülüğü cezbeder…
- Müslümanların iki büyük günahı vardır: 1.Köleliği sürdürmüş olmaları, 2.Devleti kutsamalarıdır. İnsanlar çoğu zaman şu gerçeği ıskalar: Asıl olan devlet değildir, insandır, millettir. Asıl olan siyaset değil sosyolojidir. Basitçe devlet, hatta vatan, millet içindir. Peki, neden yeri geldi mi vatan için candan geçilir? Çünkü vatan canın ve dahi cananın kabıdır. Canan nedir? Elbette sevdiklerin yakınlarındır ama asıl canan inançtır, onurdur, yaşama gayesidir. Peki canana tehdit bizzat vatan içinden gelirse?.. O vakit, gerekirse vatandan da geçilir.[2] Vatan canın, malın, fikrin, inancın emniyette olduğu yerdir; olmalıdır.
- Oldum olası düşünmüşümdür: Devlet otoritesi, siyaset ve bunlarla ilgili olgular insanların yegâne gündemi gibidir. Oysa Kur’an devlet gücü, otoritesi veya şekli üzerine doğrudan bahis açmaz. Birkaç atıf vardır o kadar. Buna karşın ailenin önemine dair veya eşler arası ilişkiye dair veya herhangi bir insan ilişkisine dair onlarca ayet vardır. Neden böyledir. Zira biz önem sırasını şaşırmış olduğumuz için sahte gündemlerle meşgul oluruz. Kur’an siyaseti değil sosyolojiyi önceller. Devletin şeklini değil adalet üzere olmasını önceller.
- Yer yer ‘İslam’ ve ‘Demokrasi’ arasında benzerlik, uyuşma arayışına girildiği olur. İslam’ın demokrasiyi öngördüğü varsayılır. Bence hiç de öyle değildir. Tamam, Kur’an bazı yönetişim ilkelerine atıf yapar; şurayı önerir… Ama demokrasi bambaşka bir iklimdir. Sekülerizmi ve laikliği beraberinde düşünmek zorundasınızdır. Oysa İslam’da Allah’ın iradesini bütün bütün dışlayarak yönetişim asla yapamazsınız… Sahi, Allah, hükümdar Peygamberler, Davut ve Süleyman’ı neden bir kral olarak iktidar yaptı ki?.. Yoksa demokrasinin nimetlerini bilemedi mi?..
Orhan Cesur
———————————-
[1] Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Adalet MYO HBYS Programı Hukuk Başlangıcı Dersleri https://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/49446/mod_resource/content/1/HBYS%20hukuk%20ba%C5%9Flang%C4%B1c%C4%B1%207.pdf
[2] Melekler, kendilerine zulmeden kimselere canlarını alırken soracaklar: “Neyiniz vardı sizin?” Onlar: “Biz, yeryüzünde çok güçsüzdük” diye cevap verecekler. [Melekler], “Allah’ın arzı sizin kötülük diyarını terketmenize yetecek kadar geniş değil miydi?” diyecekler. Böylelerinin varış yeri cehennemdir, ne kötü bir varış yeri! <4-Nisa/97>