En basit ve en az eğitim görmüş insanların hayatın anlamını bilinçaltıyla kolayca anladığı, buna karşılık, en fazla okumuş kişilerin bu yetenekten mahrum oldukları çok sık görülür. Bunun nedeni okumuşların herkes için temel olan basit şeyleri aşırı eğitilmiş olmalarından ötürü anlayamamalarıdır. En sarih ve sade kavramlar, karmaşık meditasyonlar tarafından, nerdeyse her zaman gözden saklanır.

<Marcus Tullius Cicero>

Eğitim[1] yetiştirme, kabiliyetleri geliştirme manasına gelir. Her canlı muayyen bir Kâbiliyet[2] (işe yatkınlık, beceriklilik, yetenek, istidat) ile birlikte doğar. Eğitim her ne kadar insan için gayet doğal bir süreç, olgu gibi görünse de çoğunlukla bir o kadar da insan fıtratına yabancı bir tarzda icra edilir.

Eğitim denince tüyleriniz diken-diken olmalıdır. Neden mi? Çünkü eğitim sanıldığı kadar doğal ve masum bir süreç olarak işlemez çoğu zaman. Neden eğitim doğal bir süreç olamaz çoğunlukla? Eğitimi araç olarak kullanmak isteyen otoriteden dolayı böyledir. Bu otorite çoğu kez devlettir. Ancak tarikat gibi kapalı yapıların otoriteleri de çok farklı değildir. Kısacası nesil üzerinde hak iddia eden her otorite eğitimi planlama ve uygulama hakkını da kendisinde görür. Aslında bu anlaşılabilir bir şeydir. Fakat otoritenin amacına, tutum alışına göre çoğunlukla olumlu sonuçlar üretmez. Zira güç ve otoritenin adaletle birlikte temerküz etmesi çok nadir olur…

Eğitim kişiye, içinde yaşadığı toplumun kolektif baskısı ve/veya bu topluma ait kurumsal yapının icbar edici talebi şeklinde gelir. Ayrıca kişinin kendi ihtiyaçları da bu talebi veya mecburiyeti doğurur. Bir çocuk hatta çoğu zaman yetişkin dahi bu ihtiyacı ve gereklerini doğru değerlendiremeyebilir. Dolayısıyla motivasyon sorunları da ortaya çıkar. Yani eğitimi söz konusu olan çocuğun veya yetişkinin kendisinin istekli olması meselesi…

Motivasyon bireyin hareketlerinin arkasında bulunan, psikoloji dilinde güdü adı verilen güçtür. Davranışa enerji sağlayan organizmanın içindeki ve çevredeki güçler olarak tanımlanır[3].  Arapçada “Muharrik” tahrik eden, harekete geçiren… İnsanı bir şeyleri yapması için sevk eden, güdüleyen, saik…

Motivasyonun dinamikleri nelerdir. Yani motivasyonu var eden, yani kişiyi harekete geçiren amiller… Bunlar iki kısımdır. Birincisi  merak, içgüdü gibi sevk-i tabii kabilinden doğal saiklerle gerçekleşir. Diğeri sorumluluk ahlakının gelişmesine bağlı olarak bilinçli olarak gerçekleşir. İşte bu iki dinamik unsurun başından ne geçmektedir ki öğrencilerimizin motivasyonu çoğunlukla yetersiz kalmaktadır?

Merak[4] insanlarda ve hayvanlarda, öğrenmeye yönelik bir davranış ve bu davranışa yol açan duygunun adıdır. Merak, bilim ve teknolojinin gelişmesine yol açtığı kadar istenmeyen sonuçlar da üretebilir. Bebeklerin ilgiyle, merakla çevresini incelediğini fark edersiniz. İnsanda duygu ve merak gibi saikler yalnız başlarına kötülüğü veya iyiliği temsil etmezler. İyilik ya da kötülük duygunun, güdünün ne şekilde istihdam edildiğine (kullanıldığına, vazifelendirildiğine) göre ortaya çıkar. Bu bakımdan merakı tek başına iyi veya kötü olarak nitelememiz mümkün değildir.

Eğitimde karşılaştığımız en önemli sorunlardan biri çocuk ve gençlerin meraklarını olumlu yönde yönetemiyor olmamızdır. Kanaatimce bunun en önemli nedeni çocuk ve gençler üzerinde medya eliyle cereyan eden duygusal tacizlerin onların merak duygusunu köreltmesi ve sağırlaştırmasıdır. Bu aşırı taciz yüzünden öğrencilerimizi eğitim yoluyla sağaltmamız da pek mümkün olamamaktadır. Bu taciz, erken yaşlarda televizyon filmleri, bilgisayar oyunları, sinema ve sosyal medya yoluyla başlamaktadır. Daha erken yaşlarda çocukların duyguları, aşırı uyarılarak tüketilmektedir. Duyguların zamansız ve aşırı uyarılması, (duygusal anakronizm) giderek en hafifinden dikkat dağınıklığına yol açmaktadır. Ve nur topu gibi “özel öğrenme güçlüğü” gibi sorunları olan çocuk ve gençlere sahip olmaktayız.

Bu tacizler aslında yetişkinlik evrelerinde de sürmektedir. İnsanların dikkatleri, ilgileri, görselliğe, cinselliğe ve hazzın her türüne karşın sürekli canlı tutulur. Bu yönlendirmeyi yapan tüketime dayalı yaşama biçimini tasarlayan ve sürdüren post modern küresel kültür, çocukların ve gençlerin meraklarını öğrenme yoluyla bilinç oluşturma noktasından özellikle uzaklaştırmak istemektedir. Ve maalesef aileler çocuklarını tv, internet, telefon, vb. araçlar eliyle hazcılığın kucağına atmaktadırlar.

Sorumluluk[5], Kur’an’ın (takva karşılığı olarak) üstünlük ölçüsü saydığı biricik erdem. Kişilik gelişimine bağlı olarak yükselmesi gereken bilinç düzeyi… Başıboşluk manasına gelen her tür özgürlük söylemini reddeden, zamanın ve mekânın yüklediği vazifeyi sırtlanmaktan çekinmeyen vazife ahlakı… Şahitliğin hakkını verme cesareti…

Batı modernleşmesi rehberliğinde yürütülen ‘özgüven eğitimleri’ nin, kullanılan özgürlük söyleminin tabi bir sonucu olarak küresel kültürün kucağına atılmış gençlerimiz sorumsuzluğu özgürlük olarak anlamış ve öylece de yaşamaktadır. En iyisi ile menfaati için, makam için, geliri ve imajı parıltılı bir meslek edinmek için talim yapan gençlik ortaya çıkmıştır. Memleketi, milleti için, hatta insanlık için idealleri ve planları olan nesil yok edilmiştir. Kötüsü ise kendisi için bile çalışmaya talip değildir. Birilerinin, kendisini kolay yoldan diploma ve statü sahibi etmesini beklemektedir. Bunun için okula gelip gitmiştir ya işte daha ne yapsın(!) Aslında bu beklentiyi destekleyen de, uzun yıllardır, ders ve sınıf geçmeye dair yanlış uygulamalarıyla eğitim sisteminin ta kendisidir…

Bu hamurun çok su götüreceği açıktır. Şu kadarla yetinelim ki, motivasyonun biri şuur altı ve diğeri şuur düzeyindeki bu iki önemli dinamiği küresel kültür tarafından kısa devre edilmiş hatta tersine işlev görür hale sokulmuştur. Bu yüzden motivasyon için ortaya koyduğunuz çabalar akim kalmaktadır. Ne yapmalıdır? Burada ve eğitim sorununun tartışıldığı her başlıkta çözüm adına söylememiz gereken en önemli öneri (uzun vadede) ailenin korunmasıdır. Ailenin korunması üzerinden değer yargılarının yeniden sorgulanması gerekir.

Ayrıca gene orta ve uzun vade de eğitim sisteminin, ne yazık ki revizyon görmesi kaçınılmazdır. Hatta bundan da önemlisi, tüm medya alanlarının eğitimin bir şekilde ilgi alanı içinde olduğunun kavranması gerekir. Medya üzerinden gerçekleştirilen tüm sanat, spor, magazin, moda, kısacası her faaliyetin nesil üzerinde bir şekilde eğitim işlevi gördüğünün idrak edilmesi lazımdır. Bu sözlerimden katı ve kapalı bir toplum yapısını öngördüğümün düşünmesini hiç istemem. Lakin toplumun küresel kültürün kucağına öylesine bırakılmasını da asla tasvip edemem. Öyle bir denge tutturabilmemiz gerekir ki; ne “gökten ne yağarsa yer onu kabul eder” gibi olsun; ne de bir demir perde ülkesi gibi kendimizi insanlığa tamamen kapatalım Bütün insanlığın faaliyetlerinden elbette haberdar olalım, yerine göre bizzat katılalım hatta öncülük edelim lakin insanlık ne üretirse kayıtsız şartsız kabul etmeyelim…

 

Eğitim Sistemimize Dair Sorunlar

1. Sorumluluk Bilincini Aşındıran Sistem Tutum

Motivasyonu olmayan öğrenciyi adeta iyice sorumsuzlaştırmak için düzenlemiş sınıf geçme sistemi uzun yıllardır caridir. Bunun en büyük zararını da mesleki okullar görmektedir. Zira akademik başarısı yüksek öğrencileri bünyesinde toplayan okullarda öğrencilerin kahir ekseriyetinin derdi yüksek puanlarla yarışı tamamlamak iken meslek liseleri gibi düşük profilli öğrencilerin toplandığı okullarda beka sorunu esas sorundur. Yani bu öğrencilerin ciddi bir ölçme değerlendirmeye tabi tutulmaları halinde mevcut müfredatı taşıyamadıkları ortaya çıkmaktadır. İşte ortalama ile ders/sınıf geçme, bu gerçeği gözlerden saklamaktadır.

Başarısızlığı iyice belli olmuş bir öğrenciyi ille de başarılı kılmak için sürekli sınav hakları vermek aslında öğretmenlere bir yolunu bulun ve bu öğrencileri geçirin baskısı manasına gelmektedir. Bu mesaj öğretmenlerin de ölçme değerlendirme noktasında istikametten çıkmalarına yol açmaktadır. Ders/sınıf geçme sistemindeki baypas edici düzenlemeler; sadece ders/sınıf geçmeye odaklanmış başarı anlayışı; öğrencilere verilmiş bitimsiz sınav hakları… Eğitim sisteminde sık-sık meydana gelen değişiklikler, üst düzey yöneticilerin müdahalesiyle getirilen aflar, evet bütün bunlar öğretmen ve okul yöneticilerinde ciddi bir olumsuz baskı üreterek sorumsuzluğu teşvik eden ve öğrencileri başarılı göstererek sorunların üstünü örten bir tutuma dönüşmüştür.

Mevcut ders/sınıf geçme sistemine ve bu sistemin uygulayıcılarının hoşgörücü tutumlarına rağmen, öğrencilerin nasıl olup ta okuldan atılacak duruma geldiklerine şaşmak gerekir.

Ders/Sınıf geçme sistemi üzerinden, eğitim mevzuatını düzenleyen aklın çalışmasındaki çelişkilere birçok örnek verilebilir. Ders/sınıf geçmeyi bir ölçüye bağlıyor ve sonra bakıyor ki çokça öğrenci örgün eğitimin dışında kalacak, belirlediği ölçülere aykırı yeni kurallar koyuyor ve ders/sınıf geçmeyi kolaylaştırıcı (aslında sorumsuzluğu destekleyici) tarzda tutum alıyor. Örneğin bir dersin normal öğretim süreçleri tüketilmiş, yapılması gereken sınavlar yapılmış ve bazı öğrenciler belirlenen ölçüye göre başarısız olmuş. Maç bitmiş ve oyunun sonucu belli olmuş. Fakat başarısız öğrenciyi başarılı göstermek için “ortalama yükseltme”, “sorumlu geçme” gibi, bitimsiz sınav hakları verilerek öğrenci iyice sorumsuzluğa alıştırılıyor. Bu öğrenciler tekrar-tekrar sınava gelirken “bu kez birileri bir şey yapar ve bizi geçirir” düşüncesiyle sınava gelmektedirler. Aslında bu beklentilerinde bütün-bütün haksız da değildirler. Sistemin fesada uğrattığı sadece öğrencinin sorumluluk bilinci değildir, ondan daha önce eğitim yöneticisi, müfettişi, okul idarecisi ve öğretmenlerinin bilincini ve tutumlarını yoldan çıkarmıştır. Eğer bir öğretmen çıkarda olması gerektiği gibi davranırsa pek çok öğrenci (ve hatta velisi) o öğretmene karşı cephe alabilmektedir. “Ekmeğimizle oynama” diyenleri bile çıkabilmektedir. Normal (aslında ölçüsüzce hoşgörü içeren) süreçlerin ardından yine de kalmış öğrenciye mevzuatta olmayan (bir af şeklinde) bir sınav hakkı daha vermenin anlamı ne olabilir ki? O sınavda başarısız olan öğrenci, öğretmenine “Ekmeğimizle oynama” derse bu kimin suçudur? Eğitim yöneticileri ille de öğrencileri geçirmek istiyorlarsa bunu öğretmeni “kullanmadan” kendileri yapmalılar…

Belirli bir notun üzerindeki “Ortalama” ile başarısız olunmuş bir dersten başarılı saymak anlaşılabilir bir şeydir. Fakat 5-6 dersten bile ortalama ile sınıf geçirmek nasıl açıklanabilir. Ortalama ile ders geçme bir defaya (bir öğretim yılına) ait bir uygulama olması gerekirken, sorumlu geçilmiş derslerin girilen sınavlarından alınan notlar üzerinden tekrar-tekrar ortalama hesaplayarak ders geçirmek nasıl açıklanabilir?

Ortalama ile (zayıf dersten) başarılı sayılma aslında öğrencinin bir yıllık çalışmasını ödüllendirerek, çeşitli sebeplerle başına gelebilecek bir talihsizliği, olumsuz durumu ondan bertaraf etmeyi amaçlar. Ama ortalama yükseltme sınavı neyin nesidir? O neyi amaçlar? Ne yani girilen bir sınav, koca bir yılın alternatifi olabilir mi?…

Sistem, sürekli sorumsuz öğrenciden yana yontan bir keser gibi çalışmaktadır. Bu şekilde ifsat edilmiş bilince sahip öğrencilerle baş başa kalan öğretmen ne yapabilir? Ya statükoya teslim olur ya da kendini tüketir…

Bütün bunlar böyleyken, yapılan ortalama yükseltme sorumluluk (aslında sorumsuzluk) sınavlarındaki o lüzumsuz duruma düşmüş, güya kopya çekmeyi ve sûistimalleri önleyeci/yasaklayıcı,  idealize edici tutum ne kadar absürt durmaktadır. Sorumsuz öğrencinin topluma maliyeti yüksek olmaktadır. Sürekli uzatılan yeni haklar, sınavlar ve bu sınavlardaki aslında formaliteye dönüşmüş uygulamalar ile maliyetler daha da artmaktadır.

2. Özgürleştirici Olmayan Yaklaşım

Görev verip inisiyatif vermemek veya inisiyatifin kullanımını daraltmak. Gereksiz evrakların tutanakların çoğaltılmasına sebebiyet vermek[6] bizdeki yöneticilik anlayışında çok belirgin bir hastalıktır.

Sorumlu insanları daha fazla yetkili kılarak ve tabi ki onlara güvenerek, duruma göre inisiyatif kullandırmak; sadece belirli temel esasları bağlayıcı kılmak şeklinde düzenlemeler getirmek hem israfı önler ve hem de daha gerçekçi, daha ikna edici ve güven verici bir eğitim sistemine yaklaştırır bizi.[7]

3. Somutlaştırıcı ve Kısırlaştırıcı Yaklaşım

“Öğrencilerin seviyesine inilmesi”, “kısa cevaplı soruların sorulması”, “derslerde görselliğe önem verilmesi” gibi hususlar sürekli olarak öğretmenlere telkin edilir… Bilen bilmeyen bunların önemini vurgular. (Ne yazık ki öğretmen işinin pek de profesyoneli olarak görülmez). Hatta öğretmenlerde bunların doğruluğuna inanmıştır.

Lise çağındaki bir gencin artık soyut düşünebilmesi ve kavramlarla akıl yürütme becerisinin gelişmesi gerektiği halde; somutlaştırıcı tutum nedeniyle sürekli görselliğin öne çıkarılması sonucu öğrencilerimizde soyut düşünme yeteneği hayli gerilemiş ve ileri yaşlara ertelenmiştir. Hatta çoğu kez ileri yaşlarda da bu yetenekten mahrum kalınmaktadır.  Merak duygusunun filizlenmesine fırsat vermeyen görselleştirici eğitim anlayışı sonucu, insan bedenini ve cihazları tersyüz edip önlerine koysanız pek çok öğrencinin dönüp de bakası yoktur.

Soyut düşünmenin terk edilerek somut düşünmenin bu kadar öne çıkarılması düşünememe problemini ortaya çıkarmıştır. Görselliğin teknolojik imkânlarla desteklemesi; bilginin basit ifadelerle sunulmaya çalışılması; bilmenin bizzat talebe tarafından keşif yoluyla gerçekleştirilmesi yerine tanımların ezberletilmesi esasına dayanması eğitimde ciddi bir kısırlaşmayı getirmiştir. Analiz ve sentez yoluyla bütünlük fikri kazandırmayan, temel ilkelerin öğretilmesi esasına dayanmayan ve eğitimde bir gelenek oluşturamayan; içerikleri sürekli değişen, temel esaslar yerine teknolojik sonuçlarla doldurulan müfredatların uygulanması sonucu düşünemeyen, sorgulamayan, bilgiye kör ve sağır davranan bir nesil yetişmektedir…

Görselliğin etkin bir öğrenme tarzı olarak algılanması, her şeyi cisimleştirerek algılamaya çalışan, cisimleştiremediği şeyleri yok sayan materyalist düşünme biçimini pekiştirmiştir.

“İnsan hayata “somut düşünme” ile başlar, “soyut düşünme” daha sonra gelir. Ancak eğitimle geliştirilir. Somut düşünme duyu verileriyle yapılır, soyut düşünme ise kavramlarla.[8]” O halde soyut düşünme, düşünmenin daha ileri bir aşamasıdır. Aslında düşünme soyutlama ile başlar desek daha doğru olur. Soyutlama yapamayanların düşündükleri söylenemez.

4.  Değişimin Kutsanması ve Geleneği Olmayan Eğitim Sistemi

Bilim ve teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin eğitimin müfredatında bazı sabiteleri olmalı. Eğitimin bir “geleneği” olmalı. Derslerin ve içeriklerinin sık-sık değişmesi gelenek oluşmasına engeldir. Değişimin önemini ve yeni teknolojilere ayak uydurmayı vurgularken aşırı gidiyor ve değişimi kutsuyoruz adeta. Değişimi kutsamak bazılarımızın dilinde değişmeyen merasim konuşması olmuştur. Kitap ve benzeri dokümanların önsözlerine değişime ayak uydurmanın önemini vurgulayarak başlamak adet olmuş. Kutlanan gün ve haftalarda yapılan konuşmaların başköşesini yine değişimin kutsandığı konuşmalar kapmaktadır. Yöneticilerimiz değişmeyen “değişim” konuşmaları yapıyorlar. Oysa sabitesi olmayan akıl bağ kuramaz (aklın asıl işlevi bağ kurmaktır). Sabiteleri olmayan toplumlar gelenek oluşturamaz ve mazisi ile atisi arasında süreklilik sağlayamaz. Belki de günümüzde asıl ihtiyacımız olan şey, yavaşlamaktır. Durup “ne oluyoruz” diye düşünmektir. “Bilişim çağındaymışız, çocuklarımız okuma yazma öğrenmeden önce bilgisayarın kurdu oluyorlarmış(!). Vay efendim bu hıza biz büyükler de yetişmeliymişiz (!)…

EĞİTİMDE PRENSİPLER

 Hayata hakim olan en temel kanun (prensip), maksatlılık kanunudur. Her şey bir maksada ve bir takım kevni prensiplere bağlanmıştır. Maksadı olanın prensibi olur/olmalıdır…

Semeri olmayan eşeğe yük vurulamaz. Prensibi olmayan insanın sorumluluk bilinci gelişmez ve sorumluluk almak istemez. Prensibi olmayan insan çevresine güven vermez. Prensip sahibi insan prensibinin adamıdır. Güven vericidir, zira ne yapacağını bilebilirsiniz. Prensibi olmayan keyfinin/çıkarının adamı demektir. İşine geldiği sürece veya denetim altında olduğu sürece doğrunun yanında gözükür.

Bir fikir ya da bir sistem için en temel iyilik göstergesi, çelişkiye düşmemesidir. Prensiplere bağlanmamış fikirler/sistemler, iyi doğru, güzel olamaz. Böylesi, uzun ömürlü de olmaz. Prensipli insanların kimlikli (karakterli) olmaları gibi, prensipli sistemlerde uzun ömürlü geleneği olan sistemlerdir.

Prensip[9] temel bilgi, temel fikir demektir. Temel, bir binada en sağlam olması gereken kısımdır. Arsasının jeolojik özelliklerine uygun şekilde atılmış bir temel, üzerine kurulan binayı layıkıyla taşıdığı gibi depremlere de dayanıklı olacaktır. Bir fikir akımının, bir sistemin bina edildiği temel fikir yani prensip te işte böyledir. Dayandığı temel fikri tutarlı olmayan düşünce sistemi, temeli çürük bir bina gibidir…

Sözün burasında “eğitimde ezbercilik” hakkında da birkaç kelam etmek yerinde olacak sanırım. Öğrenciden bir metni, bir şiiri, çarpım tablosunu, bir sureyi ezberlemesini istemek ezbercilik olarak düşünülebilir mi sizce? Evet bazıları meseleyi böyle zannedebilirler. Lakin ezbercilik bu değildir. Bu verdiğim örnekler eğitimde gereklidir, olmalıdır. Ezbercilik prensiplere dayalı olmamak; prensipler yerine sonuçları öğretmek demektir. Malumat aktarmak demektir. Usul öğretmek yerine sadece temrin yaptırmak demektir. Balık tutmayı öğretmek yerine balık vermek demektir. Ancak kabul etmek gerekir ki böyle bir eğitim için de akademik kapasitesi yüksek öğrenci gereklidir. Akademik başarısı (ilmi eğilimi, tutumu düşük) öğrencilerde ezberciliğin daha çok olması kaçınılmazdır. Ancak bu durumda da sözel ezbercilikten ziyade pratik temrin yaptırmaya yönelmek gerekir.

Şu halde, eğitim süreçlerinde dikkate alınması gereken prensiplerimiz olmalı ve fiillerimiz, düzenlemelerimiz bunlara aykırı düşmemelidir. Bir kurum açısından, hele de bir eğitim kurumu/sistemi açısından prensiplere bağlılık  köklü ve sağlam bir geleneğin oluşması, uzun ve sağlıklı ömür manasına gelir. Ancak eğitim sisteminin temelini teşkil eden prensiplerin de aklın, ilmin ve evrensel insan tecrübesinin (ortak aklın) ışığında belirlenmiş olması gereklidir. Sadece bir insanın ve/veya bir dönemin şartlarında ortaya çıkmış fikir ve uygulamaları akıl, ilim, evrensellik süzgecinden geçirmeden prensip haline getirmek aslında doğma üretmek demektir. Eğitimin yaslanacağı bu prensiplerin neler olabileceğini düşünelim:

  • Emanetin Ehline Verilmesi
  • Adalet
  • Sorumluluk
  • Fıtrata uygunluk
  • Ahlakilik ve hukukilik
  • Kalıcılık
  • Bütünlük
  • Dinamiklik

1. Emanetin Ehline Verilmesi

Bu ilkenin mütemadiyen ihlali bir toplumun fesadını getirmek için yeterlidir. Gerek eğitim sistemimizde gerek diğer kurumlarımızda ortaya çıkan sorunlar aslında bir şekilde bu ilke ile bağlantılıdır. Kifayetsiz kişiye öğretmenlik yaptırmak, kifayetsiz öğrenciyi yeterli saymak, kifayetsiz kişiyi yönetici yapmak, kifayetsiz bir fiziki imkânı tam ve yeterli yerine koymak, vb. hep bu ilkenin ihlali anlamına gelen örneklerdir. Ve bu ihlaller toplumumuzu çürütmektedir. Bu ilkenin ihlali aslında ilmin ve eğitimin ahlaktan arındırılması anlamına da gelmektedir. Bu yaklaşımın sonucu ilme emanet özeni gösterilmez. Bilginin ve bilmenin sorumlulukla bağı koparılmıştır. Her şey diploma gibi bir belgenin ve beraberinde bir imkânın, bir unvanın, elde edilmesine dönüşmüştür. Önemli olan sadece budur. Nasıl elde edildiği önemli olmaz. Layık olunup olunmadığı önemli olmaz. Liyakatin göstergesi sadece belgedir.

2.Adalet

Adalet sadece mülkün değil, toplumsal huzurun ve barışın da temelidir. Eğitimde adalet aynı şartlardaki kişilerden aynı sorumlulukları beklemeyi, bu manada fırsat ve koşullarda eşitliği temsil ettiği kadar, bireysel farklılıkları göz önünde bulundurmayı, kişilik özelliklerini eritmeye çalışmadan o özelikleri geliştirici bir yaklaşımı da temsil eder. Sorumlulukların ve ödüllerin hakça paylaşımını ifade eder.

Eğitim sistemi sorumluk ve mükâfatların paylaşımında doğuştan gelen kişisel kabiliyetleri, yetersizlikleri, avantaj ve dezavantajları, toplumsal çevre koşullarını göz önünde bulunduran bir yapıda olabilmeyi amaç olarak önüne koymalıdır.

Özellikle ölçme değerlendirme ve yönlendirme süreçlerinde bu prensibin ihlaline çokça rastlamak mümkündür

3.Tutarlılık

Çelişki bir duvarı zayıf düşüren çürük taş gibi bünyeyi içten zayıflatan yapısal bir sorundur. Bir fikrin ilk yapması gereken kendi içinde tutarlı olmayı sağlamaktır. Eğitim sisteminde alınan kararların, yapılan düzenlemelerin ve uygulamaların birbirini yalanlar durumda olmaması gerekir. Aynı zamanda çelişki, en etkili eğitim/öğretim aracı olan iyi model oluşturmanın önündeki başlıca engeldir.

4.Sorumluluk

Sorumluluk bir kişiye kazandırılabilecek en önemli erdemdir. Sorumluluk bilinci taşımayan insandan başkaca erdemler göstermesi beklenemez. Sorumluluk duymak kadar, sorumlulukların kime hangi düzeyde olması gerektiğinin belirlenmesi de önem arz eder. Kişi kime hangi düzeyde sorumlu olması gerektiğini eğitim süreci içinde öğrenmelidir. Özgürleştirici bir eğitim sistemi sorumluluk alma kabiliyetleri yüksek şahsiyetler yetiştirir. Özgürlüğün ilk şartı sorumluluk almaktır. Emaneti sırtlanmayı kabul etmeyenlerin özgür olma hak ve iddiası olamaz. Gelin görün ki, günümüzde tam bir sorumsuzluk eğitimi yapılmakta, serserilik özgürlük gibi lanse edilmektedir.

5.Fıtrata uygunluk

Suyun kendiliğinden yokuşa akmasını beklemek fiziki dünyanın işleyişinden haberdar olmamaktır. İnsan-insan ilişkisinde, insan-eşya ilişkisinde yapılacak her tür düzenlemede dikkate alınması gereken en temel düstur “fıtrata uygunluktur”.

İnsanın bilimdeki ilerleyişini tabiatla mücadele emek, tabiata karşı savaşmak olarak tanımlamak batı modernleşmesinin en önemli hatalarından biridir. Bu savaşın her şekilde kaybedeni insan olacaktır. Tabiatı mücadele edilmesi gereken bir düşman, tanımlanması gereken bir nesne olarak değil tanınması ve anlaşılması gereken bir ayet (işaret, sembol) olarak görmek gerekir.

Bu kavrayışın eğitimdeki izdüşümü şu olmalıdır: Her bir insan teki tanımlanması ve zoraki bir biçime sokulması gereken vatandaş olarak değil; insanlığın ortak mirası olabilecek, fıtrata uygun bir eğitim potasında kendi cevherini saflaştırılmasına yardımcı olunacak, kendini gerçekleştirmesine yardımcı olunacak bir fert olarak, özgün bir varlık olarak görülmelidir. Yapılacak uygulamalar, düzenlemeler insanın ve eşyanın tabiatına uygun olmalıdır.

6.Ahlakilik ve hukukilik

Ahlak ve hukuk bir şekilde ilişkili kavramlardır. Ahlaki olan zorunlu olarak hukukidir (olmalıdır).  Teoride Ahlak ve Hukuk arasında olması gereken uyum, pratikte de Kanun ile İnsan Davranışları arasında sağlanmalıdır. Aksi halde kanunların vicdanları ikna edememesi sonucu hukuk sistemine güven kalmaz.

Bir eğitim müfredatı da içerik bakımından ahlaki ve hukuki olmalıdır. Öğrencinin kopya çekmesini ahlaki bir suç saymayan bir eğitimcide hukuk ve ahlak bağı kopmuştur. Bu eğitimci öğrencilerine adil bir insan olma anlamında iyi bir model olamayacaktır. Ahlaki olmayan bir ders/sınıf geçme sistemini uygulamaya koyduğunuz da yine Ahlak_Hukuk bağını koparmış olursunuz.

Kısacası eğitim alanında koyacağımız tüm kurallar manzumesinin sağlam bir ahlaki temeli olmalıdır. Aksi halde uyulmayan trafik kurallarının, vicdanları teskin etmeyen ceza sisteminin, söz ve fiil çatışmasının normalleştiği; Yalana, aldatmaya dayalı bir siyasi sistemin vücut bulduğu bir topluma dönüşmeniz gayet normaldir…

7.Kalıcılık/Geçerlilik

Eşyaya hükmeden değişme (oluş ve bozuluş) kanunu kaçınılmaz bir gerçekliktir. “Hiçbir zaman aynı köprünün altından aynı nehir akmaz” sözü de bunu ifade eder. Ama sürekli değişmek insanoğlu için bir ufuk, bir hedef olamaz. Yüceltilecek olan, sürekli akış ve değişim halinde olan hayatın içinde nişan taşlarını bulup işaretlemek ve bir kararlık seviyesine ulaşmak olmalıdır. Yücelik (aslında) değişimde değil sabitliktedir. Zira Allah’ın değişmesi, gelişmesi, kemale ermesi düşünülemez.

Bilimsel faaliyetlerde nihai hedef, belirli şartlarda daima geçerli genellemelere ulaşmaktır. Kevnî kanunlar diyebileceğimiz bu genellemeler de dünya durdukça geçerliliğini korumaktadır. Şu halde kendisi de yine varlık âlemin bir gerçeği olan değişimi çağdaşlaşmak, yenilenmek adına kutsamak ve böylece sürekli değişen istikrarsız bir yapıyı sürdürmek övünç vesilesi asla olamaz.

Eğitim alanında yapılan her faaliyet ve düzenlemenin Kalıcılık/Geçerlilik prensibine uygun olmasına dikkat edilmelidir. Böyle yapılmadığı taktirde uzun ömürlü bir eğitim sistemi oluşturulamaz.

8.Bütünlük

9. Dinamiklik

Devam edecek…..

 

Orhan Cesur

——————-

[1] (eğit-i-m) 1. Yetiştirme, terbiye etme, talim ve terbiye. 2. Eğitim bilimi. AYVERDİ, İlhan “Kubbealtı Lugatı, Misalli Büyük Türkçe Sözlük”

[2] (Ar. kâbil “kabul eden” -iyyet mastar eki ile) kâbiliyet, herhangi bir şeye karşı doğuştan gelen yatkınlık, beceriklilik, istîdat. AYVERDİ, İlhan “Kubbealtı Lugatı, Misalli Büyük Türkçe Sözlük”

[3] http://tr.wikipedia.org/wiki/Motivasyon

[4] Merak: 1. isim Bir şeyi anlamak veya öğrenmek için duyulan istek. “Biraz sonra yine bazı sesler işittim / Merak ile merdivenin başına gittim” – E. B. Koryürek. 2. Bir şeyi edinme, yapma, bir şeyle uğraşma isteği, “Öteden beri güzel giyinmeye, güzel konuşmaya merakım vardır.” – R. N. Güntekin. 3. Düşkünlük, heves, “Meslek dışında biricik merakı, kendi tabiriyle hobisi fotoğrafçılıktı.” – H. Taner

[5] Sorumluluk: (isim) Kişinin kendi davranışlarını veya kendi yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenmesi, sorum, mesuliyet, “Babam bütün sorumluluğu üzerine aldı.” – M. Yesari <TDK>

 

[6] Oysa bu tür konularda, temel ilkeler korunmak kaydıyla ilgili kişi ve kurumlara şartlarına uygun yöntemi belirleme inisiyatifi verilmelidir.

[7] Bazı uygulamalarımız var ki, kişinin serbest olması gerektiği halde biz onu serbest-zorunlu hale sokarız. Seçmeli-zorunlu dersler gibi. Veya sosyal etkinlikler buna tipik bir örnektir. Sosyal etkinliklere katılmak gönüllük esasına göre midir yoksa zorunlu mudur, belli değil. Bizim zorumuzla ama gönüllü katılıyorlarmış gibi işlemler devam eder. Öğrenci temsilcilerinin seçimi keza böyledir. Bu konulardaki tavrımız ciddi bir eğitim işlevi gördüğü halde bunlar önemsizmiş gibi yaparız.

[8] DURA, Cihan, “Soyut Düşünme Ve Bilimsel Yöntem”  http://www.cihandura.com/index.php?option=com_content&task=view&id=69&Itemid=6

[9] Prensip sâhibi: Kabul ettiği fikir, inanç ve davranış tarzına uygun hareket eden, bunları şartlara göre değiştirmeyen (kimse).