Müslüman, dilinden ve elinden diğer Müslümanların güvende olduğu kimsedir.” (Buhari, İman, 4/10; Müslim, İman, 65/162.)

 

  1. Güvenilir olmak sevilen olmaktan daha değerlidir. Birlikte yola çıkanların en çok ihtiyacı olan şey güvendir. Nerede olursanız olun ilk ihtiyacınız güvendir. Güven kaybı huzursuzluk kaynağıdır. Velhasıl hava kadar, su kadar ihtiyaç duyar insan güvene… Güven insan ilişkilerinde en kırılgan şeydir. Tesis edilmesi ise uzun ve zorlu bir süreç gerektirir. Sevgi, itaat, inanç, dostluk, emniyet, hepsi güven kökünde şitillenir. Güven iman demektir. Allah’a güvenmeyen bir mümin olma halinden söz edilemez. Böylece mü’min, güvenen ve güven veren kimse olur. Güven vermeyen bir kimse hiçbir fikrin, inancın, dünya görüşünün yayıcısı, tebliğcisi olamaz. Bu itibarla güven, nebilerin en belirgin vasıflarından olmuştur. Kısa süreli güven sorunları yaşansa da; dostuna da düşmanına da güven vermeyi başaramayan kimse Allah indinde makbul kimse olamaz. Güven vermeyi başardığımız kadar güven duymayı da öğrenmemiz gerekir. İnsanları iki şey yıkar: güven verememek ve güvenememek. Bu ikisinden de El Mü’min olan Allah’a sığınmalıyız. O insana güven duymuş ve iradesinde serbest bırakmıştır. Bu güvene layık olmak gerekir.

 

  1. Bir film izlerken fark ettim ki, aldatıcılar yanıltmak ve yönlendirmek istedikleri kişilere genellikle doğrudan yalan söylemiyorlar. Bunun yerine onları kendi keşifleri (buluşları) yoluyla yanlış algı üretmeye sevk ediyorlar. Böylece hem aldatıcının kendisi yalan söylememiş oluyor (ki oyunu tutmazsa “ben yalan söylemedim” diyebilecek) hem de bu şekilde yönlendirme her zaman daha etkili oluyor. Yani insanlar kendi yanlış sezgileri (algıları) yoluyla aldanırlarsa uyanmaları hayli güç oluyor. Keşif yoluyla öğrenme elbette güçlü bir öğrenmedir. Ancak bu keşif algıdan ibaret ise en güçlü aldanışa dönüşüyor.

 

  1. İnsan davranışlarının ve sözlerinin birden çok sebebi olabilir. Bu sebeplerden biri de bizim zannettiğimiz şey olmayabilir. Özellikle insanların söyledikleri veya yapıp ettikleri üzerinden, açıkça söylenmeyen ve bilinemeyen bir sonuç üretiyorsak, vardığımız sonuçları güçlü tanıklıklar ile desteklemeliyiz. Veya ne sonuca varırsak varalım bu sadece bizi bağlamalıdır. Bunun ikinci, üçüncü şahıslar üzerinde bir uygulaması olmamalıdır. Algılarımızın hakikate irtibatı, güçlü delillerle sağlanmadığı sürece algı olmaktan kurtulamaz. Bunu nazara alarak davranış geliştirmeliyiz.

 

  1. Felsefi bir terim anlamında değil de günlük dilde kullanırsak; bazı insanlarda sezgisel okuma yapmak bir hastalık haline gelmiş olabiliyor. “Haaa!.. O bununla şunu demek istedi..” tarzında bir okuma… Sözlerin ve davranışların daima gizlenen bir “art niyet” içerdiği varsayılır. Bunları güya keşfettiği için kendisi ile övünür. Bu boyutta olmasa da hepimiz zaman zaman böyle hatalara düşeriz. Bu şekilde vardığımız sonuçlar bize çok güçlü bilgiler gibi gelir. Sağlam bir bilgiye dayanmaksızın varılan yargılar Kur’an bilgi sistemi açısından zan olarak nitelenir: “Onların çoğu sadece zanna uymaktadırlar. Oysa zan, hiçbir şekilde hakkın yerini tutamaz. Gerçek şu ki, Allah onların yaptıklarını bütünüyle bilmektedir.” < 10Yunus/36> der Kur’an.

 

  1. Sezgi gerçeğin görünen kısmından ve eldeki kesin bilgilerden yararlanarak görünmeyen kısımlara dair çıkarımlar yapmaktır. Sezgi sağlam işleyen bir akli temele dayalı olduğu sürece doğru yargılara götürür. Aksi halde, dış telkinlerle ürettiğimiz algıları güçlü sezgi yerine koyarak varacağımız yargılar bizi hataya sürükler. Algı dış veya iç ayartıcıların yönlendirmesinde veya kontrolünde bir okuma biçimi iken sezgi tecrübe edilmiş öncüllerin ve sağlam delillerin aydınlığında çıkarımlardır. Böyle de olsa sezginin de hakikat karşısında sınanmaya ihtiyacı vardır. Hakikate bütünüyle ilişmek kolay değildir. Bazen hakikat bütün tasarımlarımızın ötesinde olabilir.

 

  1. Sezgi, akıl ve mantıktan bağımsız bir erme hali değildir. Bilakis akıl temelinde gelişir ve değer ifade eder. Sezgi sanıldığının aksine çoğu zaman altında bir düşünme süreci, öncülleri ve tecrübe bulunan bir kavramadır. Sadece duyusal ve mistik süreçle elde edilen bir kavrama değildir. Sezgiyi; kavramlar arası ilişki kurmadan (düşünmeden), vasıtasız bir zihin işlemi zannetmek mistik çevrelerin vehminden başka bir şey değildir. Akıl kullanmadan duyu ve mistik tecrübelerle ermeye çalışanların ereceği şey ancak şeytani telkinler olacaktır. Bazıları sezginin “içe doğma” özelliğini nazara vererek mantık süreçlerinden ve akıldan bağımsız hatta bilakis akıl dışı/ötesi bir erme durumu gibi sunma eğilimindedirler. Oysa akıl yoluyla belli bir seviyede, hazır bulunmuşluk içinde olmadan bizi hakikate ulaştıracak sezgiyi davet edemeyiz. Belki ulaşacağımız şeyler ayartıcı telkinlerden başkası olmayacaktır. Bu hazır bulunmuşluk aynı zamanda belli bir duygu durumunda olmayı da gerektirecektir elbette. Ancak duygusal yoğunluk akla galip geldiği ölçüde ayartıcı/aldatıcı telkinlere açık hale gelmiş olacağız. Selim sezginin bilgiden ve bilinçten bağımsız olduğunu söyleyemeyiz. Bilakis ondan beslenmektedir. Ayartıcı/aldatıcı telkinler ise bilakis bilgiden ve bilinçten kopuk olunduğu ölçüde etkilidir.

 

  1. Güven olgusu, kişiler arasında veya kurumsal yapılar ile toplum arasında “yerindelik ölçeği” olarak çalışır. Bir kurumun veya siyasi erkin, yerindelik testini (işlevini liyakat ile yapıp yapmadığını) muhatabı olan kimseler, hizmet alanlar nezdindeki güveni tespit etmek suretiyle kolayca yapabiliriz. Demem o ki,  evet, güven bir ölçektir. Bu nedenle güven vermeyen bir kimse kendisine mü’min demesin. Güvenilir olmak ve güvenebilmek işte bu kadar çok önemlidir. Güven vermek kadar güvenmek de önemlidir. Esasen insanlara güvenmek, güvenilir olmak vasfından beslenir. Elbette insanlara güvenmek zordur. Veya güvenilir insanları bulmak zordur. Ama bu zorluk ve kötü tecrübeler ileri sürülerek bütün insanların güvenilmez olduğunu varsaymak sağlıklı ve güven verici bir yaklaşım olamaz.

 

  1. Gerçek bir güven, sahih bilgi (hakikat,) fıtri ahlak ve adalet temelinde oluşur. Bundan gayrı güvene itimat olunmaz. Hakiki iman da keza aynı şekilde oluşur. Batıl temelinde inşa edilen inanç modelleri ise vehimler ve sanrılar üretir sadece. Güven, fıtri ahlak ve adalet bazında takiyye kabul etmez. Biraz açarsak, katil olunarak, zina yapılarak, bilumum kötülükleri işleyerek kimlik gizlenemez. Böyle bir yola tevessül edenin Hak nezdinde de güveni kalmaz. Zira küçük günahların sürekli tekrarı veya büyük günahların kolayca icrası aslında kimliğin dönüşümü sonucu yapılabilir. Bu itibarla hakikat yolcusunun böyle bir yola tevessülü de mümkün olmaz. Gerçek güven illegal değil legal kalmayı esas alır. İllegal kalmak ancak sınırlı ve geçici bir süre için kabul edilebilir bir zorunlu olgudur. Şu halde insanlar arası ilişkide veya kurumsal ilişkilerde olsun asıl olan legal olmaktır. (Kastettiğimiz yazılı yasalar değil sadece, insani ortak değerlerden onay alan kanuni ve örfi düzenlemeler karşısında açık kimliğe sahip olmaktır.) Gizli kapaklı işlerin, gizlenen veya eksik verilen bilgilerin olmadığı açık ilişki biçimleri asıldır. İnsanların bilmesi gereken, temel hakkı olan bilgilerin ondan gizlenmesi mutlaka sorun üretecektir. Filmlerde sık sık işlendiği gibi; bir çocuğun anne babasını bilmesi her zaman için gizlenmesinden daha hayırlıdır mesela…

Orhan Cesur