Dindarlık ve ahlaki düşüklük bir arada olur mu? Veya dine bigane kalıp da sürdürülebilir güzel ahlaka sahip olmak mümkün mü?  Bu yazıda işte bu iki sorunun cevabını arayacağım. Bu iki durumu hayatımız boyunca defalarca müşahede ederiz aslında. Bazen bilinçli ve bazen de bilinçsizce bazı kanaatlere sahip oluruz. Bazılarımız tanık olduğu bu durumu istismara yeltenir. Mesela bu istismarın yaygın olanı: Dindarların hep böyle sahtekar oldukları şeklinde özetlenebilir. “Asıl bu takunyalılar, sofulardan korkmak gerekir…” şeklinde söylemler üretirler…

Tek başına duygusal bir dindarlığın insanı selamete çıkarmak bir yana felakete sürüklediği tecrübelerle sabittir. Meşhur bir söz şöyledir: “Cahilin dindarlığı arttıkça sapması da artar…”

Dinin insanlık tarihinde vazgeçilemez bir yeri olduğu düşünülürse sahtekarlığın en çok kullandığı istismar türünün “Dindarlık” olması da gayet doğaldır.

Dindar mıyız? Hangi dinin dindarıyız? İşte önemli olan bu… En temelde iki din vardır biri hak diğeri batıl. Hak olan göklerin iradesidir. Batıl olan ise ya tamamen insanların kendi uydurdukları veya göksel rehberliği referans gösterdiği halde aslında insanların iradesi olan dindir ki bu çoğunlukla karşılaştığımız din şeklidir. İsmi önemli değildir. Bu din kültürel bir dindir. Yeryüzünde yaşayan, insan toplumlarına hakim olan dinlerin ekseri şekli budur. Pozitivist batı modernizmi rayından iyice çıkmış mevcut dini pratiklere tepki olarak çıkmıştır. Göklere meydan okuyarak ortaya çıkmıştır. Mevcut dini pratiklerin gerçeklik ile (hakikat ile) bağının kopukluğunu görmüş; dini ilkel insanların hayallerinin mahsulü sayarak buna tepki olarak din olgusunu tamamen insan ürünü kültür olarak algılamıştır. Yegane gerçekliğin deneysel bilimle, rasyonellikle anlaşılan gerçeklik olduğuna kanaat getirmiştir.

Derken insanlık, tanrı yerine koyduğu bu bilimin de her şeyi izah edemediğini hatta göksel gerçekliğe işaret ettiğini far ketti… Etti de doğru yola mı geldi. Hayır. Yeni bir sapma türü daha üretti. Kültürel dindarlığın yeni versiyonu olan post-modern dindarlığı… Görünüşte her dine, anlayışa, fikre saygılı görünüp aslında hak dinin içini boşaltmayı hedef alan bir dindir bu. Hak dinin kavramlarını kültürel bir işarete, aksesuara dönüştürür. Batılı reddetme iddiasından vazgeçirmek ister. “La ilahe” demeden “illallah” demeyi bir şekilde telkin eder. Aslında yeni bir şey yoktur. Son elçinin içinden çıktığı müşrik toplum da bunu isterdi… Her kesin kendi putunu Kabe’ye koymasını isterdi. Din olgusunun sömürülmesi üzerinden yolunu bulan uyanıklar bunu isterdi…
 
Dindarlığın (bir şekilde göksel rehberliğe nispet edilen bir inanca sahiplik iddiasının) bir istismar sebebi olması iyilikle bağının olduğundandır… Unutmayalım ki değerli olan şeylerin sahtesi üretilir… İyilik, hakikat (gerçek), güzellik,doğruluk, vb. akraba kelimelerdir. Zulmün ve kötülüğün Tanrı ile bağlantısı kurulamaz. Zira tüm kötülük türleri zafiyet içerir ve zafiyet Tanrı özelliği olamaz. Zaafı olanın zulmü olur. Gerçek kudretten sadece adalet sadır olur.
 
Din istismarcıları şirkten dem vurmaz veya onunla mücadele etmezler… Tam bir satıcıdırlar. Duygusal mesajlar verirler. İnsanların aklına değil duygularına hitap ederler. Hikaye (menkıbe) anlatmayı, yerine göre şiir okumayı pek severler… Edebiyat parçalar ve edebiyat parçalayan atalarını yüceltirler..
 
İyilik dindarlığı, dindarlık iyiliği üretir… Aksi durumlar sahtekarlığın göstergesidir. Allah’a yaklaşırken kötülük olmaz. Kötülük yaparak Allah’a yaklaşılmaz.. Şu halde iyi ahlak mutlaka Allah’a yakınlık üretir… Allah’a yakınlık da iyi ahlak üretir. Aksi durum bir sahtekarlığı gösterir…
 
Bazıları dindar gözükmemelerine rağmen neden iyi ahlaklı görünürler? Bazıları fıtrat dinine tabidirler, en azından fıtratı korunmuştur… Bir şekilde edindiği iyi ahlakı korumuştur… Ve mutlaka temelde Allah’a (iyiliğe) daha yakındırlar…
 
İyiliği Kur’an bize şöyle tarif eder:
 
Gerçek erdemlilik, yüzünüzü doğuya veya batıya çevirmeniz ile ilgili değildir; ama gerçek erdem sahibi, Allah’a, Ahiret Günü’ne, meleklere, vahye ve Peygamberlere inanan, servetini -kendisi için ne kadar kıymetli olsa da- akrabasına, yetimlere, ihtiyaç sahiplerine, yolculara, (yardım) isteyenlere ve insanları kölelikten kurtarmaya harcayan; namazında devamlı ve dikkatli olan ve arındırıcı [malî] yükümlülüğünü ifa eden kişidir; ve [gerçek erdem sahipleri] söz verdiklerinde sözlerini tutan, felaket, zorluk ve sıkıntı anlarında sabredenlerdir: İşte onlardır sadakatlerini gösterenler ve işte onlardır Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar.
<Bakara 177, M. Esed meali>