Özgürlük, verili olanağın (imkânın) içinde sorumluluğunu (seçim yapma gücünü) kuşanarak erdeme ulaşmaktır. İnsan imkânının çocuğudur ama imkânı onun bütün sınırları değildir. Zira imkânlar genişleyebilir.
- Cumhuriyet nedir, diye sorulunca epeyce bir çoğunluk, “özgürlük” diyor. Özellikle de kadınlara özgürlükmüş… Bazıları da muasır medeniyetin üzerine çıkmak der… Muasır medeniyet pek de umurumda değil esasen. Zira o muasır medeniyet çoluk çocuk bir halkın tepesine cehennemin boca edilmesine bir şey demediği gibi gladyatör arenasında kan görmeye susamış vahşiler gibi seyrettiler.[1]
- Peki özgürlük mü dersiniz?.. Özgürlük değil ama serbestlik getirdi Cumhuriyet diyebiliriz. Özgürlük olsaydı getirdiği, yakın tarihi konuşurken aman zülfü-yare dokunmasın diye kaygılı olmazdık. Arşivler sonuna kadar açık olur, gizli saklı belgeler dolu olmazdı. Resmi tarihe güvenimiz olurdu…
- Serbestlik dedim ya; bugün bunun örneklerini de bolca gördüm. Kızlar/kadınlar hayli dekolteli dolaşıyorlardı; Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla olsa gerek… Gerçi göbek, basen görmeye alıştık zaten ama bugün daha bir fazlaydı… Bunda şaşılacak bir şey yok. Zaten oldum olası çağdaşlık diye önümüze konan bu serbestlikti…
- Peki Cumhuriyet gerçekten nedir?… Aslında bir yönetim şeklinin adına cumhuriyet demeniz değil de içini nasıl doldurduğunuz önemli… İrili ufaklı bir çok devletin adında cumhuriyet yazar. Mesela şu sıralar Filistin’de açık bir soykırım suçu işleyen bir nevi terör devleti olan İsrail bir cumhuriyet, parlamenter cumhuriyet… Dünyanın en büyük dijital köleliğin temellerini atmış olan Çin devletinin adı da biliyorsunuz “Çin Halk Cumhuriyeti…”
- Buna karşın; kendimize öncü seçtiğimiz ‘Batı’ da bile bir çok ülke var cumhuriyet olmayan, krallık olan… Mesela, anayasal monarşi ile yönetilen ülkeler: Avustralya, Belçika, Birleşik Krallık, Kanada, Danimarka, Japonya, Lüksemburg, Malezya, Hollanda, İspanya, İsveç, Norveç, Tayland, Yeni Zellanda…
- Gördüğünüz gibi… bölgemizin şekillenmesinde bir numaralı ülke olan İngiltere de dahil birçok meşhur ülke krallık. Sembolik demeyin; kraliyetin hayli yetkileri var… Demem o ki bir devletin adında/yönetim şeklinde “cumhuriyet” olması halk için, halk tarafından yönetildiği anlamına gelmiyor… Yoksa elbette milletin, kendi seçtiği insanlar eliyle yönetilmesi iyidir. Ama seçme iradesine sahip bir millet olması kaydı ile.
- Güdülen topluluğun kendi yöneticilerini seçtiği sanılan yönetim metodu olan demokrasiler de cumhuriyetin ne kadar sağlandığını yaşayarak tecrübe ediyoruz zaten… Algı yönetimleriyle sürü haline sokulmuş bireylerin gerçek bir irade, kişilik ve fert olduklarını söyleyebilir miyiz ki onların seçtikleri de adil bir düzen kursunlar…
- Aslında ne devletin şeklinin şu veya bu olması ve ne de metodun demokrasi olması adil bir düzen sağlama garantisidir. Toplumun ve fertlerin üzerinde hiçbir hegemonyanın, sınıfın baskı kurmamış olması asıldır. Bunun içinse en elzem iki şeyden biri, gelir adaletinin sağlanması; diğeri inanç ve düşünceyi söyleme özgürlüğünün sağlanmasıdır. Ancak burası zurnanın zırt dediği yerdir. Azman bir liberalizmin veya azman bir sosyalizmin varacağı sonuç aynıdır: algı yönetimi yani büyü ve sihir yoluyla sürüleşen bir toplum. Yakın zamanda yaşadığımız garip “pandemiyi” hatırlayın. Azman sosyalizm örneği Çin de insanlar nasıl köleleştirilmiş, evlerine hapsedilmiş; bütün yaşamları gözetim altında… Liberalizmin ve muasır medeniyetin merkezi Avrupa da farklı değildi…
- Kanaatim odur ki, dünya tarihinde hiç olmadığı kadar büyü ve sihir günümüzde geçerlidir. Büyü ve sihir (algı yönetimi) üniversitelerde ders olarak okutulur. Sanat diye alkışlanır. Tüketici yerine konan geniş kitleler reklam büyüsüyle sevk edilirler. Batının niye dünyaya demokrasi ihraç etmeye çalıştığını sanırsınız. Çünkü demokrasi, açık toplum demek. Bütün koruma kalkanları kaldırılmış, küresel kültürün kucağına sosyal medya sofrasında ikram edilmiş toplum. Bu toplumda en çok konuşulan özgürlüktür. Bilinçaltı metotlarla güdülen sürüler, hala özgürlük demeye devam ederler. Seçen kendisi olmadığı halde ben istiyorum, ben seçiyorum, ben yapıyorum zannederler… Bu şeytanlığa şapka çıkarmamak elde değil…
- Liberalizmde insanlar atomize edilerek (ait olduğu sosyolojiden, kolektif bütünden koparılarak) köleleştirilirken sosyalizmde insanlar kolektif bütüne feda edilerek köleleştirilir. İşte bütün bunlar dinin sadece Allah’a has kılınmasıyla önlenebilir. Allah’tır sadece kayıtlar/sınırlar koyabilecek olan. İnsanlara uyacakları temel normları belirleyecek olan…
- Buraya nasıl geldik anlaşılması için; “dinin yalnız Allah’a has kılınması[2]” ne demek iyi anlaşılması gerekir. Peşinen söyleyeyim ki bu bir din dayatmak kesinlikle değildir… İnsanların Allah’ın mesajıyla başbaşa kalabilmeleri; hür iradeleriyle seçimlerini yapabilmeleridir. Seçimlerini Allah’ın dininden yana yapanlar dinde kardeşimiz; diğerleri insanlıkta kardeşimiz olurlar. Ama kim ki zalim olmayı seçer de ısrar ederse o da düşmanımızdır…
- Allah’ın dini ile (mesajı ile) başbaşa kalmak kolay değildir lakin. Pek çok aracı kurumlar, kültler, mitolojiler, mezhepler, fırkalar devreye girecektir. Buna engel olmak mümkün değildir. Aslında zorla engel olmaktan da söz edemeyiz. Donanımlı insan bunu kendi başına başarmak zorundadır. İşte tam da bu noktada yeni bir şeytanlık ortaya çıkar ve der ki çocuklarınıza küçük yaştan itibaren din anlatmayın; bırakın onlar kendi seçimlerini kendileri yapsınlar… Sanki sen bırakırsan o bırakacakmış gibi… Kucağına attığın sosyal medya ve diğer platformlar özgürlük ortamıymış gibi… Eğitimciler de öz güven ve özgürlük söylemiyle bu şeytanlığa bilerek veya bilmeyerek destek verirler.
- Sonuç: yaşayarak tecrübe ediyoruz. Ananın atanın kendi çocuğuna sözü geçmez. Kendi kültürünü aktaramaz toplum. Giderek küresel kültürün çöplüğüne dönüşür. Neye inanıp, neyi benimseyeceğini bilmeyen; küçük hazların peşinde, mutluluğun siparişle gelmesini bekleyen bir nesil… Sosyal medyadan güdülen; duygusal söylemlerle kolayca gaza gelen bir sürü. Kişi kültüne teslim, mitolojik anlatılara teşne… Gezi hareketi olarak; hayvan hakları savunucusu olarak; LGBT savunucusu olarak karşına dikiliverir. İnanmışlığına şaşar kalırsın…
- Ne gariptir ki, bireyci (liberal) sapkınlığın vardığı yer ile kolektif, cemaatçi söylemin vardığı yer aynı olur: Sürüleşme. Bir tarafta cemaatler, fırkalar, mezhepler, tarikatlar; diğer tarafta bireyci, özgürlükçü, çağdaşlık söylemleri… İkisi de insanı sürüleştirir. Biri türbelere, diğer anıt mezarlara götürür sizi. Biri şeyhlere, gavslara, diğeri ulu devletlilere kul eder. ikisi de kişi kültüne götürür sizi. Biri dünyayı dışlayıp ahireti önünüze kor hedef olarak; öbürü ahireti dışlayıp dünyayı kor önünüze. İkisi de Allah’tan uzaklaştırır…
- İşte bu ikisinden de dengeli bir mesafede durabilirseniz dini Allah’a has kılmayı başarırsınız…
Orhan Cesur
————————
[1] Hamas‘ın 7 Ekim’de İsrail tarafına düzenlediği Aksa Tufanı operasyonun ardından başlayan İsrail-Hamas savaşı sürüyor. Aslında bir savaş değil. İsrail geceleri sabahlara kadar Gazze’in üstüne bomba yağdırıyor. Yasaklı fosfor bombaları dahil… Bugün 30 Ekim ve İsrail’in soykırımı devam ediyor ve dünya egemenleri hala seyrediyor. Hatta İsrail’e destek veriyorlar.
[2] <Fitne tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur.> Bakara 286. Bu ayet, insanları kılıç zoruyla İslam’a zorlamak anlamına kesinlikle değildir. Zaten ayetin içinde, önünde ve ardında bunun işaretleri vardır.