Bir haber programında rastladım, depremzedelere yönelik oluşturulmuş merkezin tabelasına bu başlığı yazmışlar…
Psikolojik destek mi dediniz?.. Bu ifade nedense beni kaygılandırır. Zira bilirim ki bu destek, Batı kaynaklı, kültürel kodlarımıza hiç de uymayan eğitimle kültürlenmiş kimselerin sağlayacağı bir hizmet olması hasebiyle yakın vadede faydalı gibi görünen ama uzun vadede ifsat edici olabilir. Evet, bu bir önyargı; ama uzun yıllardır ülkemizde cari olan modern eğitim sisteminin nasıl bir mahsul verdiğine şahit olmuş bir ön yargı…
Ruhunu besle, kendini sev. Tamam, ruhu beslemelisin ama neyle? Tamam Kendini sev ama hangi kendini?..
Size gereksiz titizlik gibi gelebilir veya tuhaflık sayabilirsiniz tavrımı… Elbette kimse beni dinlemeyecek, bu yazdıklarım ilgilisine ulaşacak da o da; “ha, bu doğru olabilir” deyip bir yanlışından dönecek değil… Ben kendime söylüyor ve yazıyorum. Sesli düşünüyorum. Ruhumu besliyorum. Böyle şeylere duyarlıyım diyelim… Ne sayarsanız yani…
Birkaç yüzyıldır Modern Batı usulleri ve enformasyonuyla beslenen dünyanın geldiği noktayı hepimiz görüyoruz… Hali hazırda ortaya çıkan şiddet, cehalet, duyarsızlık karşısında Din-i İslam’ı veya onun hesabına giydirilen kültürü suçlamayı maharet sayan kesimlere hatırlatırım ki, yüzyıldır sizin zihin kotlarınıza göre düzenlenmiş bir eğitim caridir bu ülkede. Hem de her bakımdan caridir. Resmi eğitim programlarıyla, Medya eliyle, güdümlü sanat, spor, sinema, moda dünyasıyla caridir. İnsanları her bakımdan kuşatmış bir Batılı yaşam kültürü hakimdir insanlara… Böyleyken yozlaşmış geleneğin, arabesk kültürün, post-modern ayartıcılığın, aymazlığın suçlarını Allah’ın dinine yazmaya çalışıyorsunuz… Bu, bahsi diğer… Ben şu söze geleyim tekrar:
Ruhunu Besle, Kendini Sev. Müzik ruhun gıdasıdır, derler ama asıl sorun hangi müzik gıda olmak bakımından iyi gelir insana. İyi insanı üreten hangisidir? İyi insan nasıl olur. Hangi sanat, hangi spor, hangi moda?… Basitçe cevap vermeyi deneyeceğim. Ruh kalp, gönül, akıl, irade, vicdan gibi şubeleri olan; bağlama göre bu isimleri (fonksiyonları) bünyesinde mündemiç bir gayri maddi unsur ki insansı varlığı, bir nevi hayvanı, insan olarak isimlendirmemize yarar. Mahiyeti itibari ile maddi olmayan, manevi varlığın gıdasının da maddi olmaktan ziyade manevi yön, içerik taşıması gerekir.
Merhametle, adaletle, dürüstlükle beslenmeyen bir ruhun sağlıklı bir vicdan olarak karşımıza çıkması belki olasıdır ama genel kural değildir. Cömertlikle, diğerkâmlıkla beslenmeyen bir ruhun gani gönüllü olması, olası olsa da genel kural değildir. Dünya hayatı yüceltilerek, ahiret unutturularak beslenmiş bir ruhun gözünde ölüm korkunç bir olgudur. Sen dünyanın merkezisin, dünya senin etrafında dönüyor telkiniyle beslenen bir ruhun toplumsal çıkarları kendi çıkarlarına tercih edeceğini beklememiz olası olsa da genel kural değildir.
Oyun ve eğlenceyle, gamsız ve sorumsuzlukla, arsızlıkla beslenmiş bir ruhun, duygudaşlık kuran ve utanma duygusu güçlü bir insan olması ne oranda mümkündür?.. Benliği öldürmek, güya nefis düşmanı tasavvufçu çevrelerin pek yücelttiği bir öğreti olsa da Allah’ın dinine ait değildir. Öte yandan nefsin arzularını yüceltmek; özgürlüğü sorumsuzluk şeklinde ikame etmek; böylelikle narsist kişilikler üretmek de asla Allah’ın dini açısından muteber değildir. Allah’ın vasat dini İslam, duyguların azmanlaştırılmasını da yok sayılmasını da yadsıyarak daima dengeli bir kişilik üretmeyi hedefler.
Şu halde ruhun neyle ve nasıl besleneceği ve kendini sevmenin hangi ölçüler çerçevesinde olacağı; bu “ruhu besleme” ve “kendini sevme” olgusunun hangi öğretilerden yola çıkılarak tahkim edileceği elbette çok önemlidir. Ruhu besleme ve kendini sevmenin neliğine ve nasılılana cevap aramadan kurgulanmış eğitim programlarının toplumumuzu milli bir şuur ortamına taşıyamayacağı gayet açıktır ve hatta test edilmiştir.
Depremde sarsılmış bir ruhu neyle ve nasıl beslemek gerekir? Dehşeti yaşamış, örselenmiş bir nefsi nasıl ayağa kaldırmak gerekli?.. Şüphesiz, psikolojik destek vermek istediğimiz kişi hangi olgunluk düzeyindedir; yani çocuk mudur, genç midir, yetişkin mi; kadın mı erkek mi vb. kişilik özellikleri de hesaba katılmalıdır.
Ölümü yadsıyarak mı, unutturarak mı; yoksa ölümün, yaşamın bir parçası olduğunu hatırlatarak mı yapmalıyız bu desteği?.. Deprem olgusu dolayımında başımıza gelenlerin hesabını kime fatura edeceğiz. Hangi oranda yükleneceğiz kendimize… Sorumluluklarımız nelerdi ve biz bunları ne oranda yaptık. Başımıza gelenler ile hatalarımızın ilişkisini kurarak dersler çıkarabilecek miyiz… Yoksa unutmak, yok saymak ve nefsimizi yüceltmek temelinde mi destekleyeceğiz…