Ne devlet bakidir ne millet… Huve-l-Baki… هو الباقی

  • Siyaset mi esas olan sosyoloji mi? Devlet mi önemli Millet mi?.. Siyaset merkezli hayata bakış o kadar gündemimizi meşgul eder oldu ki kurtuluş çarelerini hep siyaset üzerinden arar olduk.  Siyasi duruşumuz her alanda görüşümüzü etkiliyor. Her ne kadar insanlık bu olguyla tarih boyunca hep yüzleşmiş olsa da buna, olması gerekendir diyemeyiz. Olgunun yaygınlığı doğru olduğu manasına gelmez zira. Ayrıca her sorunu, tarafı olduğumuz siyasi veya ideolojik eğilim üzerinden okuyor olmamız, o sorunun sebeplerini belirleme açısından da körlüğe yol açmaktadır. Yani siyaseti merkeze alan bakış açılarının sağlıklı bir sosyolojiyi  üretmesi veya desteklemesi mümkün olmaz çoğu zaman. Siyaset merkezli bakış toplumun geneline yayılan baskılar üreterek özgün fikirlerin gelişeceği vasatı yok eder ve giderek zorbalığa dönüşür. Tarafgirlik ve liyakatsizlik yaygınlaşır. Siyasi, fikri hatta iktisadi muarızlar kolayca “vatan haini” damgası yiyebilir. Değerler sıralaması tepetaklak olur. Değeri olmayan değerler üretilir.

 

  • Oysa tarafı olduğumuz (meylettiğimiz) değerlerin olgular üzerinden test edilmesi lazımdır. Ki acaba gerçek bir değer midir elimizdeki, anlaşılsın… Yoksa sahte değerlerin örüntüsü olan bir bilincin tesirinde miyiz? Bunu sorgulayacak cesareti taşıyan bir kimse için hakikatin şafağı yakındır.

 

  • Büyük dünyayı dönüştürmeye gücümüz yok diye ümidimizi yitirmemeliyiz. Ama böyle bir bahaneye sığınarak, kolayı tercih edip düzene teslim olmayı da asla yapmamalıyız. Önce kendi küçük dünyalarımızda dönüşümü gerçekleştirmek zorundayız. Hem büyük dünyanın değişmesinin yolu buradan geçtiği için hem de başarıdan değil çabadan sorumlu olduğumuz için bu böyledir. Evet, biz çabadan sorumluyuz, başarıdan değil. Allah dileseydi bütün insanlığı emrine boyun eğdirir ve tek bir ümmet yapardı.<16-Nahl/93>  Lakin o, yarattığı gerçek iradeye (cüz-i iradeye) güven duymakta ve fırsat vermektedir. Kimse, iradesi ile gerçekleştirdiği iyiliği/kötülüğü yazgıya bağlamasın. Bu Allah’ın projesine (yarattığı iradeye, insana) saygısızlıktır. Allah gerçekten kendi çabasıyla eylem ortaya koyan bir varlığı yaratamaz mı yani?… Bilakis, yaratmıştır zaten.

 

  • Büyük laf etmeyi sevenler düşünmeden ebedilik nakaratları döktürürler. Kendi milletini, ülkesini, devletini ebedi olarak nitelemek temenniden öte bir gerçekliğe sahip olmadığı halde kendilerini bu hamasete kaptıranlar az değildir. Esasen bu hamaset, siyaset güdümlü çoğu insanın düştüğü hatadır. Genellikle yöneticiler ve ideolojik saplantı içinde bulunan kimseler hamaset söylemini çok severler. Ve maalesef hamaset, yığınların gazıdır. Motivasyon kaynağıdır.

 

  • Hamasete teslim olanlar, değerler arasında doğru sıralamayı yapamazlar. Mesela devlet ve millet iki değer olarak nasıl sıralanır. Siyaset merkezli bakışın etkisiyle çoğu zaman devlet kutsanırken millet ihmal edilir. Hatta kurban edilir.  Şüphesiz millet daha önemlidir, esas olandır… Önce insan vardır. Sonra onun ürettiği sosyoloji… Bu sosyolojide bir yönetim sorunu ortaya çıkar. Siyasetin amacı sosyolojiyi korumaktır. Belki ıslah etmektir ama sosyoloji tasarlamak değildir. İdeolojik zihinler “on yılda on-beş-bin genç yarattık her yaşta” diye marşlar üretirler. Öyleyse toplumda ıslah hareketleri, insani temel değerler bazında kalması gerekir. Oysa devrimci yaklaşımların toplumun ıslahından anladıkları hepten yıkıp yeniden tasarlamaktır. Toplumun dinini belirlemek mesela, siyasete düşmez. Allah’ın insanı ve tabi ki onun oluşturacağı sosyolojiyi serbest bıraktığı noktalarda biz kendi kafamızdan dayatma yapamayız. İnsana baskı, sadece kendi onayladığı değerler, umdeler üzerinden yapılabilir. Zira kişi iddiasından vurulur. Bir de topluma zarar vermesine engel olmak bakımından…

 

  • Sosyoloji belirleme yetkisi ve hakkından söz edebileceğimiz tek liderlik belki de aile liderliğidir. Bu itibarla aile hiçbir zaman ve şartta reddedilemeyecek tek gerçek sosyolojik kurumdur. Ailede siyasi erk, velayet ebeveyne (veya kıdemli atalara) aittir. Geleneksel formatta anne-babanın ve diğer büyük ataların yaşam modeli miras gibi yeni nesle aktarılır. Ancak günümüzde bu sürecin bu şekilde işlemesi kesin olarak öngörülemez. Ancak yine de çocukluk döneminde ebeveyn çevresinden bir etkilenme kaçınılmazdır. Böylece aile sosyolojisini belirleyen bir aile liderliğinden söz edebiliriz diye düşünüyorum. Ne yazık ki geldiğimiz eşikte ebeveyn, çocuğu üzerindeki hak, sorumluluk ve yetkisini bazı durumlarda devlete (okula, öğretmene) bazı durumlarda ise toplumu tesiri altına alan istilacı kültürün eline terketmektedirler.

 

  • Toplumu dönüştürmek bireysel dönüşümle mi olur (bireysel bilinçlenme ile mi) yoksa sıradan bireylerin kolektif bilinç etkisinde korunmasıyla mı? Bu ikisi birbirinin muadili değildir. Her ikisi de bağlama uygun bir şekilde dönüşümlü veya eşgüdümlü kullanılır. Bireysel dönüşüm kalıcılık (süreklilik) sağladığı gibi aynı zamanda ideal olarak olması istenendir. Ne var ki toplumun çoğu kesimi için bunun uygulanabilirliği zor ve uzun vadelidir. Hatta pek çok kimse hiçbir zaman kendi özgüveniyle ayakta duramaz. Her zaman güçlü bir bilincin gölgesine sığınır. Kolektif bilinç üzerinden dönüşüm ise insanların boyun eğeceği bir otorite (güç, bilgi, maharet) gerektirir. İster istemez biraz baskıcı olma veya baskıcı görünme tehlikesi vardır. Bu yöntemi uygulayanlar, muarızları tarafından despot olmamakla kolayca suçlayabilir. Günümüzde özellikle küresel kültür ve yandaşları, insanları özgürleştirme sloganıyla yerel kültür unsurlarından (değerlerinden) kopararak yüzer-gezer bir tasavvurun elinde bireyselleştirmekte (sürüleştirmekte) ve böylece o bireylerin bilinçaltlarına yeni medya imkanlarıyla kolayca ulaşarak istediği gibi yönlendirmektedir.

 

  • Toplumsal sorunlarımızın en önemli sebebi kendimize ait bir ‘Kolektif Bilinç’ten yoksun olmamızdır. Kolektif bilinç bireyin dışında, baskısını hissettiği normatif düzeni ifade eder. Durkheim’a (2004) göre toplumsal bilinç, bir toplumun bireylerindeki ortak inanç ve duyguların bütünüdür. Ve bu bütün kendine has yaşantısı olan belirli bir sistem oluşturur. Toplumsal bilinç, bireysel bilinçlerdeki inanç ve duygular sayesinde oluşur ancak kendi yasalarına göre evrilir ve yalnızca bireysel bilinçlerin sonucu değildir. Toplumsal bilinç bireylerin içinde bulunduğu özel koşullardan bağımsız olarak vardır. Bireyler geçicidir o kalır. “Toplumsal bilinç, ancak bireylerle gerçekleştiği halde, bireysel bilinçlerden bambaşka bir şeydir. O, toplumların ruhsal tipidir, tıpkı bireylerdeki gibi kendi özellikleri, kendi varoluş koşulları kendi gelişme tarzı olan tam bir tiptir.” (Ergün, 2010) Bergson’dan ve Durkheim’den çok etkilenen Ziya Gökalp aynı kavram için ‘Maşeri Vicdan’ ifadesini kullanır. (Sağlam, 2014)
  • Ülkenin yöneticileri, içe ve dış politikada her sorunu siyaset merkezli ele aldıklarında dar bir çerçeveye sıkışabilirler. Oysa siyaseti değil sosyolojiyi, çıkarı değil hakça paylaşımı öne çıkaran bir siyasal dil üretebilirlerse; düşman ülkelerin bile devletleri ile halklarını ayıran bir dil üretebilirlerse önlerine yeni yeni menfezler açılacaktır… Ve tabi ki dostların sayısı artırılmalı, düşman sayısı eksiltilmelidir.  Her kesimle/ülkeyle diyalog yolları, işbirliği imkanları gözetilmelidir. Ama sadece çıkar temelli bir politik anlayışla değil… Böyle bir anlayış başlangıçta iyi bir strateji gibi görünse bile uzun vadeli fayda üretmez. Oysa milletlerin uzun vadeli projeksiyonları olmalıdır. Barışçı olmayı, hakça paylaşımı, adaleti, insanı öncelemeyi bize dinimiz öğretmektedir. Öyleyse imanı imkana çeviren bir siyaset dilini hayata hakim kılmak zorundayız. Hem içte hem dışta bu dil bizi başarıya götürecektir.
Orhan Cesur