İster itikadi, ister siyasi, ister fıkıhla ilgili olsun karşılaştığımız her sorun İslam dünyasının zihinsel dağınıklığını açığa çıkarmaktadır. İşte onlardan biri de Miras ve Vasiyet hakkındadır. Veda Hutbesinde “Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur” der ama buna karşın konuyla ilgili ayetlerin nerdeyse bütün meallerinde ölenin vasiyet bırakmış olması farz gibi aktarılır. “Birinize ölüm geldiği vakit, bir hayır (bir mal) bırakacaksa, babası, anası ve en yakın akrabası için meşru bir surette vasiyet etmek, Allah’tan korkan kimseler üzerine yerine getirilmesi vacib bir hak olarak size farz kılındı.” Şeklinde bir meal yapılır… Benzer pek çok konuda olduğu gibi mealler geleneksel tefsirin etkisiyle gerçekleşir. Meal yapan kimse salt Arapça bilgisiyle meal yapacak olsa ortaya bambaşka anlam çıkacakken o konu hakkında fıkıh nasıl gelişmiş, yaygınlaşmış, kabul görmüş ise ona itibar edilerek meal yapılmaktadır… Köleliğin sürdürülmesi ve cariyelerin nikahsız olarak istismarı konusu da böyledir mesela… Böyle olunca Dinde sanki çelişkiler varmış gibi ortaya çıkıyor ve birçok insanın kafası karışıyor… Öyle fıkıh hükümleri var ki adeta insanları dinden soğutmak için konmuş… Oysa indirilen ayetlerin yaratılan ayetlere (insan olgusuna, insani yaşantıya) uygun olması gerekmez mi?…

İnsanımız neredeyse son nefesine kadar malını paylaştırmıyor, elinde tutuyor ve ileri yaşlılıkta diyor ki ben öldükten sonra malımın bir kısmını şöyle yapın… Mesela şuraya vakfediyorum… Bunu da güya büyük bir hayır yapmış gibi algılıyor ve itibar görüyorlar… Oysa onlar öldükten sonra malın sahibi değiller ve bu malı bağışlamak hiçbir şekilde büyük bir iyilik değildir… Bu aslında mirasçıdan mal kaçırmaktan başka değildir. Oysa kendisi yaşarken vermeli ve kendisini mahrum etmeliydi…

Münafikun 10

Ve enfikû min mâ razeknâkum min kabli en ye’tiye ehadekumu-lmevtu feyekûle rabbi levlâ aḣḣartenî ilâ ecelin karîbin fe-assaddeka ve ekun mine-ssâlihîn(e)

Herhangi birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın.

 

Hadis: Buhari’de ve Müslim’de

Hangi sadaka daha faziletlidir? Sorusuna Allah Resulü şöyle diyor:

Sağlıklı ve hırslı olduğun; fakirlikten korkarak zenginlik beklentisi içinde olduğun sırada verdiğin sadakadır. Can boğaza gelince şuna şu kadar, buna bu kadar deme; artık o mal filanın olmuştur…

Kelime Olarak Vasiyet:

Vasiyet ve yakın anlamdaki Vasi kelimesinin kökenine bakacak olursak:

Vasi Kelime Kökeni

Ar wāṣī واصي [#wṣy sf.] vesayet eden, tavsiyeci, iş veya akıl veren, yol gösterici < Ar waṣā وصا yol gösterdi, tavsiye etti, sipariş etti → vesayet

Tarihte En Eski Kaynak

[ Mukaddimetü’l-Edeb (1300 yılından önce) : vāsī dikti aŋa malında ]

Önemli Not: Bu kaynak kayıtlara geçmiş ve bu kelimenin kullanıldığı yazılı ilk kaynaktır. Kullanımı daha öncesinde sözlü olarak veya günlük hayatta yaygın olabilir.

Kelime Kökeni

Arapça wṣy kökünden gelen wāṣī واصي  “vesayet eden, tavsiyeci, iş veya akıl veren, yol gösterici” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça waṣā وصا  “yol gösterdi, tavsiye etti, sipariş etti” fiilinin sıfatıdır. Daha fazla bilgi için vesayet maddesine bakınız.

Vasiyet Kelime Kökeni

Ar. waṣiyya وصيّة [wṣy msd.] 1. nasihat, talimat, yönerge, 2. kişinin ölümünden sonra yerine getirilmesi için bıraktığı talimat < Ar waṣā وصا yol gösterdi, tavsiye etti → vesayet

Tarihte En Eski Kaynak

[ (1300 yılından önce) ]

Önemli Not: Bu kaynak kayıtlara geçmiş ve bu kelimenin kullanıldığı yazılı ilk kaynaktır. Kullanımı daha öncesinde sözlü olarak veya günlük hayatta yaygın olabilir.

Kelime Kökeni

Arapça wṣy kökünden gelen waṣiyyat وصيّة  “1. nasihat, talimat, yönerge, 2. kişinin ölümünden sonra yerine getirilmesi için bıraktığı talimat” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça waṣāوصا  “yol gösterdi, tavsiye etti” fiilinin masdarıdır. Daha fazla bilgi için vesayet maddesine bakınız.

 

Bakara 132 ‘de vasiyet kelimesi şöyle kullanılmış:

وَوَصّٰى بِهَٓا اِبْرٰه۪يمُ بَن۪يهِ وَيَعْقُوبُۜ يَا بَنِيَّ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰى لَكُمُ الدّ۪ينَفَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَۜ

Vevassâ bihâ ibrâhîmu benîhi veya’kûbu yâ beniyye inna(A)llâhe-stafâ lekumu-ddîne felâ temûtunne illâ veentum muslimûn(e)

İbrahim, bu dine uymayı oğullarına vasiyet etmişti. Yakup da öyle yaptı. Dedi ki: “Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti, son nefesinize kadar Allah’a teslim olmuş kişiler olarak yaşayın.” <A.B>

 

Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Ya’kub da, “Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslâm’ı) seçti. O halde sadece Müslümanlar olarak ölünüz” (dediler). <D.V.>

 

Asr 3

وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا

ve tevâsav bilhakki ve tevâsav bi-ssabr(i)

“…birbirine doğruları tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler…”

Şu halde Bakara 180 ayetinde sözü edilen vasiyet kime yükümlülüktür?… Geleneksel kabule göre ölüm gelip çatan kimseye vacip olur…. Bu durumda Veda hutbesindeki ifadeyle çelişki ortaya çıkar… Allah Resulü Vasiyet gerekmez diyor… Kur’an size yazıldı diyor… O halde vasiyet, ölenin yakınlarının miras paylaşımını yerine getirmelerini istemektir… Böyle anlaşıldığında çelişkiler ortadan kalkar…

VEDA HUTBESİ

Ey insanlar! Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesini ayırmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır.

Bakara 180

كُتِبَ عَلَيْكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ اِنْ تَرَكَ خَيْرًاۚ اَلْوَصِيَّةُلِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ بِالْمَعْرُوفِۚ حَقًّا عَلَى الْمُتَّق۪ينَۜ

Kutibe ‘aleykum iżâ hadara ehadekumu-lmevtu in terake ḣayran elvasiyyetu lilvâlideyni vel-akrabîne bilma’rûf(i) hakkan ‘ale-lmuttekîn

Birinize ölüm gelir de geriye mal bırakmış olursa, onu, anası, babası ve en yakınları arasında belirlenmiş paylara göre bölüştürmek,[*] içinizden Allah’tan çekinerek kendini koruyanlar üzerine farz kılınmıştır. <Bayıdır>

 

Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı. <Diyanet M.>

 

Birinize ölüm geldiği vakit, bir hayır (bir mal) bırakacaksa, babası, anası ve en yakın akrabası için meşru bir surette vasiyet etmek, Allah’tan korkan kimseler üzerine yerine getirilmesi vacib bir hak olarak size farz kılındı. <Elmalılı>

 

“Bu ayeti nasıl anlıyor insanlar: “Birinize ölüm geldiği vakit, bir hayır (bir mal) bırakacaksa, babası, anası ve en yakın akrabası için meşru bir surette vasiyet etmek, size farz kılındı….” Şeklinde oysa ayette

 

“…Allah’tan korkan kimseler üzerine yerine getirilmesi vacib bir hak olarak size farz kılındı…” diyor. Bu anlamın yanlışlığı şuradan da anlaşılır: Vasiyet farz ise ölümün gelip çatmasını niye bekleyelim. Ölüm gelip kapıya dayanmadan yapmak gerekir… Ölüm anında hem sağlıklı düşünemeyiz hem de ölüm korkusuyla yapılacak iyiliğin ne önemi olabilir?…

 

 

Bakara 240

وَالَّذ۪ينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجًاۚ وَصِيَّةً لِاَزْوَاجِهِمْ مَتَاعًا اِلَىالْحَوْلِ غَيْرَ اِخْرَاجٍۚ فَاِنْ خَرَجْنَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪ي مَا فَعَلْنَ ف۪ٓياَنْفُسِهِنَّ مِنْ مَعْرُوفٍۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ

 

Velleżîne yuteveffevne minkum veyeżerûne ezvâcen vasiyyeten li-ezvâcihim metâ’en ile-lhavli ġayra iḣrâc(in)(c) fe-in ḣaracne felâ cunâha ‘aleykum fî mâ fe’alne fî enfusihinne min ma’rûf(in)(k) va(A)llâhu ‘azîzun hakîm(un)

Vefat ettiğinde geride eş bırakacak olan erkekleriniz, eşlerinin, evden çıkarılmadan, bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler. Kendileri çıkarlarsa, marufa uygun olarak yaptıkları şeyden dolayı size bir günah olmaz. Üstün olan ve kararları doğru olan Allah’tır. <A.Bayındır>

 

Sizden ölüp de (dul) eşler bırakan kimseler, zevcelerinin, evlerinden çıkarılmadan, bir yıla kadar bıraktıkları maldan faydalanmaları hususunda (sağlıklarında) vasiyet etsinler. Eğer o kadınlar, (kendiliklerinden) çıkıp giderlerse, kendileri hakkında yaptıkları meşru şeylerden size bir günah yoktur. Allah azîzdir, hakîmdir.<D.V.>

Bu ayeti nasıl anlayacağız? Burada geçen vasiyet mirasın taksimine dair değildir. Bu ölümden bir şekilde zarar görecek olan kimselerin kollanmasının tavsiye edilmesinden ibarettir. Mirastan payı olmadığı halde bakımı üstlenen kimselerin bir süre daha bakılmasının tavsiye edilmesidir…

 

Nisa 8

وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُو۬لُوا الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ فَارْزُقُوهُمْمِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلًا مَعْرُوفًا

Ve-iżâ hadara-lkismete ulû-lkurbâ velyetâmâ velmesâkînu ferzukûhum minhu vekûlû lehum kavlen ma’rûfâ(n)

Mirasın paylaştırılması sırasında, yakınlar, yetimler ve çaresiz kalmış kimseler[*] bulunursa, ondan onları da rızıklandırın ve onlara güzel bir söz söyleyin.<A.B.>

(Mirastan payı olmayan) yakınlar, yetimler ve yoksullar miras taksiminde hazır bulunursa bundan, onları da rızıklandırın ve onlara güzel söz söyleyin.<D.V.>

 

Paylaşma sırasında akrabalar, öksüzler, yoksullar hazır bulunurlarsa, onlara da bir şey verin ve onlara güzelce sözler söyleyerek gönüllerini alın.<Elmalılı>

 

[Mirasın] bölüştürülmesi sırasında [öteki] akrabalar, yetimler ve muhtaçlar hazır bulunduklarında, onlara geçinmeleri için bir kısmını ayırın ve onlarla nazik bir şekilde konuşun.<M.Esed>

 

Bu ayet aslında vasiyetin (miras taksiminin) yapılması esnasında nelerin de dikkate alınması gerektiği yönünde bir tavsiyedir. “…Mirastan payları olmasa da şunları, şunları da hesaba katın, onları da memnun edin ve güzelce sözlerle gönüllerini alın…” demektir