Giriş
- İlk insan ve aynı zamanda ilk nebi olarak bildiğimiz Adem (as) nasıl yaratıldı? Balçıktan mı yaratıldı, daha önce var olan ve evrimleşen bir tür insansı atadan mı geldi? İlk insan Adem midir; onunla beraber başka insanlar da var edildi mi? Havva, Adem’in bir parçasından mı yaratıldı yoksa O da adem ile aynı kaynaktan mı geldi? Adem ve Havva ilk çift olarak tüm insanların atası mı? Böyleyse Adem’in çocukları birbirleriyle evlenerek mi çoğaldılar?.. Kur’an’da “Beşer” kelimesi ile “İnsan” kelimesi hangi ayrım için kullanılmaktadır? “Beşer” kelimesi insan öncesi, insansı varlık için mi kullanılmaktadır?.. İnsanlık yeryüzüne nasıl yayıldı.. Erkek kadından üstün mü?.. Yaratılış açıklamalarında İsrailiyatın rolü?.. Topraktan yaratılma ilk yaratılışı mı gösterir yoksa halen devam eden toprak mahsulleriyle ortaya çıkan elementer oluşumu mu gösterir? Topraktan yaratılma sembolik bir anlatım olabilir mi?..
- Evet, sorular böyle uzayıp gider. Ve bu sorulara verilen cevapların çok çeşitli olması, İslam Dünyası’nın kafasının bu alanda da maalesef karışık olduğunu gösterir. Epeyce bir yekun tutan kesimler bu soruların sorulmasını da; bunlara verilen cevapları da gereksiz bulurlar. Bunlara göre pek çok alanda olduğu gibi bu soruların cevapları da o muhteşem atalar (ulema) tarafından çoktan verilmiştir ve başka cevaplar aramak gereksizdir; hatta fitneciliktir; yeni şeyler söyleyerek dikkat çekme gayretkeşliğidir… Lise yıllarından beri devam ettirdiğim fikri tekamül ve Kur’an talebeliği bana şunu öğretti ki, asıl bu atacıları dikkate almaya hiç gerek yoktur. Bunların yaptığı atalara övgüler dizmek, menkıbeler anlatmak ve körü körüne taklit etmektir. Kur’an’ın Müslümandan beklediği davranış asla bu değildir. “…Ama onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde bazıları: “Hayır, biz (yalnız) atalarımızdan gördüğümüz (inanç ve eylemler)e uyarız!” diye cevap verirler. Ya ataları akıllarını hiç kullanmamış ve hidayetten nasip almamış iseler?”<2-Bakara/170>
- Allah insanı veya eşyayı dilediği herhangi bir yöntemle doğrudan veya aşamalı olarak yaratabilir. Bunun keyfiyeti tamamen O’na aittir. Biz O’nun kitabına; kendi arzumuz doğrultusunda anlam yükleme çabasında olamayız. Lakin, bu konuda bir usulü, koyduğu bir yasası var mı onu da bilmemiz gerekir. Yoksa “dilerse olmaz mı?” maymuncuğu devreye girer. Böyle bir konuyu ele alırken neyle suçlanabileceğimin bilinciyle bu açıklamayı yapma gereği duyuyorum. Bu konuda farklı anlayışların ortaya çıkacağı kuşkusuzdur. 14 asır evvelinden günümüze ve daha ötesine hitap eden bir kitabın bu konu üzerinde farklı seviyelerde anlayışların ortaya çıkmasına yol açacak bir dili kullanması kaçınılmazdır. Bu öyle bir dil olmalı ki, her dönemin ilim seviyesine de uygun düşmelidir. Geleneksel açıklamaları tek gerçekmiş gibi sunan atacı, mezhepçi çevrelerin farklı söylemlere karşı almaz tavırlarını gayet iyi anlıyorum. Lakin Kur’an’ın bize söyleyeceklerinin bittiğini, tamam olduğunu, kemale erdiğini; çağımıza uygun yeni açılımlar doğurmayacağını kimse söyleyemez. Öyleyse İnsanın ve hayatın kökeni konusunda da Antropoloji, Paleontoloji, Arkeoloji, vb. bilimlerin keşifleriyle uyumlu bir okuma biçiminin imkanını (Kur’an’ı bilime uydurma çabasına girmeden) aramalıyız.
Allah Tüm Yaratma Şekillerini Bilir (EL Hallâk)
- Allah hem yoktan var etmeyi ve hem de yeniden yaratmanın her türünü bilir ve biri diğerine göre daha zor gelmez. Biz neden ilk yaratılışa yoğun ve sürekli ilgi duyarız? Oysa gözümüzün önünde sürekli bir döngü halinde ölümler ve yeniden yaratılmalar cereyan eder durur. Ve Allah kitabında bu gafletimize dikkat çeker: İlk defa yaratma veya yeniden yaratma; bir tek canlının yaratılması veya bütün hayatın yaratılması; bir insanın yaratılması veya bütün insanların yaratılması; ebeveynli yaratma veya babasız yaratma veya başka türlü yaratma…; tüm yaratma şekilleri Allah için kolaydır.
“(Bütün hayatı) yoktan var eden, sonra onu yeniden vücuda getiren O’dur: Bu O’nun için pek kolaydır; çünkü O, göklerde ve yerde mevcut olan bütün yüceliklerin özü ve esasıdır ve yalnız O kudret ve hikmet sahibidir.”<30Rum/27>
“Hepinizin yaratılması ve yeniden diriltilmesi, (O’nun için) tek bir can(lının yaratılması ve diriltilmesi) gibidir: Şüphe yok ki Allah, her şeyi işiten, her şeyi görendir.” <31Lokman/28>
“Hepinizin yaratılması ve yeniden diriltilmesi, (O’nun için) tek bir can(lının yaratılması ve diriltilmesi) gibidir: Şüphe yok ki Allah, her şeyi işiten, her şeyi görendir.”<Lokman 28>
“Ve şimdi, o (hakikati inkar ede)nlerden sana cevap vermelerini iste: Onları yaratmak, Bizim yarattığımız bu (sayısız mucizelerden) daha mı zordur? Nitekim Biz onları (basit) bir balçıktan yarattık!” <37Saffat/11>
- Ayrıca Allah daimi yaratıcıdır. Bir defa yaratıp çekilmemiştir. “Yüce Allah, sadece “Hâlık”, yaratıcı değil; aynı zamanda “Hallâk”tır. Yani devamlı ve tekerrür halinde yaratır. Halk, bir şeyden bir şey icad etmek, yapmak manasına da gelir. 6En’âm101 ayetindeki göklerin ve yerin yaratılması (ibdâ/yoktan var edilmesi anlamında kullanılırken; “İnsanı nutfeden yarattı.” (16Nahl4) ayeti de, bir şeyi, başka bir şeyden icad etmek, yapmak anlamında kullanılmıştır.[1]” Kur’an’da tüm yaratma fillerinin Türkçeye sadece “Yaratma” fiili ile karşılık bulması anlam kısırlığına yol açmaktadır. Oysa yaratma anlamında kullanılan her fiil muhakkak diğerinden nüanslara sahiptir. Bunun da dikkate alınması konumuz açısından yararlı olacaktır. Bunlara kısaca göz atalım[2]:
İbdâ ابداع: Eşsiz, örneksiz yaratma
“Göklerin ve yerin yaratıcısı O’dur; bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece “Ol” der -ve o (şey hemen) oluverir.” <2Bakara/117> Bedîus semâvâti vel ard(ardı), ve izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn(yekûnu).
Halaqa خلق : الخلق (elhalku); doğru bir şekilde ölçmek, oranlamak; Hem örneksiz, kaynaksız yaratmak hem de bir şeyi başka bir şeyden yaratmak: خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ ..halakakum min nefsin vâhidetin..<4Nisa/1>
“Her türlü övgü, gökleri ve yeri yaratan, derin karanlığı ve (parlak) aydınlığı var eden Allaha özgüdür: Ama hakikati inkara şartlanmış olanlar, başka güçleri Rableri ile eş tutarlar!”<6En’am/1>El hamdu lillâhillezî halakas semâvâti vel arda ve cealez zulumâti ven nûr(nûra), summellezîne keferû bi rabbihim ya’dilûn(ya’dilûne).
“halbuki görünmez varlıkları garip bir ateş alevinden yaratmıştır.”<55Rahman/15> وَخَلَقَ الْجَانَّ مِن مَّارِجٍ مِّن نَّارٍ Ve halakal cânne min mâricin min nâr(nârin).
Ceale جعل Var etmek, bir özellik ortaya çıkarmak; Bir nesneden başka bir nesne oluşturmak; Bir nesneyi belirli bir hale çevirmek, uygun hale getirmek .
“Her türlü övgü, gökleri ve yeri yaratan, derin karanlığı ve (parlak) aydınlığı var eden Allaha özgüdür: Ama hakikati inkara şartlanmış olanlar, başka güçleri Rableri ile eş tutarlar!”<6En’am/1> El hamdu lillâhillezî halakas semâvâti vel arda ve cealez zulumâti ven nûr(nûra), summellezîne keferû bi rabbihim ya’dilûn(ya’dilûne).
Ve sizi analarınızın karnından, hiçbir şey bilmez bir halde çıkarıp size, şükredesiniz diye işitme duyusu, görme duyusu, duyma, düşünme yetisi bahşeden Allah’tır.<16Nahl/78>Vallâhu ahracekum min butûni ummehâtikum lâ ta’lemûne şey’en ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’idete leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Size kendi cinsinizden eşler takdir eden; eşlerinizden de size çocuklar, torunlar veren; ve sizi(n hepinizi) temiz ve hoş şeylerle rızıklandıran Allah’tır. Hal böyleyken, insanlar kalkıp yine de asılsız, boş şeylere inanıp, Allah’ın nimetine karşı nankörlük mü yapacaklar?<16Nahl/72>Vallâhu ceale lekum min enfusikum ezvâcen ve ceale lekum min ezvâcikum benîne ve hafedeten ve razakakum minet tayyibât(tayyibâti), e fe bil bâtıli yu’minûne ve bi ni’metillâhi hum yekfurûn(yekfurûne).
Ve yarattığı bütün öteki şeyler arasında, size (çeşit çeşit) gölgelikler, sığınaklar ayıran; dağlarda gizlenme, saklanma yerleri bahşeden ve sizi sıcağa (ve soğuğa) karşı koruyacak elbiseler;…”.<16Nahl/81> Vallâhu ceale lekum mimmâ halaka zılâlen ve ceale lekum minel cibâli eknânen ve ceale lekum serâbîle…
“Yeri sizin için bir beşik yapan ve üzerinde (geçiminizi kazanma) yolları var eden O’dur; umulur ki doğru yolu (seçer ve onu) izlersiniz”<43Zuhruf/10>Ellezî cealekumul arda mehden ve cealelekum fîhâ subulen leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Fatara فطر : Fıtrat, tabiat yaratma. Bir şeyi uzunlamasına yarmak anlamına gelir. (Mülk3: Hel tera min futurin: Bir çatlak görüyor musun) Fıtrat sözcüğü aynı köktendir. Toprağı yarıp çıkmasından dolayı mantara futrun denir.
Böylece sen, batıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde (hak olan) dine çevir ve Allah’ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davran: (ki,) Allah’ın yarattığında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin: bu, sahih (bir) din(in gayesi)dir; ama çoğu insanlar onu bilmezler.<30Rum/30>
Fe ekim vecheke lid dîni hanîfen, fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâhi, zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Felaq فلق : Bir şeyi yaratmak, bir bölümünü diğer bölümünden ayırmak
Kuşkusuz Allah, tohumu ve meyve çekirdeğini çatlatarak ölüden diriyi meydana getirendir ve diriden de ölüyü çıkaran. İşte budur Allah: ve akıllarınız hala nasıl da tersyüz oluyor!” <6En’am95> İnnallâhe fâlikul habbi ven nevâ, yuhrıcul hayye minel meyyiti ve muhricul meyyiti minel hayy(hayyi), zâlikumullâhu fe ennâ tu’fekun(tu’fekune).
فَالِقُ الإِصْبَاحِ وَجَعَلَ اللَّيْلَ سَكَنًا Fâlikul ısbâh(ısbâhı), ve cealel leyle sekenen “Tan yerini ağartan(dır O), geceyi sükunet(in kaynağı) yapan…” <6En’am96>
Enşee انشأ : İhdas etmek, icat etmek; yetiştirmek
De ki: “O, sizi hayata getiren, size kulaklar, gözler ve kalpler bağışlayandır; (yine de) ne kadar az şükrediyorsunuz!” <67Mülk/23> Kul huvellezî enşeekum ve ceale lekumus sem’a vel ebsâra vel ef’idete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
“Hiç tutuşturduğunuz ateşi düşündünüz mü? Ateşin yakıtı olarak görevlendirilen ağacı var eden siz misiniz, yoksa Biz miyiz onun varoluşunun sebebi?” <56Vakıa/71-72> Efe raeytumun nârelletî tûrûn(tûrûne). E entum enşe’tum şeceratehâ em nahnul munşiûn(munşiûne).
Kun Fe Yekun
- “…kale lehu kun fe yekunu…” Nasıl anlaşılmalıdır? Bu ifade; hemen, doğrudan meydana gelen bir oluş olarak veya Allah’ın yaratmasının nasılını, keyfiyetini sorgulamaya gerek yok gibi anlaşılmamalıdır. “Kun,” “ol” manasında emir; “fe yekunu” “fe” nin işlevi gereği “bu emrin sonucu oluş başlar” manasına gelir. Bu ifade geniş zaman formunda bitmektedir ve oluşun hemen değil süreç (evreler) içinde meydana geldiğini çağrıştırır. Nitekim bazı müfessir veya meal yazarları bu durumu dikkate alarak anlam verirler. Bu ayetlerdeki “oluverir” ifadesi yerine “oluş sürecine girer” veya “oluş başlar” demek Kur’an bütünlüğü açısından daha doğru olur.
“Oysa, sizi türlü merhalelerden geçirerek O yaratmıştır. Görmüyor musunuz Allah yedi göğü nasıl birbiriyle uyumlu yaratmıştır, ve onların içine Ay’ı (yansıyan) bir ışık olarak yerleştirmiş ve Güneşi (ışık saçan) bir lamba yapmıştır? Ve Allah sizi yerden (tedrici bir şekilde) yeşertip büyütmüştür; ve sonra sizi (öldükten sonra) ona geri döndürecektir:” <71Nuh/14-17>
“Allah katında İsa’nın durumu Adem’in durumu gibidir, ki Allah onu topraktan yarattı ve sonra “Ol!” dedi; işte (insanoğlu böylece) oluverir.”<3Ali İmran/59> İnne mesele îsâ indallâhi ke meseli âdem(âdeme), halakahu min turâbin summe kâle lehu kun fe yekûn(yekûnu).
“O, bir şeyi yaratmak istediği zaman, O’nun işi, sadece o şeye ‘ol’ demektir; o da hemen oluşmaya başlar.” <36Yasin/82>
Meryem, “Ey Rabbim!” dedi, “Bana hiçbir erkek dokunmadığı halde nasıl oğul sahibi olabilirim?” (Melek) cevap verdi: “İşte öyle! Allah dilediğini yaratır; bir şeyin olmasını istediğinde sadece ‘Ol!’ der ve o (şey hemen) oluverir. <3-Ali İmran/47>
“Bir oğul edinmek Allah’a asla yakıştırılamaz; sınırsız yüceliğiyle O böyle bir şeyin üstünde, ötesindedir. O bir şeyin olmasına hükmettiği zaman, ona yalnızca “Ol!” der ve o (şey hemen) oluverir!” <19Meryem/35>
“O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. Bir işe hükmetti mi ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir.” <2Bakara/117>
“İnsan(ın tarih sahnesinde görünmesin)den önceki dönem, sonsuz bir zaman kesitinden ibaret (değil) midir; insanın henüz dikkate değer bir varlık olmadığı (bir zaman kesiti)? Şüphesiz, (sonraki hayatında) denemek için insanı katışık bir sperm damlasından yaratan Biziz. Biz, onu işitme ve görme (duyuları) ile donatılmış bir varlık kıldık.”<76-İnsan/1-2> Başka bir meal:
İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi?Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık.
- İnsanın tarih sahnesine çıkmadan önce uzun bir zamanın geçtiğini söyleyen bu ayet günümüz bilgileriyle uyum içinde değil mi? Ve aşamalı yaratılışa bir atıf değil mi? Keza aşağıdaki ayette aynı şekilde bu aşamalı yaratılışı açıkça beyan etmez mi?
Size ne oluyor ki Allah’ın büyüklüğünü kabul etmiyorsunuz, sizi(n her birinizi) peşpeşe aşamalardan geçirerek yaratanın O olduğunu gördüğünüz halde?<71-Nuh/13-14>
Canlı Hayatın Başlangıcı
- Yeryüzünde hayatın başlangıcından; ilk canlının oluşumundan bahseden ayetlere bakalım: Bu ayetler insanın ve bütün canlıların elementer kökeninde su olduğunu vurguladığı gibi; canlı hayatın suda başladığını ve Adem öncesinden yaratıldığını işaret eder. Hatta Enbiya30 da gökler ve yerin başlangıçta bir olduğu belirtilirken evrenin oluşumuna dair ortaya çıkan bilimsel verilerle oldukça uyumlu bir yaklaşım ortaya konarak akıl sahiplerinin dikkati çekilir.
“Peki, hakkı inkara şartlanmış olan bu insanlar, göklerin ve yerin (başlangıçta) bir tek bütün olduğunu ve Bizim sonradan onu ikiye ayırdığımızı ve yaşayan her şeyi sudan yarattığımızı görmüyorlar mı? Hala inanmayacaklar mı?” <21Enbiya/30>
“Ve bütün canlıları sudan yaratan Allah’tır; öyle ki, kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayağı, kimi de dört ayağı üzerinde yürür. Allah dilediğini yaratır; çünkü O, gerçekten de her şeye kadirdir.” <24Nur/45>
“Ve insanı (Beşeri, orijinalde Beşer geçer O.C. )(işte bu) sudan yaratan ve onu soy sop ve evlilik yoluyla kazanılan yakınlık, bağlılık (duygusuyla) donatan O’dur; (evet,) çünkü Rabbin sınırsız kudret Sahibidir.” <25Furkan/54>
Topraktan Yaratılma Olgusu
- Şimdi şu soruya cevap arayalım: Acaba Kur’an’da bahsedilen “Topraktan Yaratılma” anlatımını gerçek (yani topraktan, “ol” emri ile doğrudan “insan” yaratılması) olarak mı; yoksa insanın elementer kökenine ve sürekli oluşumuna atıf yapan metafor olarak mı anlamalıyız? Yukarıda “…kale lehu kun fe yekunu…” nasıl anlamamız gerektiğini vurguladım. Kur’an’ın hiçbir ayetinde bir oluşun bir çırpıda olduğuna dair bir anlatım yoktur. “Aşamalı yaratma” Allah’ın yaratmasının önemli bir prensibi gibi durmaktadır. Böyleyken, neden söz konusu insan olunca bir çırpıda topraktan meydana geldiğini kabul edelim?
“İmdi, gerçek şu ki, Biz insanı balçığın özünden yaratıyoruz, ve sonra onu döl suyu damlası halinde (rahimde) özel bir koruma altında tutuyoruz; daha sonra, o hayat tohumundan döllenmiş hücreyi yarattık; hemen sonra döllenmiş hücreden cenini yarattık; ve ceninden de kemikleri yarattık; en sonunda kemiklere kas giydirdik; sonuçta, onu bağımsız bir varlık olarak inşa ettik: işte her şeyi en güzel şekilde yaratan Allah’ın şanı böyle yücedir!”<23-Mu’minun/12-14, M.Esed> “Ve lekad halaknâl insâne min sulâletin min tîn(tînin). Summe cealnâhu nutfeten fî karârin mekîn(mekînin)…”
- Aslında burada insanı yarattık deniyor. Başında belirlilik takısıyla (El) ile beraber. (“El” in işlevi İngilizcedeki “The” gibidir.) Bu durumda ya Adem kast ediliyor veya “bir tür olarak insan” demek isteniyor. Adem olarak algılarsanız zaten, Adem’in bir anadan doğduğunu kabul etmiş olursunuz. Fiiller geçmiş zaman formunda olmasına rağmen benim de mealini çoğunlukla tercih ettiğim M. Esed geniş zaman olarak çevirmektedir. Zira ayet sürekli tekrar eden bir olgudan bahsetmektedir ki, Kur’an’ın üslubuna da uygundur. Yani özetle: “Biz insan türünü; toprak-su karışımı bir özden yarattık: Bu özü hayat tohumuna (dişi ve/veya erkek üreme hücresi), sonra döllenmiş yumurtaya, sonra cenin haline çevirdik, sonra kemikler yarattık, kemiklere kas giydirdik… diye devam ediyor.
“Ey İnsanlar! Ölümden sonra kalkış (olgusun)dan şüphedeyseniz, o zaman, (hatırlayın ki,) Biz, gerçekten de sizi(n her birinizi) topraktan, sonra bir döl suyu damlasından, sonra döllenmiş hücreden, sonra (temel unsurları ve istidatlarıyla) tamamlanmış ama (bütün ögeleriyle) henüz tamamlanmamış bir ceninden yarattık ki, size (menşeinizi böylece) açıklayalım. Ve (doğmasını) dilediğimizin, (annesinin) rahminde (Bizce) belirlenmiş bir süre için kalmasını sağlarız; sonra sizi çocuk olarak dünyaya getirir ve (yaşamanıza imkan veririz); böylece (bazılarınız) olgunluk çağına erişir; öyle ki, kiminize (daha çocukluk çağında) ölüm tattırılırken, kiminiz de yaşlılığın öyle düşkün çağlarına eriştirilir ki, bildiğini bilmez olur. Ve (sen, ey insanoğlu, ölümden sonra kalkıştan şüphe ediyorsan, düşün ki:) bir bakıyorsun yeryüzü kupkuru; ama ona su indirdiğimizde, (bir de bakıyorsun) canlanıp kabarmış ve her türden güzel ekinler ortaya koymuş!” <22Hacc5/>
“Sizi balçıktan yaratması, O’nun mucizevi işaretlerinden biridir ve (yaratıldıktan) sonra, baktınız ki, birbirinizden farklı insanlar olup çıkmışsınız!”<30Rum/20>
“Ve (hatırlayın) Allah sizi(n her birinizi) topraktan yaratır, sonra da bir damla spermden ve sonra sizi iki cinsten biri şekline sokar. Hiçbir dişi O’nun bilgisi olmadan ne hamile kalabilir, ne de doğum yapabilir ve (Allah’ın) fermanında öngörülmedikçe hiç kimse ömrünü uzatamaz ve hiç kimse de onu kısaltamaz; ama bunlar, kuşkusuz, Allah için kolaydır.” <Fatır-11 M.Esed> veya başka bir meal:
“Allah sizi topraktan, sonra embriyodan yarattı. Sonra sizi çiftler kıldı. O’nun bilgisi olmadan hiçbir dişi ne gebe kalır, ne de doğurur. Bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mutlaka bir kitaptadır. Şüphesiz bunlar, Allah’a kolaydır”<35Fatır/11, Bayraktar Bayraklı>
- Dikkat edilirse bu ayetlerde söz konusu yaratılışın konusu sadece Adem değil, tüm insanlardır. Hatta Adem olduğu bir yorumdur. Tüm insanlara “sizi (veya atalarınızı) topraktan yarattık veya yaratıyoruz..” deniyor. Yani insanın anne rahminde gelişim sürecinin başlangıcı topraktan yaratılma olarak ifade ediliyor. Neden böyle dediği ise açıktır ki; toprak ve suyun bileşimi olan balçık insan için elementer kaynak anlamına gelmektedir. Nihayet insan bedeninde meydana gelen tüm oluşumlar bir şekilde kaynağı toprak ve su olan bir döngüdür. Burada şuna da dikkat çekmek isterim; bu metaforik anlatım sayesinde her tür bilgi seviyesindeki insana hitap edilmiş olunmaktadır. Çok eski çağlarda yaşayıp da insan biyolojisine dair bilinci gelişmemiş toplumların bu metaforu gerçek olarak anlaması da sorun teşkil etmemiştir. Ancak ne yazık ki günümüzde, hayli eğitimli insanlar dahi hala metaforik anlatımları anlamaktan uzak görünmektedirler. Kaldı ki yüzyıllar öncesinde bile bu metafora dikkat çekip asıl anlatılmak isteneni anlamış mütefekkirlerimiz de şükür ki vardır.
“Allah katında İsa’nın durumu Adem’in durumu gibidir, ki Allah onu topraktan yarattı ve sonra “Ol!” dedi; işte (insanoğlu böylece) oluverir.”<3Ali İmran/59>
- Topraktan yaratılmanın uzun bir süreç olduğunu başka bir çok ayette görüyoruz. Bu durumda açıktır ki burada “…topraktan yarattı ve sonra “Ol” dedi..” ifadesi bu sürecin başlamasına işaret eder yoksa, bi-çırpıda olmayı değil. Yukarıdaki ayet Adem’in yaratılmasına atıf yapar ama asıl maksadı İsa’nın yaratılmasına açıklık getirmektir. Burada İsa’nın yaratılması Adem’in yaratılmasına benzetiliyor ve: “İsa’nın babasız olmasına niçin şaşıyorsunuz; bakın Adem hem babasız hem annesiz yaratıldı” denmek isteniyor olabilir. Atacılar bunu kesin böyle anlıyor ama bence bu kesin bu manaya gelmez. İsa babasız olarak anne karnında yaratıldı ve şekil aldı. Öyleyse Adem’de bir karında şekil aldı demek mümkün mü? Belki… Asıl önemli olan şu ki; çamurdan yaratılma; elementer kökene ve sürekli dönüşümü işaretleyen bir metafordur. İsa da Adem gibi çamurdan… Aslında bir metafor demek bile fazladır. Zira yaşayan her canlının organizmaları belli periyotlarla yenilenmektedir.
Aynı Nefs’ten Yaratılma ve Yayılma Olgusu
- Ve; “aynı nefisten yaratılma ve çoğalma” olgusunu doğru anlamak zorundayız. Aslında genel olarak tüm insanların yaratılışını anlatmasına rağmen sadece ilk insanın yani Adem’in yaratılışı ile ilişkili olarak görülen bazı ayetler vardır:
Sizi (hepinizi) bir tek candan yaratan, Ve (sevgiyle) kadına meyletsin diye ona kendi özünden eş var edip çıkaran Odur. Öyle ki, o eşini kucaklayınca, eşi (ilkin) hafif bir yük yüklenir ve taşır o yükü. Sonra (kadın) gün gelip (çocuğun yüküyle) iyice ağırlaşınca, her ikisi birden Allaha, Rablerine yalvarırlar: “Bize gerçekten kusursuz bir (çocuk) bahşedersen, muhakkak ki sana şükreden kimselerden olacağız!”<7Araf/189> “Huvellezî halakakum min nefsin vâhıdetin ve ceale minhâ zevcehâ “
“O, sizi, (hepinizi) bir tek candan yaratmıştır ve ondan da eşini var etmiştir; ve size dişi erkek evcil hayvanlardan dört tür bağışlamıştır. O, sizi annelerinizin rahimlerinde, üç katman karanlığın içinde, peşpeşe yaratılış safhalarından geçirerek yaratmaktadır. İşte Rabbiniz Allah budur; hükümranlık O’nundur; O’ndan başka ilah yoktur. Buna rağmen hakikati nasıl gözardı edersiniz?” <39Zümer/6> “Halakakum min nefsin vâhıdetin summe ceale minhâ zevcehâ…”
- O ki sizi tek bir nefisten (candan, özden) yarattı ve aynı özden, sükun bulsun diye eş yarattı…Burada “ceale” fiili yaratma anlamındaki “halaka” dan biraz farklıdır. Mesela yaratılan nesnede bir özelliğin var edilmesi anlamına gelir[3]… Yani insanın özü olan döllenmiş yumurtaya “iki cins (erkek veya dişi) olma özelliği kattı” şeklinde anlaşılabilir bu ayet. Allah-u a’lem… Bu ayetin Adem’in yaratılması olarak ele alanlar “nefsin vâhidetin” ifadesini Adem olarak anlıyorlar. Bunun erkek veya dişi olmaya yatkın yaratılış tohumu olarak anlamak da daha doğru olur kanaatindeyim.
Ey insanlar! Sizi bir tek can(lı)dan yaratan, ondan eşini var eden ve her ikisinden pek çok kadın ve erkek meydana getiren Rabbinize karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Kendisi adına birbirinizden (haklarınızı) talep ettiğiniz Allah’a karşı sorumluluk bilinci duyun ve bu akrabalık bağlarını gözetin. Şüphesiz Allah, üzerinizde daimi bir gözetleyicidir. <4-Nisa/1> “…halakakum min nefsin vâhidetin ve halaka minhâ zevcehâ ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisââ(nisâen),…”
- Bu ayetlerde “nefsin vâhidetin” ifadesi geleneksel anlayışa göre Adem’dir. Lakin “…ve halaka minhâ zevcehâ…” ifadesindeki “minhâ” Ademi gösteremez. Adem’i gösterecek olsaydı “minhu” olmalıydı. Dişil form kullanılmış olması onun erkek (Adem) olmasına engel olduğu gibi, çoğalmaya yatkın olduğunun göstergesidir. Tek(aynı) canlı hücre olarak anlamak daha mümkündür. “ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisââ(nisâen)” ifadesinde ise “o ikisinden (erkek ve dişi hücreden) yaydı, çoğalttı” anlamına gelir. Geleneksel açıklamaya göre önce Adem, ondan (Adem’den) eşi yaratıldı ve onların münasebetleriyle insanlık çoğaldı. Bu açıklama mitolojik anlatıma uygun lakin Kur’an’a uygun olduğu kesin olarak söylenemez. Bu ayette geçen “beşse” kelimesi başka bir ayette şöyle kullanılmıştır:
Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde akan gemilerde, Allah’ın gökten indirip, yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgarların değiştirilmesinde, gökle yer arasında emre hazır bekleyen bulutta elbette akleden bir kavim için ayetler vardır. <2Bakara164>
- “..ve besse fîhâ min kulli dâbbe(dâbbetin),…” “Her türlü canlıyı orada yaydı…” İfadesi, canlıların kendi tabiatlarına uygun olarak (eşeyli, eşeysiz üreme yoluyla) çoğalmalarına dikkat çekmektedir.
İlk İnsan (Adem) Nasıl Yaratıldı
- İlk insanın yaratılışını konu edinen veya öyle algılanan ayetlerde “topraktan yaratılma” olgusunu gene metafor olarak mı anlayacağız; yoksa Muharref Tevrat’ta bahsedildiği şekliyle Allah bir çömlekçi gibi balçıktan bir insan heykeli yapıp ona üflemiş midir?
“Gerçek şu ki, Biz insanı ses veren balçıktan; biçim verilebilir, özlü, kara bir balçıktan yarattık. Görünmeyen yaratıkları ise, ondan (çok) önce, yakıcı/bunaltıcı yellerin ateşinden (zehirli ateşten) yaratmıştık. Ve hani, Rabbin meleklere: “Haberiniz olsun, Ben biçim verilebilir özlü kara balçıktan bir “ölümlü varlık” (“Beşer”) yaratacağım” demişti, İzleyin; ne zaman ki onu şekillendirir de kendisine ruhumdan üflersem, derhal yere kapanıp onun (hizmetine) amade olun!” Bunun üzerine meleklerin hepsi topluca yere kapandılar, yalnızca İblis (buna katılmadı); yere kapananlarla birlikte olmaya yanaşmadı o. “Ey İblis!” diye buyurdu Allah, “Seni yere kapananlarla beraber olmaktan alıkoyan sebep ne?” “Ses veren bir balçıktan, biçim verilmiş özlü bir çamurdan yarattığın ölümlü bir varlığın önünde yere kapanmak bana yakışmaz!” diye karşılık verdi (İblis). “Çık git öyleyse bu (melek-i makam)dan!” diye buyurdu O; “Çünkü, sen artık kovulmuş birisin!” <15Hicr/26-34>
“(Nitekim) o zaman, Rabbin meleklere demişti: “Ben balçıktan bir insan (orijinalde beşer) yaratacağım; ona en uygun biçimi verip Kendi ruhumdan kattığım zaman onun önünde yere kapanın!” Bunun üzerine bütün melekler yere kapandılar, yalnız İblis kapanmadı: O küstahça böbürlendi ve (böylece) hakikati inkar edenlerden oldu. (Allah): “Ey İblis!” dedi, “Kendi ellerimle yarattığım şu (varlığın önünde) yere kapanmaktan seni alıkoyan nedir? (Başka bir yaratık önünde boyun eğmeyecek kadar) kibirli misin, yoksa (yalnız) kendisini üstün görenlerden misin?” (İblis): “Ben ondan daha üstünüm!” diye cevap verdi, “Beni ateşten, onu ise balçıktan yarattın”. (Allah) “Öyleyse” dedi, “bu (meleklik konumu)n dan çık git; çünkü sen artık gözden düşmüş/kovulmuş birisin.” <Sad/71-77>
“O, insanı çömlek gibi pişmiş çamurdan yarattı, halbuki görünmez varlıkları garip bir ateş alevinden yaratmıştır.” <55Rahman/14-15> “Halakal insâne min salsâlin kel fahhâr( fahhâri)…”
- Bu ayetlerde ilk insanın yaratılmasından söz etmekle beraber, onun yaratılmış ilk ve tek insan olduğuna ve ondan da diğer insanların türetildiğine dair bilgi vermez. Burada da bir topraktan yaratılma bahsi geçmektedir ancak buradaki “topraktan yaratılma” söyleminin yine insanın elementer kökenine bir atıf olduğunda hiç kuşku yoktur. Zira bu görünmeyen varlıkların (Cinlerin) elementer kökenine yapılan atıftan dolayı iyice vurgulanmıştır. Bir an için düşünelim; ne yani Allah tıpkı bir çömlekçi gibi balçıktan bir siluet yapıp sonra ona üfledi mi? Elbette bu anlatı metafor olmak zorundadır. Zira bu; Kur’an’ın pek çok yerinde yer verilen ve Allah’ın, genel olarak evrenin ve özel olarak canlıların yaratılmasında izlediği aşamalı yaratma kuralına aykırıdır. Bu ayetlerden çıkaracağımız kesin gerçek insanın kökeninin toprak ve suyun bileşimi olduğudur. Ve bu yaratma işinin bi-çırpıda gerçekleşmediğini bir süreçten (zaman ve aşamalardan) geçtiğini “ne zaman ki onu şekillendirir de kendisine ruhumdan üflersem” ifadesinden çıkarabiliriz.
“Evet, gerçekten de sizi yarattık, sonra size biçim verdik; ve sonra meleklere: “Ademin önünde secde edin!” dedik. Bunun üzerine, İblisin dışında, onlar(ın hepsi) secde ettiler; (bir tek) o secde edenlerin arasında yer almadı.” <2Araf/11>
- Bu ayette yaratma ve biçim verme ayrı süreçler gibi görünüyor. Bu bana insanın bilinen insan suretine gelmesinin uzun ve aşamalı bir süreçten geçtiğini düşündürmektedir. Bu ayetlerde yaratılan Adem midir, yoksa genel olarak her insan teki midir? Adem ise neden “sizi yarattık…” desin? Veya “sizi, atanız Ademi…” Veya “sizi, ben-i Ademi…” Bu durumda ayette geçen Adem’den kasıt her insan teki olur. Öyleyse bu ayetlerde anlatılan illa ve sadece ilk insanın yaratılışı değildir(?..) Bu aşamalı yaratmaya dikkat çeken şu ayete de bakınız:
“Oysa, sizi türlü merhalelerden geçirerek O yaratmıştır. Görmüyor musunuz Allah yedi göğü nasıl birbiriyle uyumlu yaratmıştır, ve onların içine Ay’ı (yansıyan) bir ışık olarak yerleştirmiş ve Güneşi (ışık saçan) bir lamba yapmıştır? Ve Allah sizi yerden (tedrici bir şekilde) yeşertip büyütmüştür; ve sonra sizi (öldükten sonra) ona geri döndürecektir:”<71Nuh/14-17>
“Ey insanlar! Bakın, Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve sizi kavimler ve kabileler haline getirdik ki birbirinizi tanıyabilesiniz. Şüphesiz, Allah katında en üstün olanınız, O’na karşı derin bir sorumluluk bilincine sahip olanınızdır. Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır.”<49Hucurat 13>
- “Yâ eyyuhân nâsu innâ halaknâkum min zekerin ve unsâ ve cealnâkum şuûben ve kabâile li teârafû, inne ekramekum indallâhi etkâkum, innallâhe alîmun habîr(habîrun).“ “..min zekerin ve unsâ..” Erkek ve kadın kelimeleri belirsiz geliyor. (Belirlilik takısı “el” ile gelmiyor.) Bu erkek ve kadından maksat Adem ve Havva olsaydı belirli gelmeliydi… Açıktır ki burada insanların bir erkek ve bir kadından meydana gelmesinden bahsediliyor. Ayetin devamından; hepiniz aynısınız, birbirinize üstünlüğünüz yok denmek istendiği anlaşılmaktadır.
“Evet, (ey insanlar), sizi yeryüzüne gerçekten (bolluk içinde) yerleştirdik ve size orada geçiminizi sağlayacak şeyler verdik: (Hal böyleyken) ne kadar az şükrediyorsunuz!”<2Araf/10>
“Gerçek şu ki Allah, Adem’i ve Nuh’u, İbrahim Soyunu ve İmran Soyunu bütün insanlığın üzerinde bir konuma çıkardı,” <3Ali İmran-33> veya başka bir meal şöyle: Şüphe yok ki Allah Adem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini, İmran ailesini kendi çağının insanları içinden seçerek üstün kıldı: Seçim için çok insan olması gerekir. Bu durumda Adem pek çok insan içinden seçilmiştir denebilir ki bu durumda ilk yaratılan Adem ve Havva olsa bile onları takiben pek çok insanın yaratılmış olması gerekir.
Ben-i Adem İfadesi Ne Manaya Gelir
- Adem İnsanlığın atasıdır. Şu halde bu; ilk onun yaratıldığı anlamına gelmez mi? Bütün insanlık Adem ve Havva ailesinden mi teşekkül etmiştir? Kur’an Ben-i Adem ifadesini kullandığına göre insanlığın atası Adem manasına geldiği açıktır. Lakin yine de bu; insanlığın ilk ve tek aileden yani Adem ve Havva dan türediğini kesin olarak ortaya koymaz. Sadece onların ilk olmasını ve/veya önder olmasını açıklar. Adem ve Havva’nın yaratılışına benzer biçimde başka ailelerin yaratılmadığını kesin bir şekilde söyleyemeyiz. Nitekim Kur’an, benzer ifadeyi “atanız (babanız) İbrahim” şeklinde kullanmaktadır. “… (ve size) atanız İbrahim’in inancını (izlemeyi öneren de O)…” <22Hacc/78>
“Ey Ademoğulları! Size yücelerden, hem çıplaklığınızı örtesiniz diye, hem de bir görkem-güzellik nesnesi olarak giyim kuşam (yapma bilgisini) bahşettik; ama Allaha karşı sorumluluk bilinci örtüsü her şeyin üstündedir. İşte bunda (da) Allahın ayetlerinden biri var ki, insanoğlu belki ders alır.” <7Araf/26>
“Ey Ademoğulları! Tıpkı atalarınızın cennetten çıkarılmalarına yol açtığı gibi, Şeytanın sizi de ayartmasına izin vermeyin: (Allaha karşı sorumluluk bilincinin benzediği) örtülerden yoksun bırakmıştı o. Muhakkak ki o ve avenesi, onları hiç fark edemeyeceğiniz yerde ve biçimde sizi (de) pusuda bekliyor! Gerçek şu ki Biz, (içtenlikle ve doğru bir biçimde) inanmayanların yanına-yakınına (her türden) şeytani güçler ve kuvvetler yerleştirdik;”.<7Araf/27>
“Ey Ademoğulları! (Allaha) kulluk olsun diye yapıp ettiğiniz her işte kendinize çekidüzen verin; (serbestçe) yiyin için, fakat saçıp savurmayın: (çünkü) kuşku yok ki, O savurganları sevmez!” < 7Araf/31>
“Ey Ademoğulları! Size kendi aranızdan benim mesajlarımı ileten elçiler geldiğinde, kimler ki Bana karşı sorumluluk bilinci duyar ve kendilerini düzeltirlerse, işte onlar için korku yok; onlar üzülmeyecekler de;”< 7Araf/35>
- Arapça Adm kökünden gelen ādam آدم “1. insanların atası, Adem, 2. insanoğlu” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük İbranice aynı anlama gelen ˀādām אָדָם sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük İbranice ˀādamā אדמה “toprak” sözcüğü ile eş kökenli olabilir; ancak bu kesin değildir.[4] Kur’an’da bu kelimeyi hem özel isim olarak hem de insanoğlu olarak kullanmaktadır. Ayrıca “ İbn Abbas’ın belirttiğine göre, Âdem kelimesi “Edimü’l-Ard/yeryüzünden süzülmüş toprak ürünü” anlamındadır. (bk. Taberî, I/214; İbn Arabî, a.g.e,1/279; Rağıb el-İsfahanî, MüfredatuElfâzi’l-Kur’an, 70.)[5]”
“Evet, gerçekten de sizi yarattık, sonra size biçim verdik; ve sonra meleklere: “Ademin önünde secde edin!” dedik. Bunun üzerine, İblisin dışında, onlar(ın hepsi) secde ettiler; (bir tek) o secde edenlerin arasında yer almadı.”<7Araf/11> Kanaatimce bu ayetteki “Adem” ifadesi sadece özel isim olarak Adem peygamber değil genel olarak “Ben-i Adem” yani “İnsan”dır.
Adem Nerde Yaratıldı ve İmtihan Edildiği ve Kovulduğu Cennet Nerede
- İlk insanın (Ademin) yaratılışıyla ilgili anlatıları mitolojik dilin ve süzgeçten geçirilmemiş İsrailiyat’ın elinden kurtarmazsak sağlıklı bir kanaate ulaşmamız mümkün olmayacaktır. Bu mitolojik anlatıları Kur’an süzgecinden geçirdiğimizde pek çok yanlışı düzeltebiliriz. Mesela Adem’in yaratıldığı, imtihana tabi tutulduğu yer, Mu’minlere müjdelenen “Cennet” değildir. Günah işlediği için; kovulmuş ve ceza olarak Dünya’ya gönderilmiş değildir. Zira zaten yaratılış gayesi Dünya’dır. Ayrıca O’nu yasak meyve yeme günahına eşi Havva sürüklememiş, bu günahı birlikte işlemişlerdir. Eşi Havva Adem’in kaburga kemiğinden yaratılmamıştır.
“..(şöyle ki:) sizi yerden yarattık; yine ona döndürecek ve sonra ondan tekrar diriltip çıkaracağız.”<20Taha/55>
İşte o zaman Rabbin meleklere: “Bakın, Ben yeryüzünde ona sahip çıkacak birini yaratacağım!” demişti. Onlar: “Seni övgüyle yüceltip takdis eden bizler dururken, orada bozgunculuğa ve yozlaşmaya yol açacak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. (Allah) “Sizin bilmediğiniz (çok şey var, onları) Ben bilirim!” diye cevapladı. Ve O, Adem’e her şeyin ismini öğretti, sonra onları meleklerin önüne koydu ve “Dedikleriniz doğruysa haydi bu (şeylerin) isimlerini Bana söyleyin bakalım!” dedi. Onlar: “Sen kudret ve egemenlikte kusursuz ve eksiksizsin! Senin bize bildirdiğin dışında bir bilgimiz yoktur. Doğrusu yalnız Sensin her şeyi bilen, gerçek hikmet Sahibi!” diye cevap verdiler. O: “Ey Adem, bu (şeylerin) isimlerini onlara bildir!” buyurdu. (Adem) isimleri onlara bildirince (Allah): “Size, ‘göklerin ve yerin gizli gerçeğini, açıkladıklarınızın ve gizlediklerinizin tümünü yalnız Ben bilirim’ dememiş miydim?” dedi. Sonra Meleklere “(Haydi!) Adem’in önünde yere kapanın” dediğimizde İblis dışında hepsi yere kapandı, o ise reddetti ve (üstelik) küstahça böbürlendi: Böylece hakkı inkar edenlerden oldu. Ve (sonra) “Ey Adem” dedik: “Sen ve eşin bu bahçeye yerleşin ve orada dilediğinizden serbestçe yiyin; ancak bir tek şu ağaca yaklaşmayın ki zalimlerden olmayasınız.” Ama Şeytan orada ikisini de yoldan çıkardı ve böylece sahip oldukları konumu yitirmelerine sebep oldu. Bu yüzden Biz: “İnin, (bundan böyle) kiminiz kiminize düşman olarak yaşayın ve yeryüzünü bir müddet için mesken edinip orada geçiminizi sağlayın!” dedik. Derken Adem Rabbinden (yol gösterici) sözler aldı. Ve (Allah) O’nun tövbesini kabul etti: Çünkü yalnız O’dur tövbeleri kabul eden, rahmet dağıtan. Biz, “Hepiniz buradan çıkıp gidin!” dedikse de size yol göstericiliğimiz devam edecektir: ve Benim yol gösterici mesajlarıma uyanlar için artık ne korku vardır, ne de üzüntü;<2/30-38>
“İnin, (bundan böyle) kiminiz kiminize düşman olarak…” İfadesi, yukarıdan, mükafat olarak verilecek cennetten indirilme manasına gelmez. Bu tip metaforik ifadeler Kur’an’da geçer. Mesela Allah, demirin indirilmesinden bahseder. <Hadid25> Bu demirin gökten inmesi anlamında olmak zorunda değildir. [6] Mesela “…Sizin için davarlardan sekiz çift indirdi…”<39Zümer/6> veya “..Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indirdik…”<4Nisa/105> Bu durumda bu indirme ifadeleri “nimet verme”, “öğretme”, “hizmetine verme” gibi anlamlarına kullanılmıştır. Şu halde “İnin, (bundan böyle) kiminiz kiminize düşman olarak…” İfadesinin de illaki, yukarıdan inme manasına alınması gerekmediği açıktır. Böylece yeryüzündeki özel bir konumdan çıkarılma manasına alabiliriz.
Sünnetullah Kavramının Önemi
- Bir kafa karışıklığının yaşandığı konu da “Sünnetullah” kavramı etrafındadır. Geleneksel (atacı) Müslümanların “Sünnetullah” diye bir gündemleri zaten yoktur. Mezhep imamları, tarikat şeyhleri, cemaat (kanaat) önderleri böyle bir konu edinmedikleri için (istisnalar olabilir) onlar da konu edinmemişlerdir. Onların tek bildiği peygamberin sünnetidir. Lakin son zamanların gündemi olduğu ve Kur’an’da kullanıldığı için bigane kalamayıp bir şeyler söyleyenler olmuştur.
- Genellikle Sünnetullah sosyolojik kanunlarla beraber tabiat kanunları olarak ele alınır. Oysa “Sünnetullah” kelimesinin kullanıldığı ayetlere bakıldığında göreceğimiz anlam şudur: Elçi (Resul, Nebi) gönderilen toplumlara uygulanan sosyolojik yasalardır. En geniş anlamıyla bir toplumun, Allah’ın dini karşısında takındığı tavra karşın Allah’ın o topluma nasıl muamele edeceği ile ilgili yasalar olabilir. En iyisi ayetleri inceleyerek sonuca gitmektir:
“Ve (seni ikna edemediklerini görünce, bu sefer) aralarından büsbütün çıkarıp atmak için (doğduğun) toprakta seni tedirgin etmeye çalışıyorlar. Ama, sen ayrıldıktan sonra, onların kendileri de pek fazla kalamayacaklar. Elçilerimizden senden önce gönderdiklerimiz için de (izlediğimiz) yol(sünnet) buydu; Bizim (çizdiğimiz) yolda bir değişme göremezsin.” <17İsra/76-77> “..Sunnete men kad erselnâ kableke min rusulinâ ve lâ tecidu li sunnetinâ tahvîlâ(tahvîlen).”
- Görüldüğü gibi; seni çıkarırlarsa onlar da orada uzun süre kalamazlar diyor ve bu konudaki sünnet budur diyor. Ve üstelik bu sünnette değişme olmaz diyor. Nitekim Allah Resulünü göçe zorlamış olan kafirler Mekke’de uzun süre kalamamışlardır. (Aslında bu süre daha da kısa olabilirdi ama.. bu da ayrı bir bahis)
“O hakkı inkara şartlanmış olanlara anlat ki, eğer direnmeyi bırakırlarsa, geçmişte olup bitenlerden ötürü kendileri bağışlanacaklar; ama eğer (geçmişteki hatalı tutumlarına) dönecek olurlarsa, o zaman, geçmişte kendileri gibi olanların başına gelenleri hatırlat onlara.”<8Enfal/38> Kul lillezîne keferû in yentehû yugfer lehum mâ kad selef(selefe), ve in yeûdû fe kad madat sunnetul evvelîn(evvelîne). Ne diyor: Allah’ın Dininin tebliğine karşı direnirseniz geçmiştekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelir… “sunnetul evvelîn” den maksat öncekilere yapılan muamele, Sünnetullah yani.
“Nitekim, kendilerine doğru yol rehberi gelmişken insanları imana erişmekten ve Rablerinden bağışlanma dilemekten alıkoyan yegane tutum, (onların) önceki (günahkar) toplumlara uygulanan sürecin kendilerine de uygulanmasını ya da (nihai) azabın öte dünyada başlarına gelmesini beklemeleri değil de, nedir?”<18Kehf/55> Ve mâ menean nâse en yu’minû iz câe humul hudâ ve yestagfirû rabbehum illâ en te’tiyehum sunnetul evvelîne ev ye’tiyehumul azâbu kubulâ(kubulen).
“(O halde,) Allah’ın kendisi için takdir ettiği şeyi (yapmasından dolayı) Peygamber’e hiçbir suç isnad edilemez. (Gerçekte, bu) sizden önce gelip geçenler için de Allah’ın bir uygulamasıydı (sünnetiydi); ve (şunu unutma ki) Allah’ın iradesi mutlaka tecelli eder.”<33Ahzab/38> Mâ kâne alân nebiyyi min haracin fîmâ faradallâhu lehu, sunnetallâhi fîllezîne halev min kablu, ve kâne emrullâhi kaderan makdûrâ(makdûran).
“Daha önce gelip geçen (bu tür günahkar)lar için Allah’ın tatbik ettiği yol budur; ve sen Allah’ın tatbikatında bir değişiklik göremezsin!”<33Ahzab/62> Sunnetallâhi fîllezîne halev min kablu, ve len tecide li sunnetillâhi tebdîlâ(tebdîlen).
“Fakat cezamızın farkına vardıktan sonra iman etmiş olmaları kendilerine bir fayda sağlamayacaktır. Allah’ın kulları için her zaman uyguladığı yol yöntem(sünneti) budur. İşte, hakikati inkar etmiş olanlar, o zaman ve orada, ziyana uğramış olacaklardır.”<40Mu’min/85> Fe lem yeku yenfeuhum îmânuhum lemmâ raev be’senâ, sunnetallâhilletî kad halet fî ibâdihî, ve hasira hunâlikel kâfirûn(kâfirûne).
“Yeryüzünde böbürlenmelerini artırdı, (Allah’ın mesajlarına karşı) şeytanî itirazlar geliştirme (çaba)larını… Halbuki, bütün şeytanî tuzaklar (sonunda) sadece sahiplerini yutar; yoksa onlar, önceki (günahkar)ların (sürüklendikleri) yoldan başka bir şey mi bekliyorlar? Sen Allah’ın tuttuğu yol ve yöntemde hiçbir değişiklik göremezsin; evet sen, Allah’ın yolunda ve yönteminde bir sapma göremezsin!”<35Fatır/43> İstikbâran fîl ardı ve mekres seyyii, ve lâ yahîkul mekrus seyyiu illâ bi ehlihî, fe hel yanzurûne illâ sunnetel evvelîn(evvelîne), fe len tecide li sunnetillâhi tebdîlâ(tebdîlen), ve len tecide li sunnetillâhi tahvîlâ(tahvîlen).
“Allah’ın yöntemi öteden beri hep böyledir ve siz Allah’ın yönteminde hiçbir değişme bulamazsınız!”<48Fetif/23> Sunnetallâhilletî kad halet min kablu, ve len tecide li sunnetillâhi tebdîlâ(tebdîlen).
“Elçilerimizden senden önce gönderdiklerimiz için de (izlediğimiz) yol buydu; Bizim (çizdiğimiz) yolda bir değişme göremezsin.<17İsra/77> Sunnete men kad erselnâ kableke min rusulinâ ve lâ tecidu li sunnetinâ tahvîlâ(tahvîlen).
- Sünnetullah’ı tabiat kanunları olarak anlayan kimseler bir açmaza girerler: “Allah’ın Sünnetinde değişme olmaz” diyen Allah, “tabiat kanunları değişmez” demiş oluyor? Böyle anlarsak mucizeleri olmamış sayacak veya tevile gideceğiz demektir. Ben de mucize dilinin çok kullanılmasına hep karşı oldum ama hiç mucize (kevni kanunlara uymayan olay) olmadı demeyi makul ve mümkün göremiyorum. Tabiat kanunlarını koyan Allah elbette dilediği zaman kaldırabilir de. Bu durum Allah’ın amaçlı yapma/yaratma ilkesine de ters değildir. Aslında bu ilkenin kendisi sünnettir. “Muhakkak Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık<54Kamer/59> “İnnâ kulle şey’in halaknâhu bi kader(kaderin)” ayeti bize; tabiat kanunlarının bir ölçü olduğunu düşündürtmektedir. Ölçü koymak sünnettir diyebiliriz ama ölçünün kendisi sünnet değildir. Keza geçmiş kavimlerde olduğu dibi, ihtiyaç halinde bu ölçünün istisnai olarak kaldırılmış olması da (Musa’nın asası gibi bazı mucizeler) bir sünnettir. Kur’an tabiat kanunlarına Sünnetullah demez zaten. Sünnet, yol, yöntem, usul manasına gelir…
“Bizi (öncekiler gibi, bu mesajı da) mucizevi belirtilerle birlikte göndermekten alıkoyan tek sebep, önceki toplumların onları hep yalanlamış olmalarıdır; nitekim, Semud kavmine uyarıcı, aydınlatıcı bir belirti olarak o dişi deveyi verdik, ama onlar bunu kale almadılar. Oysa biz bu kabil belirtileri yalnızca korkutup uyarmak amacıyla göndermişizdir.”<17İsra/59> Bakın, bir yöntemin uygulanma amacı kalmayınca onun değiştirilmesi de gayet normaldir
“Sizden önce (nice) hayat tarzları gelip geçti. Öyleyse, yeryüzünde dolaşın ve hakikati yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün:”<3Ali İmran/137> Kad halet min kablikum sunenun, fe sîrû fîl ardı fenzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne). Burada “sunenun” ifadesi hayat tarzları anlamına geldiği gibi; ayetin sonundan anlaşılmaktadır ki, aynı zamanda onlara uygulanan muameleyi de karşılamaktadır.
Allah (bütün bunları) size açıklamak, öncekilerin (doğru) hayat tarzlarına sizi yöneltmek ve size bağışlayıcılığı ile yaklaşmak ister; zira Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.<4Nisa/26> Yurîdullâhu li yubeyyine lekum ve yehdîyekum sunenellezîne min kablikum ve yetûbe aleykum. Vallâhu alîmun hakîm(hakîmun). Bu ayette de öncekine benzer şekilde “sünen” bir toplumların hayat tarzları manasında kullanıldığı gayet açıktır. (Sunen: sünnet’in çoğuludur.)
Kur’an’da Beşer ve İnsan Kelimeleri
- Biliyoruz ki Kur’an’da bir kelimenin benzer anlamdaki başka bir kelimeye göre seçilmesi anlamı çok değiştirir. İnsan için kullanılan “Beşer” kelimesinin geçtiği ayetlerde (36 ayette geçer). Öne çıkan anlam, ten, deri dokusu, cilt.. İnsanın, etten kemikten, sıradan, hayvansı varlığı ifade ediliyor… Beşer varlığının diğer varlıklardan en önemli fiziksel ayrımı elbisedir. Ten farklılığıdır. Mübaşeret tenin tene değmesidir.
- Müfredât[7] “beşer” kelimesi için “derinin zahiri, dış yüzü” diyor ve “insana beşer denmesinin sebebi, hayvanlarının aksine derisinde kıl, tüy bulunmamasıdır” açıklamasını yapıyor. “edemeh” ise derinin batıni kısmı (alt deri, derma, epidermis) diyor. Bazıları Adem isminin de kaynağı olarak “edemeh / ‘adma” kelimesini gösteriyorlar ki gene deri anlamı öne çıkıyor. Kur’an, insanın bedensel (hayvani) varlığı söz konusu iken “beşer” kelimesini kullanıyor. Benzer bağlamda; meleklerle kıyaslandığında ölümlü, hayvani varlık anlamında gene “beşer” kelimesini kullanıyor. Ancak iradeli varlık olduğunu vurguladığı yerlerde ve özellikle de iradesini kötüye kullanması yönüyle “insan” kelimesini kullanıyor. Keza ahlaki zaaflarının anlatıldığı yerlerde gene “insan” kelimesini kullanıyor.
- Peygamberlerin sıradan, ölümlü bir varlık olduğu ve onlardan olağanüstü beklentilerin olmaması gerektiği yönündeki ayetler insan kelimesi yerine beşer kelimesini kullanmaktadır. ”De ki: “Ben de sizin gibi ölümlü bir insanım…”<18-Kehf/110> Kul innemâ ene beşerun mislukum Veya meleklere nispeten insan söz konusu olduğunda gene insan yerine beşer kelimesi kullanılmaktadır. Yani melek-i özellikler ile insanın beşeri özelliklerinin bir kıyaslaması olduğu için…
(Ey Muhammed) de ki, “Ben de ancak sizin gibi bir beşerim. Bana tanrınızın yalnızca Tek Tanrı olduğu vahyedilmiştir, öyleyse O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin!” O’ndan başkasına ilahlık yakıştıranların vay haline! <41-Fussilet/6>
“…Kadınlar o’nu görünce güzelliği karşısında şaşırıp kaldılar ve şaşkınlıklarından ellerini kestiler: “Aman Allahım!” dediler, “Bu ölümlü biri (Beşer) olamaz; olsa olsa gözde bir melek bu!” <12Yusuf/31>
Ve hani, Rabbin meleklere: “Haberiniz olsun, Ben biçim verilebilir özlü kara balçıktan bir ölümlü varlık (Beşer) yaratacağım” demişti, “Ona belirli bir biçim verip de ruhumdan üflediğim zaman onun önünde yere kapanın!” <15-Hicr/28-29>
(Nitekim) o zaman, Rabbin meleklere demişti: “Ben balçıktan bir insan yaratacağım;<38-Sad/71>
(Ey peygamber, sana inanmayanlara hatırlat ki,) Biz senden önce de hiçbir insana (beşere) ölümsüzlük vermedik; ve imdi, sen ölürsen bunlar kendilerinin sonsuza kadar yaşayacaklarını mı sanıyorlar?<21-Enbiya/34> Ve mâ cealnâ li beşerin min kablikel huld(hulde), e fe in mitte fe humul hâlidûn(hâlidûne).
- İrade sahibi bir varlık olma yönüyle ve özellikle de bu iradesinin kötüye kullanması sebebiyle açıklama yapan ayetlerde insan kelimesi kullanılmıştır. Keza ahlaki düşüklüğü veya yetersizliği; aceleci olması, tamahkar olması (mala düşkünlüğü) gibi yönleri vurgulanırken gene insan kelimesi kullanılmaktadır.
Gerçek şu ki insan fütursuzca azar,<96-Alak/6>
Unutma ki insanların çoğu gerçekten sapkındır.<5-Maide/49>
Çünkü, gerçekten de Biz bu Kuran’da her konuyu insanlığın (yararı için) değişik açılardan örneklerle açıklamış bulunuyoruz! Hal böyleyken, yine de insanların çoğu inkarcı bir tavırdan başkasını benimsemekten inatla kaçınmaktadır.<17-İsra/89>
Allah yüklerinizi hafifletmek ister; zira insan zayıf yaratılmıştır.<4-Nisa/28>
İnsan tezcanlı bir yaratıktır; (fakat yakında) mesajlarımı(n işaret ettiği gerçeği) size göstereceğim; şimdi (bunu) Benden acele istemeyin!<21-Enbiya/37>
Ve size kendisinden isteyebileceğiniz her türlü şeyden (bazısını) veren O’dur; (öyle ki) Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız. (Yine de) insanoğlu zulmünde pek ısrarlı, nankörlüğünde pek inatçıdır!<14-İbrahim/34>
Gerçek şu ki, insan Rabbine karşı çok nankördür; ve kendisi (de) buna şahittir: çünkü servet hırsına kapılmıştır. <100-Adiyat/6-8>
Sonuç
“O, yarattığı her şeyi en mükemmel şekilde yapandır. Nitekim Allah, insanın yaratılışını balçıktan başlatır; sonra basit bir sıvı özünden soyunu sürdürür; sonra ona (yaratılış) amacına uygun bir şekil verip Kendi ruhundan üfler; ve (böylece, ey insanoğlu,) sizi hem işitme ve görme (melekeleri) hem de düşünce ve duygularla donatır, (Buna rağmen) ne kadar da az şükrediyorsunuz!” <32Secde/7-9>
- Yaratma balçıktan başlar; sonra bunu diğer biyolojik süreçler takip eder. Can denen enerji bu biyolojik makineye canlı olma özelliği katar. Sonra Allah ruh üfler ve böylece bu biyolojik makine düşünen duygulanan, irade eden “El İnsan” olur. Her ben-i Adem bu süreçlerden geçer. Burada sorun şu ki, ilk insan Adem, aynı biyolojik süreçlerden mi geçti. Yani bir rahimde mi gelişti ve bir anneden mi doğdu? Her ne kadar geleneksel kabuller aksini, kesin bir doğruymuş gibi sunsalar da Kur’an’da onların tezini destekleyen bir açıklama yoktur. Onlar üstü kapalı (detay verilmemiş) ifadeleri kendi kabullerine göre okumaktadırlar. Üstelik bütün ayetleri karşılaştırmalı bir şekilde okumuyorlar.
- Bu yazı boyunca konunun anlaşılması için gerekli kavramsal altyapıyı ele almaya çalıştım. Kur’an; “Topraktan yaratılma” ve “Bir nefisten yaratılma ve çoğalma” ile ne kasteder; “Sünnetullah” ne anlama gelir; Allah’ın tüm yaratma süreçlerini evreler halinde açıklaması konunun anlaşılması için çok önemlidir.
- Kur’an tam olarak ne söyler, ne söylemez:
- Kur’an Adem’in ve diğer tüm insanların su ve toprak karışımından yaratıldığını; kaynağın su ve toprak karışımı bir öz olduğunu söyler.
- Kur’an genel olarak insanın (Adem ve Ademoğlunun); tıpkı diğer yaratma şekillerinde olduğu gibi evreler geçirerek uzun bir süreçte yaratıldığını söyler. Ayrıca İnsan öncesi, yeryüzünde uzun bir zaman geçtiğini açıkça beyan eder.
- Kur’an Adem’in topraktan (veya çamurdan) birden bire, bir ol emriyle, tek bir evrede yaratıldığını söylemez. Veya önce balçıktan bir siluet yapılıp sonra ona üflendiğini söylemez.
- Kur’an Adem’in kaburga kemiğinden veya başka herhangi bir yerinden eşinin (Havva’nın) yaratıldığını söylemez
- Kur’an ilk günahı Havva’nın işlediğini ve sonra Adem’in de ondan etkilenerek günah işlediğini asla söylemez. İkisinin de birlikte aynı günahı işlediğini söyler.
- Dünya’ya indirilme (Dünya imtihanının başlamasının) sebebinin bu ilk günah olduğunu söylemez. Tersine daha ilk yaratma niyeti izhar edilirken Adem’in (aslında ademoğlunun) Dünya için tasarlandığını beyan eder.
- Kur’an Adem’in çocuklarının birbiriyle evlendirilmeleri suretiyle çoğaldıklarını söylemez. Bu bir yorumdur.
- İlk ailenin Adem ve Havva olduğu ve diğer tüm insanların onların çocukları olduğunu açık bir dille söylemez. Bu bir yorumdur.
- Kur’an yaratılışın evreler içerdiğini beyan eder. İster oluş isterse bozuluş yönünde olsun değişim evreler halinde olur. Oluş ve bozuluş bir çırpıda gerçekleşmez. Genel olarak biyolojik oluşumlarda ve özel olarak İnsan yaşamında da böyledir. Ayrıca insanın içine imtihan olması için atıldığı dünya hayatı da zorunlu olarak tekamül içerir. İster insan tekinin psikolojik ve ahlaki tutumları isterse toplumun sosyolojik tutumları evreler içerir ve içermek zorundadır.
- Kur’an genel olarak canlıların ve özel olarak insanın evrim ile ortaya çıkmış olması fikrini dışlamadığı gibi bilakis destekleyen güçlü işaretler ortaya kor. Ancak bu evrim kör tesadüflerin kontrolünde; amaçsız, tasarımsız bir şekilde gerçekleşmez. Kevni alemdeki amaçlılık Kur’an’ın ısrarla dikkatimizi çektiği bir olgudur. Amaçlılık ve anlam hayatın en temel ilkesidir ve anlam Allah demektir.
- Bir bilgi hakikate dair sahih (doğru) bir bağlantı içeriyorsa her nasıl ve her kim tarafından ortaya konursa konsun başımızın üzerinde yeri vardır. Bizi hakikate yönelten her bilgi bir anlamda “ayet” hükmündedir. İster vahiy yoluyla indirilen ayetler olsun isterse “kun fe yekun” ile gerçekleşen ayetler olsun aynı kaynaktandır ve tenakuz içermezler. Bize tenakuz görünüyorsa ortada başka bir sorun vardır.
______________________________________
[1] http://kuran.kavram.tefsiri.errahman.de/y/001.htm
[2] Bu kelimelerin anlamları için bakınız: Ragıb El İsfahani, ” MÜFREDÂT, Kur’an Kavramları Sözlüğü”, Pınar Yayınları
[3] Ceale fiilinin bu kullanımlarının bize öğrettiği bazı gerçekler vardır. Buna göre: ceale fiili, bir yapma/kılma/dönüştürme eylemine karşılık gelmektedir. Bu eylem, ‘yaratmak’ fiili ile özde farklıdır. Yaratmak (halaka) fiili, değişik evreleri olan, ancak ceale fiilinin anlam alanı ile tıpatıp örtüşmeyen bir muhtevaya sahiptir.[11] Ceale fiilinin anlam dünyasında, bir yaratma eylemi yoktur; bilakis yaratılmış olan bir şeyin, bir işlev sahibi kılınması ya da bir başka şeye dönüştürülmesi söz konusudur. Bu husus, iki fiil arasındaki anlam farkının özünü teşkil etmektedir. Şu halde, ceale fiilinin geçtiği yerde, ‘yaratmak’ sözcüğünün kullanılması, isabetli değildir. Bununla ilgili örneklerimiz şunlardır: <http://www.islamidusunce.net/forum/index.php?topic=5535.5;wap2>
[4] https://www.etimolojiturkce.com/kelime/adam
[5] http://www.ismininanlaminet.com/adem-isminin-kurandaki-anlami-adem-ismi-kuranda-gecer-mi-nerde-gecer-520
[6] Bu arada; “demirin indirilmesi” ifadesini Dünya’nın oluşum sürecine dair bir atıf olarak gökten inme manasını da içerebileceği fikrini yadsımadığımı belirtmek isterim. Kur’an bu tür konularda pek çok açılıma müsaade eden bir dil kullanılır.
[7] Müfredât, Ragıb El İfahani, Pınar Yayınları