Bismillah

  • “Çünkü, Allah dileseydi şüphesiz hepinizi bir tek ümmet yapardı; ama (sapmak) isteyeni saptırıp, (doğru yola ulaşmak) isteyeni de doğru yola yöneltiyor; Ve şüphesiz, yaptığınız her şeyden ötürü sorguya çekileceksiniz![1]
  1. Pek çok insan, Ümmet-i İslam’ın perişanlığına bakıp Allah’ın Dini üzerinde bir kuşkuya kapılır. Bu durum batının Hıristiyanlığa bakarak Rönesans’a soyunması gibidir. O vakit insanlar eldeki dine (kilise dinine ) dair sorunlar yüzünden anti din pozisyonu aldılar. Bütün dinleri aynı kefeye koydular. Bugün de insanlık İşid benzeri maniplasyon örgütleri üzerinden Allah’ın Dinine karşı soğutulmaktadırlar. Şimdilerde yaşadıklarımızı şu minvalde görmek lazım: Dikkatleri Kültürel İslam’a, onun yol açtığı sorunlara yöneltilen insanlardan, Hak Din olan İslam’ı yargılamaları istenmektedir.
  2. Bir kısım insanlar olup bitenleri sadece petrol, dolayısıyla bir menfaat mücadelesi olarak değerlendirir ve dinin sadece araç olarak kullanıldığını düşünürler. Hatta Dünya tarihini böyle okuyanlar çoğunluktadır. Benim de katıldığım görüş sahipleri ise menfaat mücadelesini ikinci planda görürler. Asıl mücadele din mücadelesidir. Nüve budur lakin zahiren çoğu kez bir menfaat mücadelesi gibi görünür ve hatta gösterilmek istenir. Esasen bu iki dinamik neden birbirini gerektirir kaçınılmaz olarak. Fakat bence yeryüzündeki bütün mücadelelerin kökünde hayat görüşüne dair ayrışmalar vardır…
  • “Muhammed yalnızca bir elçidir; ondan önce de (başka) elçiler gelip geçtiler: Öyleyse, o ölür yahut öldürülürse, topuklarınız üzerinde gerisin geri mi döneceksiniz? Ama, topukları üzerinde gerisin geri dönen kişi hiçbir şekilde Allah’a zarar veremez. -halbuki Allah, (Kendisine) şükreden herkesin karşılığını verecektir.-[2]
  1. Muhammed’e tapanlar bilsinler ki o ölmüştür. Ama Allah bakidir.[3]” Allah’ın Beyti’ne veya başka sembollere tapanlar bilsinler ki Allah her yerdedir. Allah bir mekana veya bir şeye mukaddes veya mübarek diyorsa onun vazgeçilmezliğinden veya Allah’ın ihtiyacından değil, insanların semboller aracılığı ile vahyin temel amacına yönlendirilmek istenmesindendir. Bu semboller farklı amaçlar için kullanılır hale gelirse veya araç olmaktan çıkarılıp, amaca dönüşürse (bugün ve geçmişte olduğu gibi) ümmetin alimlerine düşen dinde ihya hareketine girmek ve sembollerin gerçek amaçlarını ortaya koymak ve ümmeti aydınlatmaktır. Çünkü Allah bunun için artık peygamber göndermeyecektir. Kur’an sağlamdır ama insanlar nezdindeki anlamı sorunludur. Bu gerçeği cesaretle kabul edip gerekeni yapmak ümmetin bilenlerinin ve yetki sahibi olanlarının borcudur.
  2. Bu girişi şunun için yazıyorum: Ben Hacc yolculuğuna giderken zaten çok büyük beklenti içinde olmadım. Nelerle karşılaşacağımı az-çok biliyordum. Gördüklerim beni şaşırtmadı. Yine de Hacca geldim zira bu Allah’ın üzerimdeki hakkıdır.[4] Bir ibadetin yozlaştırılması onu terk etmemizi gerektirmez. Onun yeniden diriltilmesi de bize borçtur. Biz insanlara bel bağlarsak onlarla beraber inancımızda yıkılır. Ben insanlara bel bağlamamak gerektiğini öğreneli çok oldu. İnsanların çoğunluğunu yanlışta görmek beni şaşırtmaz. Zira Kur’an öğrencisi olarak bundan haberdarım.[5] Bu vesileyle Hacc yapacak kimselerin her bakımdan bilinçli olmalarına bir katkım olsun ve hemde zaten kendim için araştırmak boynumun borcuydu.
  3. Ortada hakiki anlamda bir ümmet bulunmadığı gayet açıktır. Ancak bu durum İslam Ümmetinin yeniden diriltilip insanlığa yol gösterecek hale gelmesi gerektiği gerçeği ile yüzleştirir bizi. İnsanlığı yegane kurtuluşu Hak Din’e sarılmaktır. Kimin elinde bir hakikat varsa onu kabul etmeye hazırım. Realiteyle (evrende apaçık görülen olgularla) uyuştuğu kesin olan ilmi çalışmalardan ve fikirlerden korkmak Müslümanca bir tutum olamaz. Elimdeki yalana sarılacak kadar ahmak olmadığım gibi hakikati savunacak medeni cesarete de sahip olmak zorundayım…
  4. Hacc esnasında gözlemlerimi yazarken objektif olmak, hakikate sadakat göstermek temel ilkem oldu. Duygu ve düşüncelerimi yazarken ne bir savunma, nede her şeye ille de farklı bir şey söyleme gayreti içinde oldum. Ayrıca bir kurumu veya şahısları hedef almak aklımın köşesinden dahi geçmedi. Ancak yanlışı dile getirmek de boynumuzun borcudur. Ne kadar objektif olabildiğimi okuyan değerlendirecektir. Geçmişte işitmiştim ki, hacılara gördüğünüz kötü şeyleri anlatmayın ki insanlar soğumasın şeklinde telkinde bulunulduğunu… (Henüz böyle bir telkin almadım) Hataların üzerini örtmek bir fayda sağlamaz. Kokusu eninde sonunda çıkar zaten… Samimi, yapıcı bir yaklaşımla sorunlarımızı ortaya koymak elbette daha yararlıdır. Bu çalışma sayesinde hem kendi Hacc ibadetimi enine boyuna öğrendim ve elimden geldiğince hakkını vermeye çalıştım hem de belki birileri yararlanır da bir yanlışın düzeltilmesine katkım olur diye umdum. Çaba bizden başarı Allah’tandır.

Esenboğa’da Bekleyiş

  1. Umarım bu son yağmur olur dedi densiz kadın, Allah’ın rahmeti için… Sözün ağırlığından tüylerim ürperdi. Onun bu sorumsuzca isteği çok kötü bir beddua gibi geldi bana… Ya Allah kızıverse de dileğini yerine getirse… Lakin Allah’ımız öfkesine yenik düşen bir Yunan tanrısı değil ki… Bu hususlarda bir sünneti var, bir usulü var… Bu vahim sözün çıktığı ağzın sahibine şöyle uzaktan baksam ondan bunu duyacağımı kestiremezdim. Vasat Anadolu kültürüne sahip biri… Kötü bir izlenim uyandırmıyor ilk bakışta. Deniz kıyısında bir şehirde yaşayan yakınlarıyla buluşmaya gittiği anlaşılıyor. Yüksek bir sesle ve rahat bir üslup ile konuşuyor yakınımızda. Konuşmalarının hepsini rahatça duyabiliyoruz… “Yağmur mu yağıyor!.. Umarım ben vardığımda yağmaz… Denizin tadını çıkartın… Ben de geliyorum… İnşallah son yağmur olur!…” “İnşallah” diyor İnşallah’ı bilmez… Dedim ki “Allah’ın rahmetine saygın yok bari sesini kıs da bizi rahatsız etme…” “Rahatsız mı oldun, git başka yerde otur..” Öyle yaptım zaten… Sorumsuzca davranışlarını kendi özgürlük alanı zanneden benzer insanları uyardığımda hep buna benzer tepki alırım, “…rahatsız oluyorsan taksiye bin, vb.”

Allah’ın Elçisini Konuk Eden Şehre, Hicaz’ın Verimli Topraklarına Selam

  1. Uzun bir bekleyişin ardından hayli kalabalık olan kafilemizin uçağı iniş yaptı. Medine’deyiz. Oldukça geniş bir alana kurulmuş hava alanı tesisleri… Bekleme salonu gayet serin. Sonradan anlıyoruz ki bunu hiç esirgemeden çalıştırılan klimalara borçluyuz. Bir süre daha bekleyişin ardından çabuk sayılacak bir hızla işlemlerimiz tamamlandı. İşlemleri yapan görevliler zabit[6] (asker) kıyafetli ve hayli genç. Bu zabit kıyafeti bu topraklarda pek rağbet edilen bir şeydir. Bir zamanlar bizde polis veya asker kıyafeti giymek ne kadar havalı algılanıyorsa (ki hala biraz öyledir) işte öyle… Hem kıyafet hem sırtını devlet gücüne dayamış olmak onlarda bu hissi uyandırıyor olmalı. Giriş kapılarından geçerek otobüsleri bekleyeceğimiz salondayız… Metal direkler üzerine kurulu camekanlı ve çok geniş branda çadırlardan oluşuyor bekleme salonları. Bekleme salonlarından dışarı her çıkışımızda sıcak bir rüzgar yalıyor yüzümüzü. Sanki güneşte kalmış bir arabaya biner gibi oluyoruz. (gerçi bu durum eşimi hep memnun ediyor…) Bekleme salonunda bir genç adam dikkatimizi çekti. Temizlik işçisi; elinde süpürge ve kürek ile oradan oraya sürekli dolaşıyor, güya temizlik yapıyor. Çöp arıyormuş gibi sürekli etrafı kolaçan ediyor. (Daha sonra iyice öğreneceğim ki hem Mescid-i Nebevi ve hem de Kabe Mescidinde bu işçilerden çok sayıda var. Muhtemelen düşük bir maaşa çalışıyorlar ve hacıların ellerine bakıyorlar sürekli.) Ağzındaki solunum maskesi ona ciddi bir iş yapıyor havası katıyor. Genç adam bu başarılı rolünün ödülünü cebini 10’luk ve 20’lik banknotlarla doldurarak alıyor. Bizim sözüm ona hayırsever hacı adaylarımız ya kendi paralarını veya kendilerine tevdi edilen emanet sadakaları bu adama vererek rahatlıyorlar. Onları uyarmam fazla fayda vermiyor. Hatta kızıyorlar. “Ne var içimizden geldi verdik…” Saf yerine konduklarını gözleri önüne serdiğimde rahatsız oldukları halde bana “hayrımızın içine ediyorsun” bakışı fırlatıyorlar.[7]
  2. Bizi otele götürecek otobüslerde uzun süre bekletiliyoruz… Bunun sebebi, eldeki liste ile otobüsteki kişi sayısının birbirini tutmaması. Anladığım kadarıyla kafiledeki toplam sayı tutuyor ama bu otobüsteki sayı listeye uymuyor. Şoför de inatla gitmem diyor. Ne yapıp edin bu sayıyı denkleyin… Bu esnada otobüsler daima çalışıyor. Daha önce de öğrenmiştim ki bu ülkede otobüs gibi kamu taşıma araçları bir yerde park ettiklerinde aracı çalıştırmaya devam ediyorlar. Sonraki bir gezimizde şoföre kırık dökük Arapçamla sordum. O da bana sabahtan akşama kadar otobüsün sürekli çalıştığını söyledi… Sebebi otobüsün klimasının içeriyi serin tutması ve petrolün çok ucuz olması… (Daha sonra, Zulhuleyfe’de[8] aynı konuyu konuştuğum 14yaşında bir genç, Hac Bakanlığının böyle olmasını istediğini söyleyecekti…) Konuştuğum şoför petrolün litre fiyatını bilmiyordu. Çalıştığı şirketin bir kartı ile depoyu dolduruyor parayla ilgilenmiyor… Bir ara sorun halloldu dedi gurup hocamız. Ama yine uzun süre bekledik. Hani hocam ne oldu dediğim de rahatlatmak için şaka söyledim dedi bana… Neyse ki yola çıkıyoruz. Gece saat 3.30 Yorgun hacı adaylarının belki yarısı uyukluyor. Bu esnada pek de güzel olmayan okumayla ilahiler, salavatlar okunarak hacılar motive edilmeye çalışıyor fakat gece bu vakitte, böyle bir okuma iyi gitmiyor…
  3. Otele gelince kalabalık bir hamal gurubu ile karşılaşıyoruz. Birisi diyor ki siz bavullarınızı merak etmeyin, otele getirilecektir derken grup sorumlusu hocamız bavullarınızı takip edin diyor. Anlıyorum ki hamallara bir iş olsun isteniyor. Yani onlar otel lobisine getirecekler ve bizde bahşiş vereceğiz. (Ancak Mekke’deki otelimizde böyle bir durumla karşılaşmayacağız. Bavullarımız lobiye düzenli bir şekilde bırakılıyor ve bizde oradan alıyoruz. Herhangi bir bahşiş baskısı olmuyor) Odamıza geçip yerleşiyoruz… Otele adım atar atmaz rahatlatıcı bir serinlik karşılıyor bizi. Odamız ise soğuk hava deposu gibi. Klima ha bire çalışıyor. Termostatı bulup klimayı kapatmayı başarıyorum… Hemen banyoya yöneliyoruz. Klozetin sifon suyu boşa akıp duruyor. Şamandıra bozuk ve depo sürekli su kaçırıyor. Vanaları kapatıp suyu kesiyorum. Gerçi eşim kendinden beklemediğim bir marifetle şamandırayı geçici olarak tamir etti. (Bir parçayı çıktığı yere her defasında takıyordu.) Garip bir şekilde taharet musluğunu, ucu bas-çek bir musluk düzeneğine bağlı ayrı bir hortum ile duvara, klozetin yanına yerleştirmişler. Bu düzeneği ilk defa gördüm. İlk önce garipsemiştim ama sonradan kullanışlı olduğunu düşündüm. Derken sabah için ezan okunuyor. Bu ezan namaz vaktinin girdiğini değil yaklaştığını haber vermek için… Dinlenmeye fırsat olmuyor… Herkes telaş içinde hemen mescide gitmek için örgütleniyorlar.  Lakin ben onların bu gayretini pek anlamak istemiyorum. Namaz vaktine kadar acele etmiyorum. Eşim de onlara katılmak istiyor. Onu sıkı sıkı tembihliyorum… kaybolursan şuraya gel. Zaten mescit otel penceremizden gözüküyor…
  4. Bu topraklara adım attığımdan beri bir israf ülkesine girmiş gibi hissediyorum… Biz kuzeyde enerjiyi kışın ısınmaya harcarken dünyanın bu bölümünde enerjinin çok büyük bir bölümü yazın serinlemek için harcanıyor. Suyun da gözünün yaşına bakılmıyor. Gerek içmek için gerekse diğer ihtiyaçlar için hayli rahat su kullanılıyor.[9] Konu israftan açılmışken ileride öğrenmiş olacağım şu hususları da vurgulamak da yarar var. Gerek Mescid-i Nebevi de gerekse Kabe’de bolca tüketilen pet şişelerin, plastik bardakların vb. eşyaların geri dönüşümü için ekstra bir çaba görünmüyor. Bütün çöpler aynı kovalara dolduruluyor. Mescidlerin pek çok yerinde çeşmeler var. Bir düzine çeşme yan-yana. Temiz ve atık pvc bardaklar için muntazam düzenekler yapılmış. Bu çeşmelerin bir kısmı seyyar çeşmeli bidonlarla sağlanıyor ve namaz kılınan kapalı mekânlara konuyor. Her an soğuk su ihtiyacınızı giderebilirsiniz. Bu da bana biraz müsrifçe göründü. Bırakın da biraz da susuzluğun tadına varalım. Otellerde sallama çayınız, hazır kahveniz, soğuk suyunuz her an hazır.  Yemekler fena değil. Bazen ağız tadımıza uygun olmayan bir şeyle karşılaşıyoruz ki bu da gayet tabii. Sabah ve akşam yemek, öğlen için ise kumanya veriliyor. Bu kumanyayı vermeseler bile yeterli bence. Zaten çoğu kez eşim ve ben hesabımıza düşen kumanyaları mescidde konaklayan ihtiyaç sahibi olduğunu düşündüğümüz kimselere veriyoruz. (Söz buraya gelmişken Mekke’deki otelimizde yemek de dâhil şartların Medine’ye göre daha da iyi olduğunu not etmeliyim)

Bir İnsanlık Ebrusu

  1. Her renkten ve her ırktan insan sel olup mescide akıyorlar namaz vakitlerinde… 300×400 metrekarelik kapalı alanı ile toplamda 550×650 metrekarelik alan dahi tıklım-tıklım doluyor. Alan o kadar büyük ki içerisinde teknik hizmetler için ve yorgun, yaşlı veya düşkünler için küçük araçlar taşıma yapıyor. Mescidin[10] şemsiyeleri akşamları kapanıyor güneşli vakitlerde açılıyor. Bu şemsiyelerin her birinin üzerine yerleştirilmiş fanlar sıcak vakitlerde sürekli çalışarak ortamı serinletiyor. Bu şemsiyeler üzerine yerleştirilmiş aydınlatma araçları mimari yapıyla oldukça uyumlu olmuş. Karo zemine serilen halılar veya seccadeler veya herhangi bir sergi üzerinde veya hiçbir şey sermeden namaz kılıyor insanlar… Namaz kılarken; seccade temizliği için veya önünden geçen olmasın diye güya titizlenen memleketimin insanı, acaba buradan çıkarması gereken dersleri çıkarıyor mu? Peygamber ve ashabının; kum veya toprak zeminde, ayaklarındaki nalınlarla namaz kılan ilk Müslümanların durumlarını bilseler acaba bu kadar titizlenirler miydi?..
  2. Hemen yanınızda zor yaşam şartlarının bir hayvan derisi gibi kaşarladığı siyahi bir insan, Müslüman kardeşin oturabilir… Veya orta yaşlı bir Endonezyalı veya genç ve kaslı bir Nijeryalı veya kavruk bir Anadolu insanı vb. Bir insanlık ebrusu, her namazda farklı bir desen oluşabilir. Normalde size kaba, çirkin, itici gelebilecek bir insanla hemen yanınızda omuz omuzasınız… Yönünüz, niyetiniz aynı…
  3. Burada herkes mazur görülmenin rahatlığını hissediyor… Kimse yoksulluğundan veya görgüsüzlüğünden, bedensel özürlerinden dolayı küçük görülme endişesi yaşamıyor sanki. Herkes olabildiğince doğal… Hatta biraz fazla doğal… Ziyaret ettiğimiz hemen her mescidde insanlar yerlerde (halı veya beton fark etmez) yatıyorlar. Hava çok sıcak, insanların yapacak bir işi yok, hele de alış veriş, gezme ve hatta iskan için geniş imkana sahip değillerse vakitlerini mescidlerde geçiriyorlar. Bu doğallığı bayağı abartıp şempanzeler gibi davrananlar da çok. Bir kınama bakışı fırlatmadan önce hallerini anlamayı deniyorum daima… İnsan denen varlığı kendimizden ibaret sanma gafletine düşmemeliyiz. Tanımlamak için değil tanımak için olmalı bakışımız. Yine de kınıyorum bir kısmını. Yorgunluk ve uyku sebebiyle değil fakat serbest davranmaya alıştığı için kimisi, şempanze gibi yatıyor yerlerde… “İclis aghi, iclis! Hazel hal leyse münasip huna…[11]” Allah’tan genç adam toparlanıyor ve kötü tepki vermiyor… Ama bir yaşlıyı görmüştüm, namaz kılanların önlerinde yatıyor… O’nu uyarıyorlar ama O, kamet okunup farz için aya kalkılıncaya kadar yatmasını sürdürüyor. Dedim ya burası çok rahat(!..) Bu rahatlıktan kedilerde nasibini alıyor. Gerek Mescid’de gerekse otel girişlerinde, sıcak zeminde olabildiğince sere serpe yatan ve kaçınmayan kedilere rastlıyoruz. Burada bir güzel şey de şu: insanlar daha tahammüllü oluyorlar. Ben de bundan yararlanmaya çalışıyor ve daha fazla uyarı, eleştiri yapabiliyorum. Ama biliyorum ki şansımı fazla zorlamaya gelmez. Bin-bir çeşit insan var burada…

Astarından Kesip Yüzüne Yamamak

  1. …Aslında bizim insanımızın yaptığına titizlenmek demek iltifat olur. Onların yaptığı astarından kesip yüzüne yamamaktır. Abdest alırken, namaz kılarken birçok teferruat icat etmişler. Ağza, buruna üçer defa su vermek; suyun genzine kaçması gerektiğini vurgulamak, sağ elle su verip sol elle temizlemek; kulak içi ve arkasını enseyle birlikte mesh etmek; Önce sağ kolu/ayağı sonra solu yıkamak; sağ kolu/ayağı yıkarken şu duayı okumak, vb. Hepsi de astarından kesip yüzüne yamama örnekleridir. Peygamberin sünnetine uyduklarını iddia ederken, benim gibileri sünneti, hadisleri küçük görmek veya dikkate almamakla suçlayabilen bu insanların peygamberin abdestinden/namazından haberleri yok aslında.[12] Ellerine tutuşturulan ilm-u hal kitapçıklarından, mahalle kur’an kurslarından öğrendikleri atalardan tevarüs edilen kültürü yaşadıklarını bilmezler. Bir defa olsun Kur’an’dan abdest ayetini okumazlar. Bunlara, Kur’an’da teferruat bilginin verilmediği söylenir sık-sık. Oysa Kur’an bu gibi konularda pek çok detaya kendine özgü bir örüntü içinde cevap vermektedir. Hadisi önemsediklerini söylerler ama hadislerde de kendi yaptıklarına ters şeyler olduğunu bilmezler. Mesela dualarını namazın dışında yaparlar. Allah Resulü’nün namazın her rüknünde dua ettiğini dikkate almazlar. İbn-ul Kayyim, namazdan sonra dua etme adetinin Allah Resulünün uygulaması olmadığını ısrarla belirtir meşhur eserinde.[13] Şüphesiz namaz kendine has ritüelleri olan bir ibadettir. Bu konuda bir hadis ileri sürülür[14] fakat o hadiste söylenmek istenen namazdaki duanın bir ölçüsü olmalı, mümkün olduğunca özenli davranmalı, manaları ölçülüp tartılmış bilinçli sözler söylenmeli ve boş kelamdan kaçınılmalıdır. Namazda kıraat (Kur’andan okuma), tesbih, tenzih ve tekbir olduğu gibi Allah Resulünün namazlarından biliyoruz ki namaz aynı zamanda usulüne uygun bir şekilde münacaat yeridir. Namazda okuduğumuz Kur’an dışı duaların zaten insan sözü olduğunu unutmayalım. Ancak namazda muhatabımızın alemlerin Rabbi Allah olduğunu da unutmamalıyız. Dolayısıyla sürekli bana şunu ver, bunu ver şeklinde basit isteklerde bulunmak yerine tenzih, şükür, tövbe, istikamet talebi ifade eden sözlerden oluşan bir münacaat… Genel kural bu ama istisnalar kaideyi bozmaz…

Hurmayı Nereden ve Ne Zaman Almalı

  1. Bu beldeden memleketinize götüreceğiniz en güzel hediyelerin başında hiç kuşkusuz Hurma gelir… “Hurma doyurucu bir meyve” diyorum İbrahim’e. O da Hurma ağacının insana benzediğini anlatıyor.. “Ömrü insan ömrü kadar; Hurmanın da kalbi ve kafası var. Buralarından yara alırsa ölür” diyor… Hurmanın yavrusunu yanından ayırırsanız yaşamaz diyor. Hurma ağacının dallarını bahçede yakıp tütsülemenin bir çeşit ilaçlama vazifesi gördüğünü anlatıyor. Onu dikkatle dinlerken anlatımlarda hikayeleştirme, hurafe olma ihtimaline karşı ihtiyatlıyım. Zira sonradan yaptığım kısa bir araştırmada da gördüm ki bu konuda da birçok hurafe üretilmiş.. Ama söylediklerinde haklılık payları var… İbrahim, Medine doğumlu genç bir Türk. Ailesi Hurma ticaretiyle uğraşıyor. Kendisi Kırıkkale Üniversitesinde öğrenci. Bize İzzeti ikramda bulunuyor. Ben de hurmayı onun dükkanından aldım. Burada alacağım hurmayı seçtim ve parasını ödedim. Kırıkkale’deki depolarından istediğimiz tarihte evimize postalanacak. Doğrusu bana güven verdi. Aslında önceki gün bir hurma bahçesini ziyaret ettik. İkram iyi idi lakin kaliteli hurma alma ihtimalini düşük buldum. Kafilemizin çoğunluğu buradan hurmayı aldılar. Hurmayı numunelerden bakarak seçiyorsunuz. Parasını ödeyip makbuzu görevlilere verince depodan torbalar veya karton koliler içinde getirip istediğiniz kadar tartıyor ve hemen paketliyorlar. Üzerine posta adresinizi yazdırıyorsunuz. Bu adamlar ptt kargosuyla anlaşmalılar ve kargo gelip paketleri götürecek. Hurma parasına ilave kiloda yedi lira kargo parası ödüyorsunuz. Yanınızda koli götürmek zorunda değilsiniz…
  2. Bir de bazı elektronik eşyaları Türkiye’den daha hesaplı alma ihtimaliniz var ama güvenli bir esnaf bulursanız… İbrahimden öğrendim ki burada Pakistanlı Harun var Bin Dawood Çarşısında. Harun esmer, tipik bir Pakistanlı. Pek çok dil biliyor. Günün her vakti müşterisi var. Bir güven oluşturmuş çevresinde… Güven en büyük sermaye onun için. Yanında çalışanlar da iyi gençler.. Alış verişte pazarlık var… Biraz ısrar ettiğinizde inebilecekleri limitlere kadar indirime gidiyorlar. Yalnız ne istediğinizi iyi bilmeniz her zaman sizi koruyacaktır. Kazak Türkü Ahmetle tanıştım Bursa Pazarı yazan dükkanda da. Yirmili yaşlarında iyi bir genç. O da kadınların çok hoşuna giden süs eşyaları satıyor. Açık, dürüst tavırlarıyla kolayca müşteri bağlıyor kendisine. Ahmet’ten inci hakkında bilgi soruyorum. Bazı incilerin havuzda bazılarının denizde üretildiğini söylüyor. Erken hasat edilenlerde şekil bozuklukları olur diyor. İyi incinin bir-kaç yılda oluştuğunu söylüyor. Yuvarlak olma ve kendine has bir parlaklığının olması kalitesini gösteriyor. Yalnız çok muntazam ve çok parlak olanların sahte olması çok muhtemel…

Gezmek Görmek Ama Niçin

  1. Uhud Dağını ve Uhud şehitliğini geziyoruz. Öbek-öbek ziyaretçi kafileleri, başlarında rehberleri bilgi veriyor. Türk kafilelerin sesleri geliyor birçok yerden. Kafile rehberleri güya bilgi veriyorlar ama sonradan sordum ki üzerine çıktıkları tepenin meşhur okçular tepesi olduğunu öğrenememiş hacıların birçoğu. Bu zamanla erimiş küçük tepeyi yakıştıramamış olmalılar ki gördükleri en sivri uçlu tepeyi gösterdi birkaç kişi bana. Bu konuşmalar genellikle duygu yüklü oluyor zaten. Rehberler Hacıları bilgilendirmeye değil hissiyatlarını kabartmaya dönük ağdalı bir dil kullanılıyor adeten. Bunun böyle olduğunu daha sonraki tecrübelerimizde gösterecek nitekim. “Kainatın efendisi…” diyor bir tanesi, tekrar tekrar. Kimi kastediyor? Peygamberi!.. Ben buna alışık olduğum için hemen anlıyorum… Peygambere methiyeler düzeceğim derken ilah durumuna sokan bir tanımlama yapıyor. Hem de öyle yarı ilah değil. Kainatın efendisi!.. Sanki şu sınırsız evreni o yarattı. Alemlerin Rabbi demekten farkı yok… Ama nerden bilsin, imam hatip kökenli veya tarikatlarla kültürlenmiş camiamızda bu anlayış o kadar yaygın ki… “…La şerike leke lebbeyk…” diye Kâbe yoluna düşecekler bunca şirkten sonra…
  2. Bu geziler esnasında sağlam bir sırt çantanızın olması çok önemli. İçinde küçük havlu, seccade, ayakkabınız koymak için poşet (camilere girerken ayakkabınızı, terliğinizi çıkarıp koyabilmeniz için), yiyecek bir şeyler… Birde sağlam bir bel çantası para, cep telefonu koymak için. Uhud gezisinden sonra Kıbleteyn Camisini ve Kuba Mescidin geziyoruz. Allah Resulü namaz kılarken Kıble değişikliği ayeti gelmiştir (kıbleteyn) iki kıbleli mescidde:
  • İşte böylece sizin dengeli bir ümmet olmanızı istedik ki, insanlığa örnek ve model olasınız ve Rasul de size örnek ve model olsun. Elçi’ye uyanların arasından topukları üzerinde geri dönenleri seçip ayırmak için, senin daha önce yöneldiğin yönü kıble olarak tayin ettik. Hiç şüphesiz bu olay Allah’ın yol gösterdikleri hariç, herkes için çok zor bir sınavdı; Allah sizin imanda ısrarınızı kesinlikle zayi etmeyecektir: Elbette Allah insanlara karşı sınırsız bir şefkat, sonsuz bir merhamet sahibidir. Biz, (ey Peygamber) senin sık sık yüzünü (bir kılavuz arayışı içinde) göğe çevirdiğini görüyoruz: ve şimdi seni tam tatmin edecek bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram’a çevir; ve siz, hepiniz, nerede olursanız olun, yüzünüzü (namaz esnasında) o yöne döndürün. Doğrusu, daha önce kendilerine vahiy tevdi edilmiş olanlar, bu emrin Rablerinden gelen bir hakikat olduğunu çok iyi bilirler; ve Allah onların yaptıklarından habersiz değildir. [15]
  1. Bu konu üzerine konuşma yaparken konuşmacılar genellikle ilk kıblenin Mescid-i Aksa olduğunu söylerler. Oysa çok açıkça bilinir ki Allah Resulü Mekke döneminde uzun süre Kabe’ye dönük namaz kılmıştır. Ancak Mekkelilerden ve akabinde Taif’ten umduğunu bulamayınca o sıkıntılı dönemde gelen İsra suresi ayetlerinin de yol göstermesiyle stratejik bir karar alarak kıblesini Kudüs olarak belirlemiştir. Bu dönem Medine hicretinin nüvesi oluşturulmaktadır. Bu değişiklik Medine’deki Yahudilerin ve belki varsa civarda Hıristiyanların da gönlünü kazanma nedeniyle yapılmıştır. Ancak malumdur ki istenen olmamış ve Allah Resulünün gözü gönlü zaten asıl kıble olan Kabe’dedir… Ayetler bundan bahseder.

Şirkin En Gözde Hali Şefaat

  1. Selamlama ziyaretinde de benzer şirkler ve takıntılı tavırlar sergileniyor. Şirk içinde bir kavme Tevhidi öğretmek için gönderil, Aracıları devre dışı etmek için uğraş, neçe sonra insanlar seni Allah’la aralarında aracı haline getirsinler. Bir peygambere daha nasıl zulüm yapılabilir. Mescid-i nebevinin Ravda-i Mutahhara denilen ilk mescidin ve Peygamberle beraber, Ebu Bekir ve Ömer’in kabirlerinin bulunduğu bölümü görmek, peygambere selam iletmek, orada namaz kılmak, geldiklerini belgelemek ve böylece Peygamberin şefaatine nail olmak (o da nasıl oluyorsa?..) arzusuyla sık sık gitmeyi öğütlüyorlar. Oysa benim bildiğim bir peygamber de olsa öldükten sonra sizi göremez. Hele sizin ziyaretinizi kayda geçip sonra sizi şefaat kotasının içine dahil edemez. Ortada böyle bir şefaat kotası da yok zaten. Bir imam arkadaşa şu soruları yönelttim: Niçin Kur’an yirmi küsur ayetin ikisi hariç şefaat yok derken insanlar, hatta sizden bazıları “…şefaat ya Resulullah…” diye bağırıyorlar. (Nitekim bir başka kafile sorumlusunun ağzından işittim..) Gelin şefaati anlamak için birkaç mantıklı soru soralım. Allah bir kulunu bağışlamayacak sonra Resulü devreye girecek ve bağışlatacak… Bu durumda Allah elçisine bir kota ayırmış ve tasarrufunu da ona bırakmış olması gerekir. Ki bu durumda uluhiyetten (İlahlık’tan) küçük bir payı var demek olur. Yok, eğer böyle bir kotası yok ve onun talebi Allah’ın dilemesine bağlıysa bu durumda zaten böyle bir aracılığın pek bir önemi olamaz. Kaldı ki elçi neye göre bilecek ve müdahil olacak. Yoksa mahkemede her Müslümanın durumu görüşülürken müdahil avukat olarak sürekli hazır mı bulunacak. Bu tür aracılık yaklaşımları zaten Kur’an tarafından reddedilmektedir.
  • Ve hiçbir insanın ötekine en ufak bir yararının dokunmayacağı, hiç kimseden şefaatin kabul edilmeyeceği, kimseden fidye alınmayacağı ve hiç kimsenin yardım görmeyeceği Gün(ün mutlaka gelip çatacağı) bilinciyle yaşasanıza!<2-Bakara 48>
  • Ve hiçbir insanın diğerine bir yararının olmayacağı, hiç birinden fidye kabul edilmeyeceği; şefaatin fayda etmeyeceği ve hiç kimseye yardım edilmeyeceği bir Günü(n gelip çatacağını) aklınızdan çıkarmayın. <2-Bakara 123>
  • Siz ey imana ermiş olanlar! Pazarlığın, dostluğun ve şefaatin geçerli olmayacağı bir Gün gelmeden önce size rızık olarak bağışladığımız şeylerden (Bizim yolumuzda) harcayın. Ve bilin ki hakikati inkar edenler zalimlerin ta kendileridir.<2-Bakara 254>
  • Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları onunla (Kur’an ile) uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir aracı vardır; belki sakınırlar.<6-En’am 51>
  • De ki: “Şefaat (hakkını verme yetkisi) yalnız Allah’a aittir: Gökler ve yer üzerindeki hakimiyet (yalnız) O’nundur ve sonunda yalnız O’na döndürüleceksiniz”.<39-Zümer 44>
  • Allah katında, kendisinin izin verdikleri dışında hiç kimsenin şefaati fayda vermez; kalplerinden (Son Saat’in) korkusu atılınca onlar, (o yeniden dirilenler, birbirlerine dönüp) soracaklar: “Rabbiniz (sizin için) neye karar verdi?” Ötekiler, “Doğru ve hak edilmiş olana; O, yücedir ve büyüktür!” diye cevap verecekler.<34-Sebe 23>
  • Hesap Günü nedir bilir misin? Ve bir kez daha: Hesap Günü nedir bilir misin? Hiçbir insanın başka birine zerre fayda sağlayamayacağı bir Gün(dür o) çünkü o Gün (açık seçik görülecektir ki) hakimiyet yalnız Allah’a aittir.<82İnfitar 17-19>
  1. Kur’an aslında şefaat kavramını şirke dayalı bir inanç sistemini reddetme bağlamında ele alırken aynı zamanda insanların ahrette neye göre hesaba çekileceklerini Allah’ın mutlak otoritesine vurgu yaparak dile getirir. Şefaatin, bir nevi aracılığın mümkün ve normal görünen bir yönü vardır. Mesela ben bir arkadaşım için dua etsem bir anlamda aracılık talebinde bulunmuş gibi olurum. Ancak bu durumun: 1.Allah’ın mutlak otoritesi; 2.Kula ancak kendi yaptığının karşılığı vardır ilkelerinin ihmali manasına gelmeyecek bir tasavvurla ele alınması gerekir… Kanaatimce şefaat olsa olsa şöyle olabilir: Her şeyden önce her kulun kendi iyi amelleri kendisi için şefaatçidir.
  • ve insana uğrunda çaba gösterdiği dışında bir şey verilmeyecektir;<53-Necm 39>
  • [öteki dünyada] onların tümü, yaptıkları [iyi veya kötü] şeylere göre tesbit edilmiş bir dereceye sahip olacaklardır; ve böylece Allah, onların yaptıklarının karşılığını tam olarak ödeyecek ve hiç kimseye haksızlık yapılmayacaktır.<46-Ahkaf 19>
  1. Allah kullarının günahlarını bağışlarken iyi amellerinin aracılığını (şefaatini) kabul ederek bağışlar. Bir anne/baba iyi bir evlat yetiştirmiş ise (onun yetişmesinde gerçekten kendi katkısı varsa), o evlat, bu anne/baba için salih amel hükmündedir ve o evladın bu anne babaya şefaatinden söz edilebilir. Ve Allah diyebilir ki seni şu evladının üzerindeki çaban hatırına, o evladının yaptığı güzelliklerde senin de payın olduğu için bağışlıyorum diyebilir. Ve o evladı çağırıp anne/babasının bağışlanma beratını taktim ettirmek suretiyle evladı da onurlandırmış olabilir; Allahualem… Benzer durumları siz düşünün. Mesela cenaze namazlarında ölü için yapılan dualar bir nevi şahitlik ve şefaat talebidir. Tabi tanıyorsanız veya isterseniz… Tabi bu talebin bir ölçüsü olması gerekir. Mesela gayrimüslim olarak öldüğü bilinen biri için dua edemezsiniz. Nuh oğlu için talep etmiş ve uyarılmıştır.[16]
  2. Peygamberin ümmetine şefaati meselesi nasıl olabilir? Yukarıda bu konu için temel oluşturan ayetlerin izin vermediği şefaat tasavvurlarını peşinen reddetmek zorundayız. Bir peygamberin şefaati, peygamberi razı etme yoluyla değil Allah’ı razı etme yoluyla kazanılır. Şefaat aynı zamanda şahitliktir. Kur’an’a göre peygamber ümmetine şahit olacak ama kendi yaşadıkları, dolayısıyla bildikleri kadarıyla… Yoksa hiç tanımadığı, görmediği, kendinden yüzyıllar sonra gelmiş olan ve o peygambere tabi olduğunu söyleyen kulların halini nereden bilsin ve aracılık etmeye kalksın…
  • Ve işte o zaman Allah, “Ey İsa, ey Meryem oğlu!” dedi, “Sen insanlara, ‘Allahtan başka tanrılar olarak bana ve anneme kulluk edin dedin mi?” (İsa) cevap verdi: “Sen yücelikte sonsuzsun! (Söylemeye) hakkım olmayan bir şeyi hiç söyleyebilir miyim? Bunu söylemiş olsaydım sen muhakkak bilirdin! Sen benim içimdeki her şeyi bilirsin, halbuki ben Senin Zatında olanı bilmem. Şüphe yok ki, yaratılmış varlıkların idrakini aşan her şeyi tam bilen yalnız Sensin.” Ben onlara (söylememi) emrettiğin şeyden başkasını söylemedim: ‘Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz (olan) Allaha kulluk edin (dedim). Ve onların arasında yaşadığım sürece yaptıklarına şahitlik ettim: Ama Sen bana ölümü verdikten sonra onların koruyucusu yalnız Sen oldun: Zaten Sen her şeye şahitsin. <5-Maide 116-117>
  1. Bu durumda siz ey hacı adayı kardeşim! Peygamberin şefaatini kazanma umuduyla; onun kamerasında görünme ve rızasını kazanma umuduyla onun kabri yakınında namaz kılmak, onun kabrinin duvarlarına el-yüz sürmek, şefaat ya Resulallah diyerek ona hitap etmek gibi eylemleriniz şirk olmuyor mu?.. Siz kimi razı etmeye çalışıyorsunuz. Peygamberin şefaati onun davasına sarılmak, o davayı savunmak, örneklik oluşturmak ile belki mümkün olur.[17]Kuru sözle, sadece salavat getirerek bu mümkün olur mu? Salavatla ilgili ayeti yanlış anladığımız için sadece boş-boş salavat getirip duruyoruz. Ya sen hacılara güya rehberlik eden imam kardeşim, hiç mi Kur’an okumuyorsun? Biliyorum, Kur’an’ı ancak okuyup-okuyup üflediğiniz için size bir şey kalmıyor…
  • Şu kesin ki Allah ve O’nun melekleri Peygamber’i desteklerler; ey iman edenler, siz de onu destekleyin ve tam bir teslimiyetle (onun örnekliğine) teslim olun!<33-Ahzab/56, meal: M. İslamoğlu>

Bu ayette geçen “salat” kelimesinin Kur’an’da yine aynı surenin 43. Ayetinde benzer yani yardım, destek anlamında kullanıldığını görüyoruz:

  • Huvellezî yusallî aleykum ve melâiketuhu li yuhricekum minez zulumâti ilân nûr, ve kâne bil mu’minîne rahîmâ(rahîmen). O (Allah) ve melekleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size (rahmetiyle) yardım eder. Zaten o Mu’minlere rahmetlidir (rahmet kaynağıdır)

Medîne-İ Münevvere

  1. İslâm Devleti’nin ilk başşehri. Peygamber efendimizin hicret ederek yerleştiği, ilk İslâm Devleti’ni kurduğu ve kabrinin bulunduğu şehir. Bu sebeplerden dolayı Medîne-i Münevvere yâni nurlanmış şehir adıyla anılmıştır. Münevver (aydın) kelimesine yabancı değiliz zaten, Osmanlı son zamanları ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki “aydınlarımızın” zamanında ve yer yer hala devam eden rollerinden dolayı… Eski adı Yesrib[18]. Medine, Orta Arabistan’ın (Hicaz’ın) önemli bir şehri. Etrafı dağlarla çevrili, tarıma elverişli harrelik[19]ova… Etrafındaki dağ kümelerinden biri de bildiğimiz meşhur Uhud Dağı’dır. Hurma bahçeleri dışında tarım örneklerine rastlamadık ancak Uhud dağı önünde kurulan pazarda köylülerin getirip sattığı üzüm gibi bazı meyveleri gördük. Buralarda nar, muz, portakal yetiştirildiğini bir araştırmamda öğrenmiştim. Medine, su kaynakları bakımından da nispeten zengin bir bölge… Nitekim hurma bahçelerinde bol suya şahit olduk. Ancak bildiğimiz kadarıyla Arabistanın büyük şehirlerinde denizden arıtma su kullanılıyor. Bu bölge düzenli yağış almıyor. Ancak yağmur olduğunda da sellere yol açıyor. Nitekim Medine’den Mekke’ye giderken göreceğimiz yer yer yarılmış geniş kuru vadiler bunun delilidir.

Büyük Hacc İçin Yola Devam

  1. Nihayet esas yolculuğumuzda sadece bir durak yeri olan Medine’de bir haftamız sona eriyor. Mekke’ye doğru yola çıkacağız. Diyanetin bölge sorumlusu olduğunu öğrendiğim bir konuşmacı Haccın birinci ayağı demişti. Medine deki süreç için. Beni de burası tartışma yeri değil ibadet yeri diye uyaran bu zat kırdığı potun farkında değil. Aslında bu söz üzerinden bir polemik yapmak istemem. Nihayet sorulsa O’da kabul edecektir burada olmak zorunda olmadığımızı. Burada yaptıklarımız Haccın bir rüknü değildi. Biz sadece Hacc yolculuğunda bir mola vererek Allah Resulünün kurucusu olduğu şehri ve onun mescidini tanımak istedik. Ancak süreç böyle işlemiyor ki… Ravza’da namaz kılmak yüceltiliyor. Peygamberin, kabrimi ziyaret eden beni ziyaret etmiş gibi olur dediği… Ravzanın cennet baçelerinden bir bahçe olduğu, vs. vurgulamalara zaten cahil olan insanımızı büyülüyor. Başlasın Ravza’da namaz kılma yarışı… Peygamberin ölmediğini düşünenler, kendilerini gördüğü ve kendilerine şefaat edeceğine dair beklentiler… Biraz sonra “Buyur Allahım buyur! Muhakkak ki hamd sanadır, niğmet senden, mülk senin.. Senin ortağın yoktur…” diyerek Mekke yolunu tutacağız bunca şirkten sonra…
  2. İhrama giriyoruz. İhram, yani yeni bir duruma geçiyoruz. Bırakın haramları bazı helalleri de yasaklayacağız kendimize… İhram bir giysi değil aslında, bir haldir. Ama erkeklerin giydiği, (kadınların muaf olduğu) iki parça havlunun adı haline gelmiş… Otobüslere biniyoruz fakat kaybolanlar dolayısıyla uzun süre bekletiliyoruz…

Mîkât, bir iş için belirlenen zaman ve yer anlamına gelir.

Mikât: Âfakdan Harem-i Şerife gelen mü‟minin ihrama girmeden geçemeyeceği sınırları belirleyen mevkilere mikat denir. Bu mevkiler 5 adettir.

Âfâki: Mikâtların dışında ikamet edip hac umre veya başka maksatlarla Mekke‟ye giderken bu mikat yerlerini ihramlı geçmesi gereken kimse demektir. Mekke-i Mükerreme‟de ikamet edip herhangi bir maksatla mikat hâricine çıkanlar da aynı hükme tabidirler.

  1. Zülhuleyfe, Medine’nin 11 km güneyinde Âbâr-ı Alî diye bilinen yerde ve Mekke’ye yaklaşık 450 kilometre uzaklıkta, Medinelilerin ve Medine üzerinden Mekke’ye gelenlerin mîkâtıdır. Kolaylık olsun diye otelimizde ihrama girip otobüslere bindik. İhramlı geçmemiz gereken mikat noktasında, Zul Hüleyfe’de yeniden abdest alıp ihram namazı (yani 2rekat nafile namaz) kılalım ve niyet edelim diye mola verdik. Burada bir cami var. Tuvalet ve duş yerleri var. Otobüsten erken inmiştim duş alma imkânını görünce değerlendirdim ve kılığımı kıyafetimi de yeniden düzenledim. (Bu ülkede şebeke suyu daima sıcak oluyor zaten.) Kafile sorumlularımızın birlikte hareket etme yönündeki ısrarları oldukça vakit kaybettiriyor. Onlarda yaşlı ve kaybolma ihtimali olanlar için endişelendikleri için belki haklılar. Namaz kılınacak camiyi bulup hem vakit namazını ve hem de ihram için nafile namaz kılıyor ve niyet ediyorum. İhram için niyeti telaffuz etmek ve telbiye getirmek şarttır. (Namazlarda niyeti telaffuz etmek normalde Allah Resulünün adeti değildir.) Grup üyeleri ise her bir eylem için ille de hocanın gelip yaptırmasını bekliyorlar. Ve 450 km lik yol başlıyor… Sağda solda görebileceğiniz volkanik teperler, yer yer sel ile yarılmış vadiler ve çok az tarım yapma denemeleri… Yolda akşam namazı için bir yerde durduk. Çok bakımsız, oldukça pis bir mescidde namaz kıldık. Meyve satanlar, ciğer kavurma yapanlar var… Küçük bir ekmek arası ciğer kavurma alıyorum, 5 riyal…

Şehirlerin Anası Mekke[20]

  1. Kur’an şehirlerin anası, “Umm-ül Kur’a” der Mekke için. Böyle demesinin sebebi insanlık için yapılmış ilk evin burada olması olabilir. Veya herhangi bir şekilde dünyanın merkezi olması demek olabilir. Kısıtlamalara rağmen Dünyanın en büyük organizasyonuna sahip şehir olduğu gayet açık zaten… Onun kıble, insanların yöneldiği merkez olma özelliği insanlıkla yaşıt. Mekke’nin eski ismi Bekke’dir. Dilbilimciler ise Mekke ile Bekke’nin aynı şeyi ifade ettiğini kabul etmektedirler. Mekke ve Bekke, Babil dilinde‘ev’ anlamında olup, Amelikalılar tarafından bu yerin ismi olarak kullanılmıştır.Batlamyus ise Mekke’ye Macorabba demiştir.[21] Mekke mukaddes şehir olma özelliğine Adem Peygamberden beri sahiptir. Lakin bir dönem unutulmuş ve M.Ö. 2000’li yıllardan, Hz. İbrahim ile beraber bu özelliğini yeniden kazanmıştır. Sonra bir dönem kıble olmaktan çıkartılmış (kaynaklar Davud Peygamber zamanında kıblenin Kudüs yapıldığını söyler) ise de Allah, son elçisi Muhammed’le buranın kıble olma özelliğini sabitlemiştir.
  2. Oldukça modern görünümlü bir şehir Mekke. (Ancak bu modern görünümün şehrin tarihi dokusunu da yok ettiği gayet açık. Ayrıca modern diyorsam çok iyi bir altyapı, düzenli trafik, kaldırımlar, vb anlamında değil..) Yüksek ve parıltılı otel binaları yükseliyor her tarafta. Bina dış cepheleri camla kaplanmış veya parıltılı metalik malzemeyle kaplanmış. Binalarda bizdeki gibi çatı yok genellikle… Yalnız bu topraklara has bir özellik dikkatimi çekti gerek Medine de gerek Mekke de: Binaların pencereleri çok küçük ve üstelik panjurlu veya iyice perdelenmiş durumda. Bu durumda gündüz gözüne elektrikle aydınlatma yapılıyor olmalı kaçınılmaz olarak. Otellerin böyle olduğunu zaten biliyoruz. Yine israf yani… Otel binaların her katında dar balkonlar yapılmış ve bu balkonlara klimalar dizilmiş. Zaten otel odamızda da sessiz bir an geçirdiğimiz olmuyor. Sürekli klima gürültüsüne maruz kalıyoruz. Keza mescidlerde, otobüs içinde veya durakta beklerken klima gürültüsü olmayan bir anınız nadir olabilir. Şehrin belki de en önemli simgelerinden olan volkanik (bazalt) kayalık tepelerin küçük olanları günden güne yerlerini otel binalarına bırakıyor. Bunlardan biri olan ve bazı rivayetlerde adı geçen Ebu Kubeys Tepesi şimdi otel binası. Bunun hemen yanında peygamberin muhtemel doğduğu ev var. Bu tepelerin büyük olanları tünellerle geçilmiş ve halen yeni açılan tüneller var. Bu tepelerin her biri bir taş ocağı. Bu da ayrı bir zenginlik…

Mescid-il Haram

  1. Kâbe(veya Beyt-i Atik), basit sade, kübik bir yapıdır. Rivayet muhtelif. Kabe ilk defa (melekler tarafından veya meleklerin yol göstermesiyle) Hz. Adem tarafından inşaa edilmiş; derken Nuh tufanında izi kaybolmuş ve sonra Hz İbrahim tarafından yeniden aynı temeller üzerine inşaa edilmiştir.[22] Mevcut incillerin birinde şöyle denir. “Yahve Avram’a şöyle der: Ülkeni, akrabalarını, baba evini bırak; sana göstereceğim ülkeye git. Seni büyük bir millet yapacağım,…[23]
  • “Unutmayın, insanlık için inşa edilen ilk mabed, Bekke’dekiydi: bereketli ve bütün alemler için bir rehber(lik kaynağı), Apaçık işaretlerle dopdolu. (Orası) bir zamanlar İbrahim’in durduğu yer(dir); kim içine girerse huzur bulur. Bundan dolayı, mabedi haccetmek, gücü yeten bütün insanların Allah’a karşı yerine getirmek zorunda oldukları bir görevdir. Hakikati inkar edenlere gelince, bilsinler ki, Allah, yarattığı alemlerden bağımsızdır, her bakımdan Kendine yeterlidir.[24]
  • O zaman Biz Mabed’i insanların tekrar tekrar yöneleceği bir hedef ve bir kutsal sığınak yapmıştık: Öyleyse İbrahim için vaktiyle belirlenen yeri ibadet mahalli edinin. Nitekim Biz, İbrahim ve İsmail’e emrettik: “Mabedimi, onu tavaf edecekler için, onun yanında tefekküre dalacaklar için ve (namazda) rüku ve secde edecekler için temiz tutun.[25]
  • “Nereden yola çıkarsan çık, yüzünü mutlaka Mescid-i Haram’a çevir. Bil ki bu emir Rabbinden gelen bir hakikattir. Allah sizin de yaptıklarınızdan habersiz değildir.[26]
  1. Mescid-il Haram, diğer adıyla Harem-i Şerif, Müslümanların kıblesi olan Beytullahı (Kabeyi) içinde bulunduran mesciddir. Mescid yani secde mekanı anlamında. Kabenin bulunduğu mermer bloklarla kaplı avlu El Mat’af (tavaf alanı) ilk yapıldığında olduğu gibi aşağıda kalan esas tavaf alanıdır. Çevresinde Zemin, birinci ve ikinci kat tavaf alanları yükselir. Doğusunda, Güneyden Kuzeye (dört kat halinde) uzanan Safa ve Merve arası Say Alanı, El Mas’a vardır. Mescid-i Harâm’ın; dördü doğuda, üçü batıda, beşi kuzeyde ve yedisi de güneyde olmak üzere on dokuz kapısı vardır.[27] Halen kuzeye doğru mescid alanı genişletilmektedir. Yeni yapılan bölümlerde Mescid-i Nebevi’nin mimarisi kullanılmaktadır. Dokuz minaresi vardır. Tavaf, say ve namaz kılınabilecek tüm alanlar, merkezi Kabe olan dairesel hatlar oluşturacak şekilde mermerle döşenmiştir. Ancak halen en üst kat tavaf alanı ve mescid dışındaki çoğu alan iyi olmayan beton zemine sahiptir. Mescid-il Haram modern ve yüksek otel binaları arasında sıkışmış, esas alanı bir futbol sahası kadar ancak. Yer darlığı sebebiyle dikey bir yapılaşmaya gidilmiş… Oldukça basit olması gereken mescid bu dikey ve peyderpey vücuda gelen yapılaşma nedeniyle karmaşık bir hal almış. Kabe mescidinin çevresini çok daha bakımlı bulmayı umuyordum. Medine deki mescid buraya göre çok daha düzenli…
  2. İnsanların endamlarını, şemaillerini gözlemliyorum Hac boyunca. Uzak doğulu Müslümanlar; Çinli, Endonezyalı, Japon vs. daha fit görünümlü, kıyafetleri de daha bir yakıştırıyorlar kendilerine. Erkekler uzak doğu sporlarında giyilen kıyafete benzer şekilde giyiniyorlar. Türkiye hacıları maalesef bu açıdan iyi bir izlenim bırakmıyor. Kilo ve yaşlılık, kıyafeti ve genel görünümü de bozuyor. Bu açıdan Araplar ile benzeşiyoruz maalesef. Hareket kabiliyetini kısıtlayan uzun entarili ve kilolu bir Arap erkeği hiç te iyi izlenim vermiyor. Afrikalıların geneli genç ve elbette daha fit. Kendilerine has birkaç çeşit kıyafetleri var. Hacca geç katılan İranlılar kendilerine has tutucu tavırlarıyla belli oluyorlar grup halinde gezerken veya tavaf ederken. Molla kıyafetli İranlılar pek kurumlu yürüyorlar… Kıyafet ve davranışlardaki estetik birbirini tamalar çoğu zaman. Ve maalesef hacılarımız davranış olarak da hiç iyi durumda değil. Temizlik imanın yarısı ise bizim imanımızın yarısı tehlikede demektir. Asansöre/otobüse binme adabı, telefonla konuşma adabı, vs… İmanın yarısı da edep ise bizim durumumuz pek iç açıcı değil yani. Satıcı genç, otobüste üç (çakma) inci tespih için 10 riyal istiyor bir hacımızdan. O da bakınıyor, “üçüne 1 riyal vereyim” diyor. Saygısızca ve sorumsuzca; bir pazarlık denemeyecek kadar; karşıdaki insanın onuruna dokunacak kadar seviyeyi düşürüyor. Almayacaksan, ilgilenmiyorsan niçin ilgilenir gözüküp bir garibanı böyle aşağılıyorsun be adam… Hareket saati geçtiği için yola koyulmuş bir otobüse binmek için kapısını ısrarla yumruklayan bir hacımız nihayet şoförün mecbur açmasıyla otobüse biniyor. Oysa zaten 15-20 dakika arayla otobüs kalkıyor ve sıradaki otobüs te durakta bekliyor.

Yer-Gök Dua İle Mi?

  1. Her fırsatta dua ediliyor, ettiriliyor. Bir yer mi ziyaret edildi; hemen o mekanın feyzinden, bereketinden faydalanma temennileri, geçmişler için okuyup üflemeler. Sevap hediye etmeler. Fatihalar… Hele şu Fatiha suresinin nedir çektiği bizim Müslümanımızdan. Namazda zaten defalarca okumuşsun kardeşim, birde namazdan sonra tesbihler ve ardından Fatiha; bir sohbet ardından Fatiha; Bir ziyaret ardından Fatiha; geçmişlere Fatiha, geleceğe Fatiha… Bindiğimiz uçakları yapanlar, kullandığımız; (ne kullanması, kölesi olduğumuz cep telefonlarını[28]) yapanlar Allah kitap bilmez insanlar çoğunlukla… Yoksa yer-gök dua ile değil mi(?!) Onca duamız nereye gidiyor? Yok musun Allah’ım(haşa); yoksa makbule şayan bir duayı biz mi bilmiyoruz. Yoksa kabul olacak duayı yapanlar bu Allahsızlar mı?..
  • “Daha önce gelip geçen (bu tür günahkar)lar için Allah’ın tatbik ettiği yol budur; ve sen Allah’ın tatbikatında (sünnetinde) bir değişiklik göremezsin![29]
  • “Allah’ın yöntemi(sünneti) öteden beri hep böyledir ve siz Allah’ın yönteminde hiçbir değişme bulamazsınız![30]
  • Böylece sen, batıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde (hak olan) dine çevir ve Allah’ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davran: (ki,) Allah’ın yarattığında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin: bu, sahih (bir) din(in gayesi)dir; ama çoğu insanlar onu bilmezler.[31]
  1. Allah fiziksel hayata, insan tekine (psikolojisine) ve sosyal hayata dair yasalar koymuştur. Bu yasalardan birincisi, eşyanın üzerinde yaratıldığı özellikler bütünüdür ki buna fıtrat denir. İkincisi, ise sosyolojik yasalardır. Özellikle toplumların nübüvvet/risalet karşısındaki tutumlarıyla ilgilidir. Buna Sünnetullah denir. Kim bir alanda bir başarı arzu ediyorsa çabayı, aklı, ilmi fıtrata uygun olarak birleştirmek zorundadır. Yani başarıyı davet etmek (çağırmak, dua etmek) istiyorsanız Allah’ın bunun için koyduğu yasaya uymak zorundasınız. Demek ki Allahsız saydığımız insanlarmış asıl dua edenler.[32]Bizim yaptığımız miskinlik ve dilencilik…
  2. Kur’an okuyup, ardından fatihalamak ve geçmişlere hediye etmek bizim dindar camiamızda ve bu dindar camiayı domine eden yapıların kandil gecelerinde, bayram günlerinde vs. sık-sık başvurdukları bir batıl uygulamadır. Kur’anı yüzünden (anlamadan) okuma eyleminde ne kadar bir hayır üretilebiliyorsa hediye etmedik kul bırakmazlar adeta… Kaldı ki böyle “sevap hediye etme” gibi bir uygulamanın Allah Resulü ve sahabesinin hayatında hiç örneği yoktur. Delilleri olmadığı açık olunca “yapılsa fena mı olur” derler. Delil diye, ölmüş yakınlara veya bir Müslümanın bir başkasına dua etmesi örneğini sunarlar ki bağlamla hiç alakası yoktur. Kur’an okumayı, okuyup üflemeye çevirmişsiniz. Daha ne olsun!..

İbret alınmaz her gün okuruz ezbere de

Bir ibret aranmaz mı ayetlerde

Ya açar bakarız nazm-ı celilin yaprağına

Ya okur geçeriz bir ölünün toprağına

İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin

Ne taze mezara okunmak, ne fal bakmak için[33]

Hikâyelerle Süslenmiş, Akla değil Duyguya Hitap Eden “İrşad”

  1. Din-i İslamı bir masal olarak niteleme cüretiyle malum çevrelerce dillendirilen bir sözdür… Bir arkadaşımdan dinlemiştim: “Masalı en iyi uyduran Araplardır, en iyi Farsiler anlatır, en içten inananlar ise Türklerdir.” Biliyorum, Allah’ın dinine masal denmek istendiğini… Hiçte öfke duymadım. Hatta dedim ki gelin bir masal da siz uydurun ki hayatı O’ndan daha anlamlı kılsın. Açıklamaları daha tatminkar olsun… Ben de size tabi olayım. Neyse benim burada dikkat çekmek istediğim bu sözde bir doğru yön olduğudur. Evet, Araplar gerçekten “masalın” aslına daha sadıktırlar. İranlılar gerçekten çok hikayecidirler ve Dini aslından çok saptırmışlardır. Ve evet masal dinlemeyi Türkler pek severler. Masalımsı anlatımlar onları mest eder. Sevr mağrasının bulunduğu dağı, Hira’nın bulunduğu Nur Dağını, Cin Mescidini, vb. gezerken aklıma geldi bunlar. Hikayeler ile hakikat arasında kafaları karışık olan anlatıcıların beslendiği kaynaklar malum olduğu için hikayeleri duygusal bir anlatımla sunmaktan kendilerini alamıyorlar. Tabi bazı açıklar ortaya çıkıyor bu hikayelerde. Batıl Hak’kın yerini tam olarak tutamaz zira. Mutlaka açık verir. Şimdi bu mekânları gezerken hacılara anlatılan rivayetlere (hikayelere), bunların neleri alıp götürdüğünü tartışmak istiyorum…
  2. Bir hatibin, bir vaizin, bir nasihatçinin yapması gereken şey insanları aydınlatmaktır öncelikle. Bu da bilgi vererek ve insanların kafalarında oluşan şüphe veya sualleri gidererek olur. Hatta önce kafalarında soru oluşmasını sağlamalıdır. Oysa bizimkilerin sürekli yaptığı insanları duygusal olarak sömürmektir. Yani siz insanların duygularına değil, akıllarına hitap etmelisiniz. Duygularına hitap etmek iyi niyetli gibi gözükse de gözlerden gerçekleri saklamayı, insanları büyülemeyi ve bir de anlatıcının kendi cehlini örtmeyi amaçlar. İşte insanımızın neden cahil kaldığının cevabı budur. Çünkü sözüm ona onları aydınlatması gereken hocalar, imamlar, tarikat şeyhleri, cemaat liderleri, hatta parti liderleri, medyada boy gösteren sözde bilen kişiler, birer büyücü gibi halkı büyülüyorlar. Bu halk da zaten büyüye pek inanır. Bu eleştirilere doğrudan bir şey demek durumunda olmayanlar, halkın ahvalini bahane ederek, bunu istediklerini, seviyelerinin buna yatkın olduğunu, hatta böyle yapmanın daha doğru olduğunu, aksi halde hiçbir şey anlatamayacaklarını ileri sürerler. Hikaye uyutur, uyuşturur, duygulandırır. Duygusal tatmin hissi uyandırır, bu doğru. Ama hiçbir ilerleme sağlamaz. Zararı her şekilde faydasından fazladır. Sahih bir bilinç yerine sahte bir bilinç üretir. Tehlikeli olan da budur. Sahte bilinç, bilinçsizlik halinden beterdir. Sahte bilinç, sahte kutsallar, mukaddesler arasında hikayeler üzerinden kurulan bir örüntüdür.
  3. Allah Resulünün hayatına, mesela Hicreti içine yedirilmeye çalışılmış uydurma hikayelere tek tek değinmek maksadımızı hatta haddimizi de aşar. Fakat genel olarak bu hikayelerin neyi örttüğünü, neyi değersizleştirdiğini ve neyi ıskalamamıza sebep olduğunu vurgulamak istiyorum. Bunun dışında bu hikayelerdeki uydurma yanları, boşlukları dikkatli bir okuyucu olursanız fark edersiniz. Allah Resulü hicret olayını çok iyi planlıyor ve adım adım uyguluyor. Planını ve tedbirlerini şöyle özetleyebiliriz:
  • Güvenilir bir yol arkadaşı seçiyor
  • İşini iyi bilen ve güvenilir bir rehber seçiyor (bu rehber o zaman Müslüman da değildir.)
  • Gizlendiği mağarada azık getirecek ve hem de koyun sürüsüyle izlerini silecek birini ayarlıyor.
  • Şaşırtma yapmak için çok farklı güzergahları tercih ediyor.
  • Son ana kadar planını gizli tutuyor
  1. Bütün bu tedbirlere başvurarak yaklaşık 11 gün süren bir yolculukla Kuba’ya varıyor. Burada bir mescid inşaa edecek kadar bir süre kaldıktan sonra da Medine’ye ulaşıyor. Şimdi bu çabayı ve planlamayı gölgeleyen, gereken dersi çıkarmamızı engelleyen çoğunluğu, peygamberi güya yüceltmek için uydurulmuş rivayetlere niye çok rağbet ederiz ki… Bu planın uygulanması ve hedefe varılması zaten başarı değil midir? Ben eminim ki Allah bu sürece sebeplerle perdelenmiş bir şekilde müdahale etmiştir. Ama kul da tüm tedbirleri alarak, tüm çabasını ortaya koyarak bunu hak etmiştir. Üçüncüleri Allah olan iki kişiye kim ne yapabilir ki zaten? Biz çabayı ortaya koymakla mükellefiz. Başarı Allah’tandır. Zaten bu çaba sayesindedir ki bu hicret bir milat olma özelliği taşıyor. Bir avuç toprak ile okus-pokus yapmak, güvercinli, örümcek ağlı müdahale etmek Allah’ın sünneti değildir. En doğrusunu Allah bilir…

Cin Mescidi ve Düşündürdükleri

  1. Gezdirilen mekânlardan biri de meşhur Cin Mescidi, adı bile büyüleyici… Ve gelsin hikayeler… Hikaye uydurmaya başlayınca ölçü kaçıyor iyice. Benim amacım bu vesileyle din adına uydurulmuş hikayelerdeki açıklara, tenakuzlara ve esasla çatışan çıkarımlara dikkat çekerek algılarımızı yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini ortaya koymak. Ve bu arada becerebilirsem doğruları ortaya koymaya çalışmak. Biraz araştırınca bu uydurmalardan birçoğuna rastlarsınız. Cin mescidi denilen yerde bir ağaç varmış, Taif dönüşü bir grup cin peygamberden kendilerine mucize göstermelerini istemişler. Demek ki bunlar da insanlar gibi ille de mucize istiyorlar. Fakat mucize isteyen Mekkeli müşrikleri geri çeviren peygamber (Kur’an’dan biliyoruz) cinlere gelince kıramıyor olmalı ki buradaki ağacı yürütüyor… Zamanla o ağacın yerine bugünkü küçük mescid yapılmış… Bir rivayet de şöyle: Taif dönüşü sözü edilen yerde cinler namaz kılarken kuran dinlemişler ve gidip kavimlerine anlatmışlar güya. Bu ilk karşılaşma imiş. Sonrasında Peygamber sahabesinden İbn Mesud ile Mekke’den uzakta yüksek bir noktada yine Cinlere Kur’an okuyasıymış. Kur’anı dinledikten sonra kavimlerine dönmüşler. Ama o esnada “…Benden azık istediler. Ben de kendilerine kemik ve deve pisliğini azık olarak tahsis ettim. Kimse kemikle ve bir de deve pisliği ile taharet almasın.” Ne hoş bir şekilde bitti değil mi? Ben uydurmayım diye bağırıyor…
  2. Bu rivayetlerden Peygamberin cinlere de peygamber gönderildiğine dair çıkarımlar yapılıyor, âlemlere rahmet olması da hatırlanarak… O zaman şu ayeti ne yapacağız: “Onlara (şu sözümüzü) ilet: “Eğer yeryüzünde yurt tutup dolaşan melekler olsaydı, o zaman onlara elçi olarak şüphesiz gökten bir melek indirirdik!”[34] İnsanlara melek örnek olamaz, bu sebeple insana insan elçi gönderilir diyor.. Peki Cin denilen görünmez bir varlığa nasıl oluyor da insan peygamber oluyor?..
  3. Gerçek nedir? Haklarını yememek lazım, sorun o kadar kolay değil. Öncelikle Kur’an’da Cin ve İns kavramlarını doğru anlamak gerekir. Bu çalışmanın kapsamını aştığı için burada çok kısa değinmek durumundayım… Aslında Kur’an dinleyen muhtemelen Yesrip veya diğer yerleşim yerlerinden gelen bir kısım Yahudi’dir. Kimlikleri bilinmediği, gizli olduğu için, yabancı oldukları için “bir grup cin” şeklinde ifade edilmiştir. Bunların Yahudi olduklarını sezdiren ipuçları Cin suresinin içinde var. Bu konuda Muhammed Esed Mealine bakılabilir. M. Esed bu mealin arkasında üç önemli ek koymuştur ki bunlardan biri de “Cin” kavramıyla ilgilidir. Ayrıca Süleyman kıssasının anlatıldığı ayetlerde geçen cinlerin de işinin uzmanı yabancı kişileri temsil ettiği Yahudi kaynaklarından anlaşılmaktadır.[35] Bu çalışmasının amacını aştığı için bu konuyla ilgili daha fazla yer ayıramayacağız. İstedik ki insanımız her anlatılan hikayeye teslim olmasın, sorgulasın…
  4. “Cinn” sözcüğü Kur’an’da; melekler için, İblis için ve kendileri görülse de kimlikleri açıkça belli olmayan kişiler için kullanılmıştır:
  5. “Allah ile cinler arasında da bir soy birliği uydurdular. Andolsun, cinler de kendilerinin hesap yerine götürüleceklerini bilirler.” <Saffat-158, Diyanet Vakfı> Burada cinler diye kastedilen meleklerdir. Zira Arap müşriklerinin “Melekler Allah’ın kızları” şeklinde bir inanışı vardı.. Aslında burada “görünmeyen varlıkları” şeklinde çevrilmeliydi… “Ve (hatırla ki) Biz meleklere “Adem’in önünde yere kapanın!” dediğimiz zaman, İblis dışında, onların hepsi yere kapanmıştı. (İblis) görünmeyen varlıklardan biriydi; ve böylece Rabbinin buyruğu dışına çıktı. Peki, yine de onu ve avanesini kendinize dostlar/sırdaşlar edinecek misiniz, hem de onlar sizin düşmanlarınız olduğu halde? Zalimler adına bu ne kötü bir mübadeledir!” <Kehf-50>
  6. Burada bir şeyi daha ele almak istiyorum.. “Alemlere rahmet olma” meselesi.. Kafamı kurcaladı ve bir yanlış anlama olmalı diye araştırdım.. İnsanımızın “Alemlere rahmet olma” ifadesinden anladığı canlı-cansız, görünen-görünmeyen varlıklara rahmet olma şeklindedir.. Dolayısı ile sanki Allah Resulü tüm varlıklara ve bu arada tabi ki cinlere de peygamber olarak gönderilmiş gibi algılanmaktadır. Oysa Kur’an “..Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn..[36]” derken bilenlere şuur sahiplerine veya tüm insanlığa demek istemektedir… Keza bir çok ayette “alemîn” ifadesi bilenler, şuurlular anlamında olabileceği halde meal yazarları bu ifadeyi olduğu gibi bırakmışlardır. Mesela Yusuf/77 de “..vallâhu a’lemu” ifadesi geçer ki Allah bilendir demektir… Nitekim biz de sözümüzü “Allahu a’lem” Allah bilendir şeklinde bitiririz… Kur’anda a’lem kelimesinin çeşitli kullanımlarına bir göz atarsak konuyu daha iyi anlarız: Mesela 2-Bakara/47 ayetinin çeşitli mealleri:
  • Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti ve sizi bir zamanlar alemlere üstün kıldığımı hatırlayın.<Diyanet eski>
  • Ey İsrâil oğulları, size verdiğim ni’meti ve sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.<S.Ateş>
  • Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi (bir zamanlar) cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın <Diyanet vakfı>
  • Ey İsrailoğulları! Size bağışladığım nimetleri ve sizin diğer kavimlere karşı üstün gelmenizi sağladığım günleri hatırlasanıza!<M.Esed>

Keza benzer bir ayette Bakara 122 dir:

  • Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi (bir zamanlar) cümle âleme üstün kılmış olduğumu hatırlayın.

Buayetteki alâ el âlemine” ifadesi kimi meallerde “alemler üzerine”; kiminde “cümle aleme”; kiminde ise “diğer kavimler üzerine” şeklinde çevrilmiştir.

  • “Ey İsrailoğulları! Size lütfettiğim o nimetleri ve sizin diğer kavimlere üstün gelmenizi sağladığım günleri hatırlayın;..[37]

Öyle anlaşılıyor ki meal yazarlarının “alemîn” ifadesini olduğu gibi bırakmalarının sebebi, “rabbi el âlemine” ifadesindeki geniş anlamlılığı ıskalamamaktır. Lakin bağlama uygun olarak çeviri yapılması daha doğru olurdu.. Nitekim 3-Ali İmran 42 de “bütün dünya” şeklinde daha doğru bir çeviri yapılmıştır.

  • “Ve o zaman melekler “Ey Meryem!” dediler, “Allah seni seçti ve tertemiz kıldı; seni bütün dünya kadınlarının üstünde (bir konuma) çıkardı.[38]

Daha pek çok örnek vermek mümkün. Sanırım bu kadarı fazla bile gelir böyle çalışma için…

Bize Yakışmayan Kabalık Temsil Kabiliyetimizi Sıfırlıyor

  1. Allah’ım bizden bu kabalığı al ve aramızda muhsinlerin sayısını artır… Bana bunu söyleten o kadar çok kabalık veya görgüsüzlük örneği ile karşılaştım ki… Belki bir çoğu yaşlılığı veya yetişme şartları, imkanları yüzünden mazur görülebilecektir. Ama yine de bu kadar cehalet hepimize ağır bir yüktür. Yukarı kata çıkacaksınız, hangi yöne gittiğine bakmadan birden çok asansörün düğmesine rastgele basarak çok defa boşa çalışmasına, gereksiz dur-kalklara sebep oluyorsanız; suyu, elektriği kullanırken israfa dikkat etmiyorsanız; aldığınız yemeğin bir kısmını döküyorsanız (üzülerek söyleyim: bunu o kadar çok hacıda gözledim ki…); başkalarının hakkı var demeden yemeğin hasına ve fazlasına göz dikiyorsanız; bulunduğunuz çevreyi temiz kullanmaya, başkalarını rahatsız etmemeye dikkat etmiyorsanız; Yüksek bir sesle saatlerce telefon görüşmesi yapıyorsanız[39]; İnsan ilişkilerinde nezaket kurallarından haberiniz olmadığı gibi ibadetlerinizi nasıl yapacağınız konusunda da hepten cahilseniz; defalarca umre yapsanız, nafile tavaflarınızı çoğaltsanız, namazlarınızı Kabe’de/camide cemaatle kılmaya çalışsanız neye yarar ki?…
  2. Namaz sonrası, biraz sohbet etti imam. Sanırım bir kafile başkanı. Tasavvufi bir dil kullandı ama sözlerinde itiraz edecek önemli bir sorun görmedim. Hatta beğendim. Sohbeti bitince yanına yanaşarak kendisine dedim ki hocam cemaat sütre konusunu bilmiyor. Mesela mescidin halısı üzerindeki saf için konulmuş hatların sütre olabileceğini… (Yani siz bunu açıklasanız…) Dedi nerde yazıyor. Dedim ki rivayetlerde geçer, namaz kılarken önünüze bir şey bulamazsanız bir çizgi çizer sopayı sütre olarak dikersiniz. Zaten kullandığımız seccadelerin bir işlevi de sütre olmaktır… Bana öfkelendi ve “..İnsanlara namaz kılanın önünden geçin diyemem! Sen ne iş yapıyorsun?..” dedi. Üslubundan gayet açıktı ki sen kendi işine bak, dini konuları bize bırak demek istiyordu. Biraz önce insanlara güzel nasihat eden bu hocayı kendi haline bırakıp gittim… İşte imamlarımızdan bir kesimin hali budur. Bilmediği gibi bir de dini sadece kendilerinin söz hakkı olan bir alan sanıyor.
  3. İlk haftadan itibaren hacılar hasta olmaya başladı ve giderek arttı boğaz enfeksiyonu… Bunun bir sebebi klimalar şüphesiz. Ama önemli bir sebebi de tavaf esnasında Kabe’nin duvarına dokunabilmek için sıkışık bir halde tavaf ediliyor olması.[40] (Bu esnada maske kullanmak çok önemli.) Kabe duvarı sürülen ellerin kiri, yağı ile mikrop yuvası. Gel de anlat bu insanlara… Ellerini oraya sürüyor sonra yüzlerine, üstlerine sürüyorlar, hatta öpüyorlar. Bunlar hasta olmasın da kim hasta olsun(?!) Tabi ki bu hastalık zamanla herkese yayılacak kaçınılmaz olarak…

Mekke İzlenimleri

  1. Mekke caddeleri gerçekten yeterince geniş ve muntazam denebilir. En azından şehrin otellerle dolu olan kısımları… Ağaçlandırma çabası da dikkat çekiyor. Zaten şehrin çok büyük bölümü otellerden oluşuyor. Caddeler hurma ağaçları ve bu topraklara has bir ağaçla süslenmiş. Bu ağacın yaprakları söğüt yapraklarına benziyor. Ardıç çamı gövdesi gibi oldukça sert bir gövde yapısı var. Mekke için uyumayan şehir tabiri çok yerinde olur. Günün her saati caddelerde ciddi bir trafik var. Bu trafiğin önemli bir kısmını hacıları otellerinden Kabe’ye ve Kabe’den otellere taşıyan otobüsler oluşturuyor. Bunlar bizim belediye otobüsleri gibi. 15-20 dakika aralıklarla çalışıyorlar. Bu otobüsleri kullanan şoförler genellikle Sudan, Somali gibi Afrikalı siyahi Müslümanlar. Bu insanlar gerçekten özverili çalışıyorlar. Yeterince de sabırlı sayılırlar, hele de hacılarımızın görgüsüzlükleri düşünüldüğünde. Bir tanesiyle kısa bir konuşma yapıyorum. Günde 12 saat çalışıyormuş. Uykusuz olduğunu söyleyerek başlamıştı konuşmasına. Hacıların yavaş davranmaları ve anlayışsız olmalarından şikayetçi anladığım kadarıyla. Kendisine bahşiş kabilinden para vermeyi düşündüm (nitekim bazıları açıkça isteyebiliyor), maaşını sordum. Maaşını söylemedi ve paranın önemli olmadığını, fedakarlıkla çalıştığını ifade etti. Anladım ki para vermeye kalkmam onu incitecek… Otobüslerin seferlerini kontrol eden bir diyanet görevlisi, Mekke de hizmet sektöründe çalışan (Sudan, Somali, Hindistan, vb.) yabancı işçilerin düşük maaşla çalıştığını (bizdeki asgari ücret gibi veya daha az) burada çalışabilmek için birilerinin onlara kefil olması gerektiğini söyledi. Kefilin izni olmadan işçiler iş değiştiremez ve iskan alamaz. Bu kefalet parayla oluyor. Bu sözünü ettiğim kefalet kökü geçmişteki eman (himaye[41]) verme örfüne dayalı… Nitekim biz de bilmediğimiz birilerinin himaye vermesiyle ülkeye giriyoruz. Ülkeye girişte pasaportumuza el konuyor ve dönüşte, hava alanında teslim edilinceye kadar o bilmediğimiz elde kalıyor. Ve tabi ki bu da parayla oluyor.
  2. Caddelerde gezerken sık sık rastladığım tankerin binalara su pompaladığını öğreniyorum bir gençten. Su şebekesi yok mu diyorum, var ama yetersiz diyor. Türklerden bazıları da su şebekesini hiç olmadığını söylüyor ama buna fazla ihtimal vermiyorum. Geldiğimizden beri otelimize su getiren tanker görmediğim gibi suyumuz da hiç kesilmedi (lakin neçe sonra birkaç defa tanker gördüm). Aziziye Caddesi Ankara’nın Kızılayı gibi. Fakat ondan çok daha geniş (50m den geniş). Her biri 3şeritli dört tane yol ve yolları bölen kaldırımlar; iki gidiş iki geliş. Alışveriş dükkanları, bankalar, döviz bürosu, vb. Bir de Eğitim Bakanlığı yazan bir bina gördüm. Cadde üzerine tezgah açan Afrika’nın siyahi insanları (özellikle kadınları) geçim derdinde. Kimisi de kucağında bebesi, yanında çocukları dilenme de buluyor çareyi. Afrika’nın siyahi insanlarına hizmet sektörünü veya dilenciliği bir kader haline sokan dünyaya lanet olsun. Mekke trafiğinde araba kullanmak hayli riskli olmalı… Bir otobüsün duran otomobile açıkça sürtüp geçtiğine şahit oldum. Otobüs şoförü hiç oralı olmadı. Arabasına vurulan adam da sanırım ucuz atlattığına sevindi. Burada çoğunluğu Toyota, Hyundai olan binek arabaların birçoğunun tamponu darbeli durumda. Öyle dolaşıyorlar. Muhtemelen tamir işi çok pahalıya geliyor. Sokakta dolaşırken bazı esnaflar bize soğuk su ikram ediyorlar. Sanırım bu geçmişe dönük hacılara su verme adetinin devamı.
  3. Bir başka gezimde Aziziye caddesinde büyük bir camide ikindi namazı kılmak istedim. İçerde imam ders veriyor, soruları cevaplıyor. Etrafında bir grup insan… Bir kişi Farsçaya çeviriyor. Namaza durup iki rekat kılmıştım ki bir el omzuma dokundu. Anladım ki cemaat olalım dedi. Bende sesli olarak devam ettim. Derken ben bitirdim ve sonra da o namazını tamamladı. 20 yaşlarında Endonezyalı bir genç… Burada 1500SR karşılığında çalışıyormuş. (Zaten Mekke’de hizmet işlerinde ve ağır işlerinde çalışan bütün insanlar dışarıdan gelmedir. Mekke’nin yerli halkı idarecilik gibi kalburüstü işer yaparlar…) İlk defa ümmet bilincini pekiştirme arzusu/bilinci sergileyen bu genç umudumu artırdı…
  4. Bir başka gezimde, bir kitapçıya girdim. Bana uygun bir kitap bulamasam da ilgimi çeken bazı kitaplar oldu. Bir üniversite binası görünce önünde duran gençlere sordum. Umm-ul Qur’a buradaki üniversitelerin en küçüğü… Gençlerin Arakan’lı olduğunu öğrendim. Zaten sefil kıyafetleri vardı. Bir süre sonra aklıma geldi ki uygun birileri bulunca vermek üzere yanıma aldığım kumanyamı bu gençlere vermek aklıma niye gelmedi…
  5. Bir kadın, peçeli değil ama pek çok kadın gibi siyah giyimli. Duran taksiyle bir şeyler konuştu. Taksi almadı. Derken bir özel binek araba durdu. (Bu arada, Hacc dönemi pek çok özel aracın taksicilik yaptığını hatırlatayım) Kadın onunla anlaştı ve arka koltuğa oturup gitti. Bu olayı; bir kadının yalnız başına bir taksiye hatta daha vahimi herhangi bir arabaya binebileceğini sanmadığım için not ettim.
  6. Otel her geçen gün kalabalıklaşıyor. Lobi rahat değil, ilk geldiğimiz gönlerde olduğu gibi… Kanepeler üzerinde yasak olmasına rağmen sere serpe yatanlar, bağıra bağıra, uzun uzun telefonla konuşanlar… Özellikle Güney Doğu’dan gelen hacılarımız bütün kabalıklarını sergiliyorlar çekinmeden. Bir otobüse binilecekse hurra dalıyorlar. İnecekleri beklemiyorlar. Otelde 10 tane ve iyi çalışan asansör olmasına rağmen asansöre binmek sorun oluyor. Hacılarımız asansör kullanmayı öğrenmeden giderlerse hacları kabul olmayacak korkarım(!) Bir de hacılarımız yemeyi ve konuşmayı çok seviyorlar.
  7. Çok methettiler, El Beyk dediler. Ben tam olarak ne olduğunu anlamadan uydum onlara. Giderken meşhur bir yerli yemek yiyeceğimi sanıyordum. Yolda karşılaştığımız Diyanet görevlisi Türkler de El Beyk yemeyenin haccı olmaz dediler. Vara-vara vardık ki ne göreyim McDonald’s benzeri bir fastfood restoran. Bu da Arapların McDonald’s’ı. Kızarmış tavuk satıyorlar. Baylar ve bayanlar ayrı tezgahlardan almak zorunda. Cahil Müslümanlar ancak taklit üretebiliyorlar. Bir ürünün adını değiştirmek onu size ait kılmaz ki. Bir zaman benzer ahmaklığı “Amerika’yı Türkleştiriyoruz” diye reklam yaparak “kolaturka”yı üreten Türkler yaptılar. O’na ait kültürü alan sizsiniz ve dönüşen de sizsiniz bre… Sabır hacı, sabır!.. Müslümanların niye bu durumda olduklarını anlamak zor değil. Başka türlü olmaz zaten. Allah’ın yasası herkes için geçerli. Özgüvenli çaba sarf edenlerin kültürü hayata hakim olur, öykünenlerin değil…

Doğu da Batı da Allah’ındır

  1. Yakınında olmak kesmemiş olmalı ki eşim, Kabe’nin içinde namaz kılmak istediğini söyledi.. Kabe’nin içinde namaz kılsak nereye döneriz diye sordu. Ben de istediğin her yöne dönebilirsin dedim… Çünkü Kur’an derki “..Doğu da Batı da Allah’ındır: Nereye dönerseniz dönün Allah’ın yönü orasıdır. Unutmayın ki, Allah rahmet ve kudretinde sınırsızdır, her şeyi bilendir.[42]” Hicr-i İsmail denilen kısım zaten Kabe’nin içi sayılır. Bir zaman Kabe dikdörtgen yapılıymış rivayetlere göre… Bazıları burada farz namaz kılmayı caiz görmüyorlar… Bu arada, Hicr-i İsmail içinden geçerek tavaf olmaz çünkü burası da Kabe’ye dahil sayılır…
  2. Birbirlerinden tutunarak, tren katarı oluşturup tavaf yapmaya çalışan kimi Afrikalı hacılar sanki ilkel bir dans yapar gibi kaba tavırlarıyla önlerindeki kalabalığı yara yara ilerliyorlar. Bunlar genellikle genç insanlar. Kabe duvarlarının insan erişimine kadar olan kısımları dokunanların elleriyle yağlanmış parlıyor. Bir çeşit takıntı hastası denebilecek cahil Müslümanlar Kâbe duvarına ve özellikle Hacer-ül Esved’e dokunma arzusuyla birbirlerini tepeleyecek kadar kendilerinden geçebiliyorlar. Tenha olmayan bir zamanda tavaf yapıyorsanız kesinlikle Hacer-ül Esved ve makam-ı İbrahim denilen cemakan civarında çok dikkatli olmalısınız. En iyisi buralardan uzakta durmak… Elimde olsa tavafa başlama işareti olmanın ötesinde dini hükmü olmayan bu taşı insanların erişemeyeceği bir seviyeye kaldırırdım.[43] Makam-ı İbrahim denen kabini de tavaf alanı dışında bir yere veya Hic-i İsmail’in bulunduğu kısma yerleştirirdim. Böyle yapılmasının Hac ibadetine zerre kadar bir helal getirmeyeceği gibi pek çok faydası olurdu diye düşünüyorum. Lakin gelin bunu sığ dindar Müslümanlara anlatın… Çay içerken ped bardakları iç içe koymaları, girdikleri wc de ışıkların boşa yanması, suların boşa akması, klimaların boşa çalışması onların dindarlıklarına dokunmaz. Kamu otobüslerinin sürekli çalışmasını takıntı yapmazlar… Ama benim önerimi duysalar sapık ilan ederler. Bu cüreti bir türlü anlayamazlar…
  • “Allah, Kabeyi, o Beytul-Haramı bütün insanlık için bir sembol kıldı; ve (aynı şekilde) kutsal (hac) ayı ve boyunlarında takı olan kurbanlıklar, Allahın göklerde ve yerde olan her şeyin tam bilgisine sahip bulunduğunu size anlatmayı amaçla(yan sembollerdi)r.[44]
  1. Yapımı hâlâ devam eden ve Kâbe’yi içten kuşatan bu kubbeli yapı meğerse meşhur “Osmanlı Revakları” imiş. Osmanlı revaklarını Suud hükümeti yıktı diye güya ata mirasına sahip çıkma adına yürütülen söylem bunun içinmiş… Nihayet bizimkilerin ısrarıyla yeniden yapılası tutmuş. Bu ne işe yarayacağı belli olmayan yapının tavaf alanını daralttığı yetmiyormuş gibi zemin asma katında ve hatta birinci katta bile Kâbe’yi görmenizi engellediği gibi büyük kapılardan sızan, basitliği kadar muhteşem gözüken Kabe görüntüsünü de mahvetmiş. Zaten hiçbir süslemenin yer almadığı Kabe ve onun mescidine o kadar aykırı duruyor ki bu güya sanat eseri!.. Ne diyelim bilmem ki… Ülkemizdeki çoğu çakma camilerde) yapılan ağdalı süslemelerin ne kadar da gereksiz olduğunu bu ziyaret ile anlamış oldum.[45] Kendi kendime bir mescidde ne aramam gerektiğini sorguladım. Rahat giriş-çıkış imkanı veren kapılar (en az üç kapı); Isı, ışık, ses ve havalandırma açısından iyi bir atmosfer, basitlik(sadelik), bu mescidle beraber hizmet veren yeterli sosyal tesisler ve bu mescidi baskı altına alan yapıların bulunmadığı bir çevre…
  2. Gerek Kabe’de gerek se Mescid-i Nebevide hacıların su ihtiyacının, ortamın temizliğinin sağlanması konusunda yeterince titizlenildiği kanaati hasıl oldu bende. Yer yer kötü kokuları ve kirliliği, mimarı yapının yetersizliği ve bu çapta bir kalabalığın zorunlu sonucu olarak görmek mümkündür. Ve tabi bir de Müslümanların geneline sirayet etmiş olan kabalığın… Harem-i Şerifin kapılarında, Mescid-i Nebevi de olduğu gibi tahtı andıran koltuklar var ve bu koltuklara kurulmuş, bazıları oldukça kilolu ve çirkin görünümlü bekçiler… Bu bekçiler geleneksel arap kıyafeti Kandura giyiyorlar ve başlarında kırmızı ekose desenli yaşmak bulunuyor. Bunlar idareci olmalılar. Asker kıyafetli olanlar ise normal güvenlik görevlisi. Silah taşımıyorlar ama pek çoğunun elinde cep telefonuyla oynar vaziyette buluyorsunuz. Geneli genç, kimisi orta yaşlı… Gene Mescidin kapılarında ve iç mahalde, her mekanda dolaşan kara çarşaflı, yüzleri peçeli bayan görevliler bulunuyor. Çarşaflarına iliştirilmiş bir kart ve tavırlarından görevli olduğunu anlıyorsunuz. Bayanların çantalarını kontrol ediyorlar; namaz kılınacak yerleri düzenliyor, uygunsuz yerleri işgal eden bayanları uyarıyorlar. Oldukça samimi çalışıyorlar. Bunlardan biri bir Endonezyalı aileyi oldukça kibar bir şekilde kontrol ettikten sonra yaşlı bayana içten bir şekilde sarıldı. Sanki verdiğimiz rahatsızlıktan özür dileriz manasınaydı bu sarılma. Bana öyle geldi ki, bu bayanın tavrı, tüm kaba bekçilerin kabahatlerini örtecek güçteydi… Pek çok hacı güvenlik görevlilerinin getirdiği kısıtlamalardan şikayetçi olsa da onlar olmasa kesinlikle ciddi izdihamlar yaşanırdı. Hacılar genellikle sorumsuzca, sırf kendi arzularını önceleyen bir tavır sergiliyorlar. Bunu güya Kabe’ye yakın olmak gibi manevi bir amaçla yaptıkları için kendilerine haklılık payı çıkarıyorlar…

Büyük Hac İbadeti ve Sembolleri

  • “Unutmayın, insanlık için inşa edilen ilk mabed, Bekke’dekiydi: bereketli ve bütün alemler için bir rehber(lik kaynağı), Apaçık işaretlerle dopdolu. (Orası) bir zamanlar İbrahim’in durduğu yer(dir); kim içine girerse huzur bulur. Bundan dolayı, mabedi haccetmek, gücü yeten bütün insanların Allah’a karşı yerine getirmek zorunda oldukları bir görevdir. Hakikati inkar edenlere gelince, bilsinler ki, Allah, yarattığı alemlerden bağımsızdır, her bakımdan Kendine yeterlidir.[46]
  1. Bazıları insanımızın Hac ibadetine karşı ilgisini anlam vermekte zorlanırlar… “Arapları zengin etmek” olarak bakanlarımız çoktur ülkemizde. Yaşanan izdihamlar ve ölümler nedeniyle bizim ahmak olduğumuza dair kanaatleri pekişiyordur herhalde, Hakları da yok değil… Ama aynı kişiler her yıl İspanyada boğaların salınmasıyla yaşanan ahmaklığı, devamında gelen arenada boğa katliamını hiç dile getirirler mi? Ya da bir itiraz duydunuz mu? Portakal festivali, domates festivali diye tonlarca gıdanın heba edilmesiyle ve büyük bir israfla sonuçlanan olayları kınarlar mı?.. Bunlara “çılgınlık” diyeceklerdir ama eleştirmek için değil. Bizde garip bir şekilde kınama sözü değil, belki bir gıpta sözü haline getirilmiştir bu “çılgınlık” ifadesi. Bir kitaba “Çılgın Türkler” şeklinde isim verilmesi de bundandır. Yoksa kitabın konusuyla pek de uyuşan bir ifade olduğundan değil. Evet onlarınki çılgınlık, bizimkisi ahmaklık(!..) Ben tabi ki bu olaylarla Hac arasında bir kıyaslama yapmak niyetinde değilim, doğru da bulmam. Ancak nice boş, faydasız, hatta zararlı uğraşları insanlar için normal gibi kabul etmek veya bir şey dememek fakat 2milyara yakın insanı etkilemiş bir dinin ritüeline karşı hazımsız olmak… Çelişik bir durum…
  • Bunun içindir ki, (ey Muhammed,) bütün insanları hacca çağır: yaya olarak ve hızlı yürüyen her (türlü) binek üstünde, (dünyanın) en uzak köşelerinden sana gelsinler[47]
  • O zaman Biz Mabed’i insanların tekrar tekrar yöneleceği bir hedef ve bir kutsal sığınak yapmıştık: Öyleyse İbrahim için vaktiyle belirlenen yeri ibadet mahalli edinin. Nitekim Biz, İbrahim ve İsmail’e emrettik: “Mabedimi, onu tavaf edecekler için, onun yanında tefekküre dalacaklar için ve (namazda) rüku ve secde edecekler için temiz tutun.[48]
  • “Bunun içindir ki, (ey Muhammed,) bütün insanları hacca çağır: yaya olarak ve hızlı yürüyen her (türlü) binek üstünde, (dünyanın) en uzak köşelerinden sana gelsinler[49]
  1. Bu ayetler açıkça insanları Hacca çağır diyor. Bunu kime diyor? Tabi ki Makam-ı İbrahim (İbrahim’in kürsüsü) kimin elinde ise ona. Hac organizasyonuna söylüyor. ‘Bütün insanları’ Hacca çağır diyor, Müslümanları demiyor!.. Oysa bugün gayrimüslimler oraya giremez deniyor. Gayri müslimler neden giremezmiş?
  • Allahtan ve Onun Elçisinden, kendileriyle adlaşma yapmış bulunduğunuz, Allahtan başkasına ilahlık yakıştıran kimselere bir beraet, bir yükümsüzlük bildirisidir bu..<9/1>
  • (Duyur onlara:) “Yeryüzünde dört ay daha (serbestçe) dolaşın, fakat bilin ki, asla Allah’ın gözetiminden kaçamazsınız; ve (yine bilin ki,) Allah hakkı tanımaya yanaşmayan kimseleri, er geç utanç içinde bırakacaktır.<9/2>
  1. Bu şekilde devam eden ayetler sözleşmelerine sadık kalmayan müşriklerden bahsediyor ve aynı surenin 28.ayetinde sözü edilen müşrikler işte bu müşriklerdir. “El Muşrikuun” diye geliyor. Başında belirlilik takısı var. (İngilizcedeki “The” gibi ) Ne yazık ki meallerin çoğunda bu durum gözden kaçırılmıştır. Ancak konuyla ilgili konuşma yapan ilahiyatçılardan söylediğimiz hususa dikkat çekenler var. Aşağıdaki ayetin orijinaline bakınız
  • “Ey iman Edenler! Müşrikler (saldırganlar/teröristler), ancak bir pislikten ibarettir. Artık bu yıllarından sonra, Mescidi Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan (ticaretinizin eksilmesinden) korkarsanız, Şüphesiz Allah; bilen ve doğru hüküm/karar verendir.[50]
  1. Şu halde Halen Mescidi Haram’a güya Müslüman olmayanların alınmaması temelsiz bir uygulamadır. Üstelik Müslüman zannıyla alınanların kalbini mi yarıp bakıyorsunuz. Bazıları da müşrikler giremez ama Yahudi ve Hıristiyanlar girebilir diyor. Oysa İslam nazarında temelde iki inanç biçimi vardır zaten: 1.Tevhid, 2.Şirk. Bu sebeple bu boş bir değerlendirmedir. Bazıları da hac döneminde giremezler diyor. Oysa Kur’an açıkça “insanları hacca çağır” diyor. Ben bunu şöyle anlıyorum. Hac ibadetinin çok önemli bir amacı da tebliğdir. Allah’ın Dinini Hac dönemi düzenleyeceğiniz konferanslarla tanıtın demektir. Çünkü Hac sadece bir ibadet değil aynı zamanda eğitim-öğretim, tanışma, yakınlaşma (marifet) ve şuurlanma, güçlü bağlar kurup Ümmet-i Muhammed’i birleştirme organizasyonudur. Hatta insanlığa faydalı olma adına düzenlenen bir organizasyondur. Makam-ı İbrahim, İbrahim’in kürsüsünü, öğretmenliğini temsil eder…

Sembollerin Şirke Dönüştürülmesi

  1. Müslümanlar şirkten arınmaları gerekirken, burada adeta iyice şirke batıyorlar. Gerek Mescid-i Nebevi’de gerekse Mescid-il Haram’da araç olması gereken semboller amaca döndürülmüş. Kabe bir semboldür; yeryüzündeki ilk kamu binası. Basit yapılı, insanlığın merkezi… Bir inanç evi, inanç ailesini birleştirsin diye… Ama bu amaca hizmet etmeyip, orada yapılan ibadetler şöyle makbul, böyle üstün anlayışıyla, kapısına, taşına, kılıfına tutunan kurtulacak anlayışıyla birbirlerini ezen insanlar, Onun bir puta çevrildiğinin delilidir. Müslümanlar sanki Allah’ın her yerde olduğunu unutmuşlar. Allah Resulü son ve tek haccında üç defa tavaf yapmışken, Ondan daha takvalı olan hacılarımız ve onların rehberleri bir güne 3-4 tavaf sığdırmaya çalışanlar, bir-kaç km öteye gidip ihrama girerek tekrar tekrar umre yaptığını sananlar, başkalarının yerine, umre veya tavaf yapıyorum diye kendilerini kandıranlar hep astarı kesip yüze yamıyorlar. Üstelik bu pek “takvalı” insanımız bir asansöre binme konusundaki bilgi ve görgüden yoksunken… Otobüslere binerken birbirlerini ezenler bunlar değil sanki…
  2. Arafat bir semboldür marifet için, mahşeri yaşamak için; Meş’ar-il Haram bir semboldür, şuurlanma yeridir. Ayrıca atamız Adem ve Havva’nın hatırasını yad etme yerleridir buralar. İnsanlığın ana rahmidir. Mina bir semboldür, ömrümüzle Allah yoluna, hakikate adanma sembolüdür ve atamız İbrahim’i, İsmail’i anma yeridir. Onların duasına amin deme yeridir. Adanmışlık işareti bağlanmış kurbanlıklar bir semboldür… Sefa ve Merve bir semboldür. Adanmışlığın, fedakarlığın, çabayı nasibin peşine bağlama yeridir. Hacer anayı anma yeridir. Çabasına ve sevincine ortak olma yeridir…
  3. Makam-ı İbrahim bir semboldür… Bütün Hacc alanları Makam-ı İbrahimdir. O bir kürsüdür, insanları irşad etmenin, tebliğ yapmanın kürsüsüdür. Hacc bir okuldur, yöneticisi ve baş muallimi İbrahimdir (yani Hacc Organizasyonunu yapanlar.) Asıl semboller böyle anlamlarından uzak bir şekilde, sığ bir ibadet olarak yaşanırken işlenen bir cinayet daha vardır. Bu asıl sembollerin yerine uydurulan semboller: Hacer-ül Esved; Makam-ı İbrahim diye sunulan cemakan içindeki ayak izi; hatta tesbihler, seccadeler birer sembol haline gelmiş ve gerçek sembollerini yerini almıştır.

Tavafın Derin Anlamı Üzerine

  1. Tavaf edilen Kabe’yi yüksek bir yerden gözlemlerseniz (TV den de olabilir) bu görüntüde bir çekicilik bulunduğunu sezebilirsiniz. Yani insanların topyekun pervane olmuş halidir Kabe’yi çekici kılan. Evrensel dairesel hareket seremonisine katılma hali… Boş bir Kabe’de bu çekimi bulamazsınız gibime geliyor. Kaldı ki bu tavafın içine girdiğimizde hacıların gerek şuur olarak gerek davranış olarak bir konsensüs içinde olduklarını söylemek oldukça güçtür. Zira bizzat gözledik ki hacılarımız yaptıkları simgesel eylemin üzerinde hiç düşünüyor gibi görünmüyorlar. Bir kısmı kendi fiziksel gücünü de kullanarak kalabalığı yara yara, hızlı bir şekilde tavafı tamamlama yarışında. Bir kısmı en derine dalıp, Kabe’ye dokunmak yarışında. Böylece daha büyük bir sevap kazanacağını umuyor; hiç değilse “ben Kabe’nin şurasına dokundum” demenin tatmini ile meşgul. Bir kısmı bu esnada kendini veya çevresini fotoğraflama veya kayda alma çabasında.[51] Bazıları büyük gruplar halinde, kendi gruplarını korumanın derdindeler. Hacı kafilelerine tavaf yaptıran kurum rehberleri bazı duaları heceleyerek okuyor ve diğerleri de yüksek sesle tekrar ediyor. Bu da bazılarının dikkatini dağıtıyor. Zaten pek de iyi cümleler kurulduğu söylenemez. Diyen ne dediğini bilmiyor çoğu zaman. Bütünle bağları kopuk. Yani demem o ki, ortada bütünlük fikrini oluşturan tek şey Kabe merkezli, aynı yönde dönüş hareketidir. Kaldı ki bu hareketi sakatlayan da o kadar çok hacı var ki… Kimisi Kabe’ye yakın bir yerde ve O’nu karşısına alarak namaza duruyor ki böylece tavaf alanı iyice daralıyor. Kimisi İbrahim makamıdır, sevaptır diye içinde ayak izi olduğu ifade edilen bir taş içeren cemakanın önünde namaz kılmaya kalkarak çok ciddi izdihamlara sebebiyet veriyorlar[52] Yine pek çok hacının tavafa başlama ve her yeni şaftın(dönüşün) tamamlanması esnasında duraklayarak Hacer-ül Esvedü selamlamaya çalışmaları izdihama sebep oluyor. Oysa peygamberin izdihama sebep olmamak için durmadığı, bütün vücuduyla dönmediği de yazar.[53] Birde tavafı dikine yararak çıkmak veya katılmak isteyen guruplar var. İşte böyle… Ümmetin tavafındaki dağınıklık ile Dünya gündemindeki dağınık, perişan hali arasında nede büyük bir benzerlik var Allah’ım. Yine de dışarıdan bakınca bir çekim oluşturuyor sanki… Tavaf mahşerin provası değildir. Dolayısıyla burada insanların bir mahşer telaşı içinde sadece kendilerini veya gruplarını düşünerek değil tavafa katılan herkesi düşünerek hareket etmesi gerekir. Dışarıdan çok iyi fark edilen bir düzen içinde yapılması gerek
  2. Kuantum fiziğinin hüküm sürdüğü elektron, proton gibi temel parçacıkların hareketine baktığımızda, elektronun atom çekirdeği etrafındaki hareketinden kaynaklanan yörüngesel-açısal momentumu var. Bunun yanı sıra bir de büyüklüğü hiçbir zaman değişmeyen ve değiştirilemeyen (klasik mekanikte karşılığı bulunmayan) içsel sipin momentumu var. Bazı malzemelerde sipin hareketleri düzensiz olduğu veya birbirlerinin etkisini yok edici olduğu için bir manyetik veya elektrik momentum üretmezler. Bazı malzemelerde ise bu sipin hareketleri aynı yönlü olabildikleri için bu malzemeler manyetik/elektrik moment üretebilirler.
  3. İşte bizim hacılarımızın kendi iç momentleri rezonansa gelmediği için bir moment üretmiyorlar ve yılardır yapılan büyük hac ibadetlerinden ümmet hayrına bir bütünlük (Tevhid) hasıl olmuyor. Oysa Hac ibadetinin büyük amacı itikadi ve siyasi alanda Tevhidi sağlamaktır. Aynı merkez (Kabe) etrafında dönmek bize siyasi Tevhid’i sağlayın mesajıdır. Ey Ümmeti Muhammed, Allah’ın evi dolayısıyla Dini sosyal ve siyasal hayatınızı düzenlemede merkeziniz, kıbleniz olsun “Nerede bulunursan bulun, hemen yüzünü Mescid-i Harâm’a doğru çevir. Bu emir şüphesiz gerçektir, Rabbindendir ve Allah yaptığınız şeylerden gafil değildir.[54]” Tavaf esnasında aynı duygu ve düşünceler içinde olmak, kendi iç alemimizdeki devinim, sipin birliği, inanç birliğini sağlayacaktır. Sonuç olarak Hac, Ümmeti gerçek bir ümmet yapacak ve sosyal Tevhid sağlanacaktır. Bu olmadığına göre Ümmet bilmeldir ki hacları “Büyük Hac[55]” olamamaktadır.

Arafat, Mahşerin Provası ve Arif Olma Yeri

  1. İşte yeniden ihram durumundayız. İhram kadınlarda kıyafet değişikliği getirmiyor ama erkekler için zorunlu “İzar” ve “Rida” denilen iki parçadan (peştamal/havludan) oluşuyor. Ayağınıza çorapsız olarak terlik (arkası açık ayakkabı) giyebilirsiniz. Başınız açık olmak zorunda. Kadınlar da yüzlerini örtemezler. Çamaşır, don veya gömlek giymek yasak. Kemer, bel çantası, saat vb. donanımlar kullanabilirsiniz. Bu peştamallar ile verilen cepli kemerlere güvenmek yerine çok sağlam ve beli iyi kavrayan (asker palaskası gibi) kemer kullanılmasını tavsiye ederim. Usulüne uygun bağlandığında ve davranışlarınıza dikkat ettiğiniz takdirde güvenlidir. Çamaşır giymemek biraz çıplak hissetmenize sebep oluyor. Bilmiyorum istenen bu mudur… Ben aslında başlangıçta çamaşır giymeyi de düşündüm. Bazı rivayetlere de rastladım ama ben de tam bir kanaat hasıl olmadı. Burada asıl sorun erkeklerin özensiz davranışlarıdır. Birçokları bu durumun çıkardığı güçlüğü rahat, hatta serbest davranışa dönüştürüyor ve üst havlularını sık sık açıyor veya kullanmıyorlar.
  2. Zilicce’nin 8.günü (Telbiye günü) İkindi vaktinden sonra Arafat’a yola çıktık. İlk gidenlerden olduğumuz, ama dönüşte de son dönenlerden olacağımız söylenmişti. Daha önce görmek için geldiğimiz Cebel-ü Rahme bölgesinin nispeten uzağında bir yerdeki çadırlarda konakladık. Bir çadıra iki kafile, yaklaşık 400 kişi… Toprak zemin üzerine halılar serilmiş ve adam başı dikdörtgen bir yastık konulmuş (divan gibi yaslanılsın diye). Lakin herkesin uzanıp yatmasına, hatta oturmasına yetecek gibi değil. Çadırlar klimalı. Ama buna sevinsek mi üzülsek mi bilemem. Sürekli klima gürültüsü… Lakin bu sefer bir gürültümüz daha vardı ki o klimaya rahmet okutur. Çadırımız iki jeneratöre yakın yerdeydi. Önceki gün akşamından Arefe Günü gece yarısına kadar bu gürültüye maruz kaldık. Erkekler ve kadınlar arasında bir perde gerildi. Kadınlara bir iyilik olarak 3/5 kısım verildi. Ben başından beri çadır da kalamadım. Dışarıda kendime bir yer ayarlamaya çalışmıştım. Namaz kılarken bile çadıra zor sığdık. Bir de böyle durumlarda insanların duyarlılık düzeyleri daha belirgin ortaya çıkar. Aynı çadırı paylaşmak zorunda olduğumuz halde bazılarımız burayı ben kaptım tarzında kendi rahatını öncelediler.
  3. Karşı tarafımızda Avrupa ve Amerika gibi ülkelerden gelen Müslümanların çadırları vardı. Onların kampı bize göre oldukça lüks gözüküyordu. Tenteler, masalar, koltuklar, vs. Aklıma zaman zaman gelmişti neden hiç Amerikalı veya Avrupalı bir Müslümana rastlamıyorum diye. Cevabı buydu işte. Onlar çok parayla kısa süreli Hacc yapıyorlar. Sokaklarda fazla görünmüyorlar. Kabe’ye yakın lüks otellerde konaklıyorlar, lüks çarşılarda alış veriş yapıyorlar ve zaten kısa süreli Hacc yapıyorlar…
  4. Akşam herkes kumanyasını çıkarıp bir şeyler yedi.. Biz (ben ve eşim) kumanya dağıtılacak diye bir şey almamıştık. Ama zaten yemek te istemedik. İki gün geçireceğimiz böyle bir ortamda çok yememek gerekir zaten. Böyle durumlarda tok tutucu bir şeyler yedikten sonra kısmi oruçlu kalınmasını tavsiye ederim. Abdest ve tuvalet imkânı iyi denecek kadar yeterliydi. Şükür ciddi bir ihtiyacım olmadı. Geceyi çok zor şartlarda, çadır dışında, bazen oturarak, bazen bir taşa yaslanarak, seccadenin üzerinde uzanarak geçirdim. Bir haftadır hastaydık zaten. Solunum yolu enfeksiyonu olmanız kaçınılmazdır Hacc esnasında. Bütün gece başım ağrıdı. Uyanık olanlarımız ihtiyaç kolilerinin kartonlarını kendilerine yatak yaptılar ve buldukları ağaç diplerinde sabahladılar.

İslam Ümmeti Değil İsraf Ümmeti Sanki

  1. Sabah olunca kumanyalarımız dağıtıldı. Hem kahvaltılık ve hem de akşama kadar yetsin diye iki paket hazırlanmıştı. Buna sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Kutularda iki paket lavaş verilmişti ki bir tanesi bile fazla gelir. Üzüm, fındık, zeytin, kek, peynir, elma, hurma, dolma konservesi, fasulye konservesi, bisküvi, ayran, vs. Biraz sonra bu paketlerin çöp olarak bir kenara atıldığına şahit oldum. Çok sonra anladım ki bir kısmı beğenilmediği için ve kalanı yanlarında yük yapmak istemedikleri için atıyorlardı. Bir kısmı ise doğrudan atılmıyor gün içinde sayıları artan dilenci siyahi insanlara veriliyor; onlarda nezaketen alıyor sonra bir kenara bırakıyorlardı. Bizzat şahit olduklarım oldu. Yani şu dilenci çocukların bile bizim hacılardan daha nazik olduklarına şahit oldum. Çocuk kendisine uzatılan ekmeği aldı bir süre sonra bir kenara bıraktı. Arafat’a geldik, bütün duaların kabul olduğu yere geldik deyip dua talep edenler, kendilerinin Allah’a (Allah için) verdikleri şeye bakar mısınız?.. Kendi kumanyamızın yüküne ilave atılan şeylerin bir kısmını da almaya çalıştım. (Sonra anlayacağım ki iyi ki de almışım. Keşke daha fazlasını alsaydım. Zira yolculuğum çok rahat geçti ve bana fazla yük olmadı. Oradan aldığım küçük fındık paketlerini, bisküvileri birkaç gün afiyetle yedik.) Kısa sürede çadırlarımızın çevresi çöpe dönüştü. Birçok siyahi genç çöpleri toplamada yeterli gelmedi. Hacılarımız o kadar kanıksamışlar ki pet şişelerini, paket naylonlarını vs. çevreye atmaya. İlk başlangıçta güya bir kenara bırakıyor muş gibi nazikçe koyuyorlar. Sanki atacak çöp bulamadılar, buradan birileri alır nasıl olsa,.. Derken etraf çöpe dönüşünce cüretleri artıyor ve fırlatmaktan çekinmiyorlar…
  2. Daha önce dikkatimi çekmediğine şaştım. Pek çok hacımız sigara içiyordu. Keşke en azından ihramlıyken bunun yapmasalardı. İhramlı vaziyette sigara içilebilir mi diye bir soru aklıma geldi. İhramlıya bazı helaller bile yasakken, hakkında en hafifinden mekruh denen ve zararları kesin bir şekilde bilinen bu kötü alışkanlığa dair bir tek kelama rastlamadım şimdiye kadar. Sigara içen hacılarımız en azından bu hacdan sonra sigara bırakmayı bir hedef olarak koysalardı kendilerine… Bu onlar için de Hacc İbadeti için de büyük bir kazanım olurdu herhalde…

Arafat Mahşerin Provası Sanıyordum

  1. Sinsi bir irade sanki bizi; mezhep-mezhep[56], fırka-fırka, kavim-kavim bölmüş. Ve bugün çadır-çadır bölündük. Her ülke kendi vakfesini yaptı, Her çadır kendi namazını kıldı. Birbirimizi zaten tanıyan bizler 24 saat aynı çadırda biraz daha yakından tanıştık o kadar. Tanış olmamız (Arif oluşumuz) kendi kendimize oldu. Mahşerimiz bir çadır kadar oldu… Başından beri içimden bir ses böyle olmaz diyordu… Nerede Makamı İbrahim? Bugün kim yapacak ümmete kuşatıcı bir konuşmayı? Bu Hacc Ümmetin sorunlarının konuşulduğu yer olmayacaksa 3milyon kuru kalabalık ne işe yarayacak?.. 3Milyon dilenci… fıtrat yasalarına uyarak halledemedikleri kendi basit isteklerini mi sıralayacaklar yoksa… Bu kadar insafsız yüklenmek istemezdim lakin, bir avuç Myammar çetesine höt diyemeyen 2milyarlık ailem beni kahrediyor..

Peygamberi Takip Etmek Bu mu?

  1. Öğlen olunca ezanın ardından öğle namazı ve ardında ikindi namazı kılındı. Buna Cem-i Takdim deniyor. Akşam namazı da yatsı vaktinde yatsı ile birlikte kılınacak. Buna da Cem-i Tehir deniyor. Allah Resulü yol hazırlığı veya yolda olma gibi sebeplerle öğle ve ikindi arasında veya akşam ile yatsı arasında bu usulü kullanmıştır. Arafat’tan Müzdelifeye gideceği için yol hazırlığı nedeniyle ikindiyi öne alarak öğle vaktinde kılmış; yolda olduğu için de akşamı tehir ederek yatsı vaktinde Müzdelife’de kıldırmış. Bizimkiler de öğle yapıyorlar. Hani sünnete uymayı pek önemserler ya… Lakin Kur’an’ın anlarken maksadı unuttukları gibi Allah Resulünün uygulamalarını anlarken de maksadı unutuyorlar. Bizim yol hazırlığı yapmamız söz konusu değil. Akşam vakti de yolda olmayacağız. Programa göre hayli geç gideceğiz. Bunu başlangıçta kestiremediniz ise zaman içinde iyice belli olduğu halde neden akşam namazını vaktinde kıldırmadınız? (Bizim çadır akşam ve yatsı namazını Müzdelife’de kıldıklarında saat 04.00’ geliyordu. Yani ortada ne akşam vakti ne yatsı vakti kaldı.[57]) Allah’tan ben durumu fark edip akşam namazımı kendim vaktinde kıldım. Yatsı da bari onlardan ayrılmayım diye erteledim ama ona da pişman oldum. Zira o kadar gecikeceklerini ben de tahmin etmedim.
  2. Allah Resulü ve tüm Müslümanlar akşam vakti Arafat’tan ayrılmış, o günün şartlarında yaya veya deve ile yaklaşık 6km lik yolu kat ederek Müzdelife’ye gelmiş, burada Akşam ve yatsı namazını kıldırmış ve geceyi burada dinlenerek geçirmiştir. Ancak hasta ve yaşlı olanlara izin vermiş, onlar gece yarından sonra müzdelifeden ayrılmış ve minaya ve cemerata giderek şeytan taşlama eylemini hem gece serinliğinde ve hemde izdiham olmadan rahat bir şekilde yapmışlardır. Diyanet geçmişte yaşanmış izdihamdan dolayı sanırım bu uygulamayı esas alarak hacılarını gece yarısından itibaren Müzdelife’den Mina’ya geçirerek şeytan taşlamayı öne alıyor ve kurban kesimini de beklemeden tıraş sonrası ihramdan çıkarıyor. Oysa bu uygulama izdihamdan dolayı ciddi tehlikelerin yaşandığı dönemde geçici ve yerinde bir karardı. Şimdi ise bunu sadece yaşlı ve hasta olan hacılara uygulamaları gerekiyordu. İzdiham mazereti de geçerli değildir. Zaten bizzat gördük ki alınan önlemlerle birkaç yıldır izdiham söz konusu değildir. Ayrıca bayram namazından önce yani kurban kesimi başlamadan ihramdan çıkılamaması gerekir. Evet, bizim kurbanımızın ne zaman kesileceği belli değil ve elimizde de değil. Vekaleti verdik deyip kurtulabiliriz belki ama kurban kesimlerinin başlamasını esas almak durumunda değil miyiz… Diyanet görevlileri bir yanlış daha yapmaktadır: Yaşlı ve yürüyemeyecek durumda olan hacılarını Müzdelife’den sadece otobüsle geçiriyor söylediklerine göre. Oysa Müzdelifede en az bir vakit namaz kıldırmaları gerekirdi:
  • (Hac mevsiminde ticaret yaparak) Rabbinizin lütuf ve keremini istemekte size bir günah yoktur. Arafat’tan ayrılıp (sel gibi Müzdelife’ye) akın ettiğinizde, Meş’ar-i Haram’da Allah’ı zikredin. Onu, size gösterdiği gibi zikredin. Doğrusu siz onun yol göstermesinden önce yolunu şaşırmışlardan idiniz.[58]
  1. Bazı ilahiyatçılar ayette geçen Allah’ı zikredin ifadesini namaz olarak anlarlar ki Allah Resulü de akşam ve yatsı dışında sabah namazını kıldıktan sonra gün doğumuna kadar Müzdelife Vakfesini yapmıştır. Oysa görevliler gece yarısı otobüs içinde vakfe yaptırdıklarını ifade ediyorlar. Bütün bunları bildiğim için ben ve eşim Müzdelife’de sabahlayacağımızı, dolayısıyla kafilemizden bağımsız hareket edeceğimizi görevli arkadaşlara bildirdim. Onlarda benden yazılı beyan istediler ve ben de sorumluluğun bize ait olduğunu yazıp verdim. Neticede kafilemizin Müzdelife’ye gelişi o kadar gecikti ki onlar bizden ancak bir saat önce ayrılabildiler. Biz ikimiz sabah namazını kılıp vakfe duamızı yaptıktan sonra. kısa bir güzergah araştırmasıyla zaten giden gruplara katılarak yola koyulduk.
  2. Mina bölgesinde bir ağıl yanından geçtik ki kesif bir koyun kokusu vardı. Malum burası geçmişte (halen de öyle olduğunu sanıyorum) kurban kesim alanıydı. Derken tünel üstüne tüneller geçerek ilerledik Yer yer telbiye sesleri yükseldi. Yol boyunca görevliler hacıları sürekli yönlendirdi. Yolunuzu şaşırma ihtimaliniz yoktu. Bir sıkıntı olursa yardımcı oluyorlar. Nitekim uzun yürüyüş yüzünden bitkin düştüğü için eşimin kalp çarpıntısı başladı ve görevli nezaretinde bir kenara ayrıldık biraz dinlendikten sonra yeniden yola koyulduk zaten az bir yolumuz kalmıştı. Bilmiyorum kaçıncı tünelden sonra çok katlı ve çok yönlü yollarla ayrılmış Cemeraat binasına ulaştık. Üç cemreden en büyük olana yönlendiriliyoruz zaten. Yedi önemli hatamız için yedi taş atarak akabinde Kabe yönüne yönelip dua ettik. Çıkış için de yine nereye gitmek istiyorsanız görevliler yönlendiriyorlar. İzdiham söz konusu olmadı. Yürüyen merdivenlerle kolayca çıktık bu çok katlı yapıdan. Bir kenarda gene eşimin dinlenmesi gerekti. Yol boyu, tekerlekli sandalyeler, motorlu bisikletler, otomobiller yorgun, yaşlı veya Kabe’ye bir an önce erişmek isteyen hacılardan müşteri kapmak telaşındalar. Eşim olmasa direk Kabe’ye gidip tavafı da bitirebilirdim. Ama otele gidip dinlenmek zorundayız. Yol boyu adeta çöpün üstünde yürüyor gibiyiz. Bir taraftan temizlik görevlileri temizlik yapmaya çalışsa da sürekli tüketilen ve atılan su şişeleri her tarafa yayılmış durumda. Güç bela otelimize geldik. Bu sırada saat sabah 07:30 olmuştu. Tıraş olup ihramdan çıktık ve arkasından bir duş alınca iki gündür çektiğimiz sıkıntı büyük ölçüde bitti. Umrede olduğu gibi getirdiğim makine ile kendimi tıraş ettim.
  3. Bir süre dinlendikten sonra saat 10:30 gibi otelden tavaf için ayrıldık. TV den baktığımızda Kabe henüz çok yoğun görünmüyordu. Sokaklardaki kirliliğin iyice arttığına şahit olduk. Kaldırımlarda tıraş olan (saçlarını kazıtan) insanların kılları da ayrıca bir kirlilik yaratmıştı. Birçok noktada araçlardan meyve suyu, içme suyu dağıtılıyordu. İnsanlar ölmüş gibi bu meyve sularından alıyor, içiyor ve şişesini sokağa fırlatıyor. Kaldırımlara sergi serip yatanlar veya yemek yiyenler… Bunları geçtikten sonra Kabe yolu üzerindeki iki tünelin ilkine yöneldik. Bu tüneller normalde araçlara ait. Yaya yolları da var ama çok dar. Araçlara ait şeridin bir kısmını da zorunlu olarak yayalar kullanıyor. Araçlar da oldukça yavaş ilerliyor zaten. Bu araçların nerdeyse hepsi Kabe’ye yolcu taşıyor. Bu ve benzeri tünellerde daha öncede yürüdüğümüz için tecrübeliyiz. 2km lik tünel boyunca tepemizde uçak motoru gibi gürültülü çalışan fan motorlarının eşliğinde ilerliyoruz. Nihayet tüneller bitti ve Kabeye yaklaştık… Ancak zemin veya 1. Kat tavaf alanına girişimiz her noktada engellenmişti. Uzunca bir yoldan dolandırıldıktan sonra mecburen en üst katta tavaf yapmak zorunda kaldık. Bunca yürüyüşten sonra tavafı da uzun yoldan yapmak zorunda kaldık. Güç bela öğle vaktine tavafımızı bitirdik.
  4. Ogün Cuma olduğu için öğle namazı yerine Cuma kılınacaktı… Uzun süre güneşte kaldığımız için ezanla birlikte kapalı mekanda bir namaz yeri edinelim dedik lakin nerden de dedik… Büyük bir izdihamın içinde bulduk kendimizi. Uzun süre sürüklendik. Kamet okundu namaz başladı fakat biz hiçbir yere kıpırdayamayacak şekilde sıkışık vaziyette ayakta kaldık. İzdihamın büyüklüğünü farkettiğim için eşimin sağdan soldan sıkıştırılmaması için önlem aldım. Zaten onun fenalaşma ihtimali. vardı. O vaziyette kalakaldık. Eşime ima ile namaza katılmasını söyledim… Bazı ahmaklar bu durumda bile secde edecek yer aramanın derdinde idi. Bazıları ise aptalca konuşmalarına devam ediyordu. Neçe sonra sükunet sağlandı. Namaz bitince nihayet bir yer bulduk ve dinlendik… Akabinde sayımızı da yaptık. Mezheplerin kimisi bu sayı vacip sayarken kimisi farz sayar. … Kaynaklarda Allah Resulünün bu sayı yapmadığını da okudum. Farz diyen hadis olduğunu da… Kur’an da bir ayette safa ve Merve[59] Allahın sembollerindendir, onlar arasında say etmenizde sakınca yoktur[60] Çünkü bir zaman bu iki tepede iki put olduğu için Müslümanlar say yapmada tereddüt etmişler. Ayet sakınca yoktur dediğine göre sayın mübah olduğunu söyler bazıları. Ancak bir başka ayette Hacc ve Umreyi tam yapın[61] der. A. Bayındır Hoca “Haccın uygulamaları çoktur, umrenin ise iki rüknü vardır tavaf ve say. Ayet tamamlayın dediğine göre say da umrenin bir rüknü olmak durumundadır ve dolayısıyla Haccında bir rüknüdür” der ki bana da gayet mantıklı görünmektedir.

Hira’nın Yokuşu mu, İnsanların Aymazlığı mı Daha Zorlu

  1. Grup hocamız haber verdi ki Hira Mağrası için Nur Dağına gidilecek. Eğer gitmek isterseniz… dedi. Daha önce Nur Dağı ve Sevr Dağı eteklerine kadar otobüslerle getirip yerlerini göstermişler fakat dağa tırmanma işini isteyenlerin kendi imkanları ile Arafattan sonra (Hacc tamamlanınca) bunu yapabilecekleri ve kendilerinin de yardımcı olacaklarını açıklamışlardı kafile sorumluları… Bunda hakları vardı. Haccı riske atmamak gerekir. Olur ki bazıları bu sebeple ciddi sağlık sorunları yaşayabilir. Kaldı ki buraları görmek Hacc için hiçte gerekli değil. Hatta bana göre hiç gezdirilmese daha iyi olacak. Daha önce de bir şeyler duymuştum ama Nur Dağına çıkınca bunu iyice anladım.
  2. Grupla gitmek istemedim. Hem “olur olmaz sözlerimle” insanları sıkmayayım ve hem de kendi kafam rahat etsin; aksi halde hikayeler, dualar, namaz kılanlar vs… Harita üzerinde inceleyerek otelimize en fazla 5km mesafede olduğunu öğrendim. Eşimi de yokladım gidebilecek mi diye. O dünden razı… Aslında benim gitme isteğim sorunları anlamak ve Allah Resulünün Hira tecrübesini yaşadığı yeri görmek ve rivayetlerle karşılaştırmak için… Yoksa pek manevi bir haz beklentim yok. Böyle konuşunca herkes bana kızıyor. Lakin gidince görürsünüz ki her yer çöplük gibi… Dilenciler mekan tutmuş. Ve birde durumu fırsata çevirmeye çalışan bir esnaflık faaliyeti, taksi, minibüs, su satanlar ve tabiki böyle yerlerin olmazsa olmazı boncuk vs. satanlar… Hatta adam bir merdiven basamağı beton atmış ve parasını gelen geçenden istiyor… Öğle yemeğini erken yiyelim ve bizi tok tutsun diye daha önceden tanıdığımız bir Hatay kebapçısına gittik. Fakat fazla erkenmiş… Baktık kebap yiyemeyeceğiz yola koyulduk. Aynen belirlediğim gibi doğru yolu tuttuk. Zaman zaman araçlar bize korna çalarak müşteri olarak almak istediler. Ama istemedik. Hatta biri beleş diye bağırdı ama biz yürümeye kararlıyız. Burada esnaf Türk olduğunuzu hemen anlıyor ve davetini Türkçe bir şeyler söyleyerek yapıyor. Çifte minareli büyükçe bir camiye gelmiştik ki yine bir minibüs sahibi bizi davet etti. Yürüyeceğiz dedim ama adam samimi bir tarzda yolun zorlu olduğunu bize iyilik olarak bunu yapmak istediğini anlattı. Az Arapçamla ve lisanı hal ile anlayabiliyorum… Eşim tereddüt etse de ben güvendim. Yürüyen hurdaya benzer bir gariban arabası. Kapısını güç bela açtım. Bindik. Teşekkür ettim. Kısa sürede dağın eteklerindeki yerleşim yerinin dar sokaklarına ulaştık. Bu dar sokaklarda trafik hayli yoğun… Ve yol giderek dikleşiyor. Araçlar o kadar sıkışık ki adam bizim yüzümüzden kaza yapacak diye endişelendik. Eğer istersen biz inebiliriz dedim amcaya. Ama o ısrarlı. Yaptı mı bir iyilik tam yapacak… Yeterince yakın bir yere bıraktı sağ olsun. Araçtan inip zor açılan kapımızı da açmak istedi… Yanına yaklaştım ki teşekkür edeyim (ve acaba para ister mi) hemen kapattı kendini ve bunu iyilik olarak yaptığını belli ederek… Ben de ona Allah iyilik versin, Allah razı olsun diye teşekkürümü pekiştirdim.
  3. Bu zorlu tırmanışa böyle başlamamız büyük moral oldu. Benim asıl zorluğum, beni dahi zorlayan bu dik ve uzun (500m) yamaçta eşimin rahatsızlanması veya takatinin kesilmesi… Neyse ki dinlene dinlene, hem de öğle sıcağında zirveye çıktık. Buraya çıkmanın en güzel tarafı Mekke her yönden ayaklarınız altında… Sık sık şunu sordum kendime: Allah Resulü Kabe ye bu kadar, yaklaşık 10km uzakta bir yeri niye seçti. Ve Hz Hatice zaman zaman O’na yemek getiriyordu denen yer burası mı gerçekten?… Neyse… Dediğim gibi maalesef her taraf pet şişelerle dolu. Resmi hizmet organizesi yok burada. (Yalnız dik yamaçlar demir korkuluklarla emniyete alınmış) Ziyaretçilerin cazibesi ile halk burada kendi kendine bir geçim edinmiş. Bazı kişiler elinde poşetle pet şişeleri topluyor ve bunun için ziyaretçilerden para talep ediyor. Önceden yanınıza yeterli su almadıysanız ılık suya bile çok para ödemeniz gerekir. En tepeye vardığımızda beklediğim gibi insanlar ille de burada bir namaz kılma telaşında. Benim acizane kanaatim böyle yerlerde namaz kılınamayacağı yöndedir. Zira insanlar burayı bir türbeye çevirmişler. Bizde olsa burası, kim bilir nasıl ihtişamlı yapılırdı. Ama ben bunu onaylamıyorum. Zira türbelerin nasıl şirk yuvası olduğunu iyi bilirim. Burada namaz kılıyor ki bir şefaat elde etsin. Bu namaz daha makbul olsun. Memleketine gidince anlatacak burada namaz kıldığını. Arapların buralara bakmadığından yakınacak…
  4. Aslında ortada bir mağara falan yok… Geçmişte neydi bilmem ama şu anki hali kayaların düzensiz bir şekilde birbiri üstüne devrilmesiyle oluşmuş bir kaya kovukları kümesi… Zaten bölgenin özelliği gereği büyük bir mağara olamaz sanırım. Ama manzara harika… Burada bir inziva, kafa dinleme elbette mümkün… Burada maymun ve keçi görenler varmış. Biz görmedik. Neyse inişimiz nispeten kolay olsa da artık ferimiz tükenmiş vaziyetteyiz. Bir dükkanda yeterince soğuk su içip dinlendik. Bu esnada taksicilik yapan insanların araçlarını bu dik ve dar yokuşa nasıl sürdüklerine şaştım durdum. (Araçlar genellikle Toyota…) Hatta bir de araçları yokuşu dik kesecek şekilde durduruyorlar ki nerdeyse devrilecek.. Bizi davet eden şoföre.. Biraz sonra senin araban yuvarlanacak diyorum. Gülüyor ve arabasını sarsarak devrilmeyeceğini gösteriyor… Neyse biz dönüşümüzde yürümeye kararlıyız. Böylece Mekke’nin bir yerleşim mahallesini, evlerini, sokaklarını tanımış olduk. Evlerin (birkaç katlı yapılar genellikle) pençeleri hem küçük hem buzlu camlı ve hem de demirli veya bazıları panjurlu. Pencereden dışarı bakmak yok bunlarda sanırım. Birkaç okul binası gördük. Sokaklar bomboş. Her binanın önünde duran birçok araba olmasa burada yaşayan yok diyeceğim. Sanırım öğle sonrası uykudalar, kaylule uykusundalar. Ana caddeye ulaştığımızda nispeten büyük bir alış veriş merkezi bulduk ve su için girmiştik ki bir adam sağ olsun sebil diye soğuk suyu uzattı elimize… Mekke’nin kasvetli havasından etkilenmemiş pek çok insan gördük Allah’a şükür. Güvenlik endişesi de yaşamadık. Mekke’de aslında dışarıdan gelen insanların oluşturduğu bir güvenlik tehdidi veya tacizi söz konusu gibi geliyor bana…

Haccın Yarısı İbadet Yarısı Ticaret

  1. Böyle de olmalı. Buna bir itirazım yok. Bu din bir inziva dini değil. İbadet sokağa, alış-verişe, insan ilişkilerine yansımalıdır. İnsanlar tanış olmalı, bilgi ve görgü paylaşımı olmalıdır. Bu da Hacc ibadetinin amaçlarındandır. Nitekim Allah ayette “…(dünyanın) en uzak köşelerinden sana gelsinler de (bunun) kendilerine sağlayacağı yararları görsünler…[62] buyururken bu ilişkiye dikkat çekmektedir.  Bu ümmetin kaynaşmasını da sağlayacaktır. Ama ortada bir sorun, hem de kocaman bir sorun var. Bu ticaretin ahlakında; ürünlerin kalitesinde; ihtiyaç olup olmadığına bakmaksızın her şeyin alınmak istenmesinde… Güya hediye diye oldukça düzeysiz ürünlerle yakınların gönlü edinmek mi isteniyor, yoksa maksat bir şeyler vermiş olmak mıdır… İşte sorun bu ahlaksız üretim ve tüketim ilişkisinde… Üreten ürünün fonksiyonelliğine, kalitesine dair kaygı taşımamış, satın alan hakeza…  Ayrıca Ümmet bu ticaretle kime kazandırıyor. Kaynaklarını nasıl çarçur ediyor, buna ilişkin bir kaygı taşıyor mu?.. Sorun mu arıyorsunuz, o kadar çok ki…
  2. Artık dönüş için son günümüz. Neleri unuttum acaba… Çarşı Pazar dolaştım biraz. Sokakta dolaşırken her yerde bir sergi ve başında üşüşmüş hacılar görürsünüz. Hacılar alış verişi çok seviyorlar. Boncuklar, tespihler, yüzükler, oyuncak, çakma saatler,  ıvır-zıvır. Hemen hepsi Çin malı… Bir ayı aşkın süredir en çok özlediğim şey çay oldu. Sallama çay içmekten usandık. Burada çaycılar yok ne işse. Türk lokantaları bile çay bulundurmuyor. Zaten çay oldukça pahalı. Türkiye’de aldığımız çaylar burada iki kata yakın pahalı. Allah’tan temiz bir restoran bulduk. Trabzon Restoran, yemeklerinin tuzu biraz belirgin… Ama hesaplı. Bir porsiyon tas kebabı 12SR… kebap, sulu yemek hepsi var… Veda tavafımızı yaptık. Bin Dawood tan dalında olgunlaşmamış hurma aldık… Burada en ucuz meyve muz. Meyve, sebze genellikle pahalı. Bir de karpuz pahalı sayılmaz. Burada uzun kabak gibi karpuzlar var ki, oldukça iri, sulu ve lezzetli.
  3. Öne saat 10:00 diye duyurulmuş hareket saati 8:00 diye değiştirildiği için erkenden otobüslere binecek hale geldik. 8:30 da yola koyulduk. Yönümüz Cidde Hava Alanı. Mekke’ye deniz havasının geldiği yön, batı yönü… Şehrin bu bölümleri sanki daha zengin ve mamur edilmiş ve ediliyor gibi. Yol boyu küçük çaplı çöllük alanlar da göze çarpsa da Mekke Cidde arası halen yeni inşaat halinde… Çok erken geldiğimiz için 2 saate yakın sadece çadırla kapatılmış alanlarda bekliyoruz. Sırıl sıklam su içinde kaldık. Yanımda el çantalarına yedek çamaşır, gömlek almadığıma pişman oldum. Öğle namazından sonra kapalı alanlara geçiyoruz ve kapılardaki işlemlerimiz oldukça seri sayılabilecek şekilde yapılıyor. Cidde hava alanında yer hizmetlerinde çalışan siyahi gençlerin büyük bölümü sürekli bir sadaka beklentisi içinde. Anlamaz gözükürseniz açıkça söylüyorlar. Hamallık yapanlar, temizlik yapanlar ve hatta valizlerinizi kapıda teslim alanlar bile… 6:10 daki uçağımız için bekleme salonunda uzun bir bekleyişimiz oluyor. Uçakla yolculuğun bu azizliği de havada sağladığı zamanı yer hizmetlerinde aşırı bekleterek kaybettiriyor. Ne iş ise uçağımız erken geliyor ve 5:45 gibi havalanıyoruz. Yolculuğumuz da kısa sürüyor. 3 Saat içinde Esenboğadayız. Gelirken 3,5 saat sürmüştü. Uçak içi hizmetler gayet iyiydi. Çok güzel bir karnıyarık yemeği yedik. Birer de el yazması Kur’an hediyesi verildi. 3Saatte geldik lakin valizlerimizin teslim edilmesi 2 saati aştı… Hava hizmeti çok iyi lakin yer hizmeti, özellikle valizlerin elimize geçmesinde çok ciddi bir sorun vardı… Ortada hiçbir yetkili de göremedik…

Son Sözler

  1. Organizasyondan genel olarak şikayetim yok. Diyanetle gelmiştim. Bilerek tercih ettim. Konaklama ve yol hizmeti beklediğimden iyi oldu. Şikayetimin ne olduğunu zaten buraya kadar okuduysanız anlamış olmalısınız. Başta da söylediğim gibi, hiçbir kişi veya kurum hedefim değildir. Değersizleştirmek için değil değerli görmek için hatalara baktım ve eleştirdim. Gerek Hacc mekanlarının temizliği, gerek ulaşım, gerek ihtiyaçlarımızın karşılanması (hatta israfa neden olacak kadar ihtiyaçlar karşılanıyor) bence yeterli sayılır. Böylesine dev bir organizasyonda kusurların olması kaçınılmazdır. Mescid-il Haram’ın dar bir alana, dev otel binalarının arasına sıkışmışlığı öteden beri bildiğim şikayet konusudur. Şimdilik bunu öncelikli bir sorun olarak göremiyorum. Haccın ümmetin birliğini sağlayacak bir şekilde ayağa kaldırılmasını en önemli sorun olarak görüyorum. Hacc Arafat ise bilinmelidir ki, Arafatımız olmamaktadır. Bir anlık orada bulunmak yeterli gibi fıkhi reçetelerden bahsetmiyorum. Benim bahsettiğim Büyük Hacc İbadetini ortaya çıkaracak kurumsal yapıların ümmetçe oluşturulması ve birlikte bir organizasyon düzenlenmesi gerektiğidir. Öyle çadır çadır Arafat olmaz. Bütün İslam ülke yöneticileri ve alimleri bir araya gelmeli sorunları tartışmalıdır. Makam-ı İbrahim’in karşılığı bir kurumsal yapı oluşturulmalı ve bütün İnsanlık Hacca davet edilmelidir. Evet Müslüman olmayanlar için de bir organizasyon düzenlenmeli ve Allah’ın dini tebliğ edilmelidir. Hacc ayları bir okul gibi işlev görmeli ve dünyanın her tarafından hem öğreticiler hem de öğrenciler gelmelidir. Soruna bir de şu açıdan bakmalıyım belki: Aslında tek tek Müslüman fertler olarak oldukça kalitesiz, niteliksiz, hatta görgüsüz ve dolayısıyla Allah’ın Dinini temsil etmekten uzak olduğumuz için başımızdaki organizasyonlardan şikayet etmeye de hakkımız yoktur. Şahit olduğum kabalığı, kirliliği, israfı ortaya koyan bu Müslüman profiliyle bu kadar oluyor demek ki… Biz güzel olursak bizi yönetenler de güzel olacaktır… Sürçü lisanımız affola…

Orhan Cesur

orhan_cesur@hotmail.com

—————————————-

[1] 16 Nahl/93

[2] 3Ali İmran/144

[3] Kaynaklarda Allah Resulünün vefatında, Ebu Bekir’in halka karşı buna benzer bir ifadeyi kullandığı yazar

[4] 3Ali İmran/97

[5] http://www.gonulyuku.com/2017/07/22/cogunlukguc-hakikate-olcusu-olamaz/

[6] Bizdeki zabıta kıyafeti, güvenlik görevlisi kıyafeti gibi…

[7] Daha sonra iyice tecrübe ettiğim gibi bu insanların belki bir kısmı çalışıyor ve sadakayı da hak eder bir durumda olabilir. Ama bu salonda yaşadıklarımız tamamen bir rol ve genç adam da rolünü oynuyor.

[8] Medine’den Mekke’ye giderken mîkât sınırı. Burada ihrama girilir. Bir cami, abdest, duş alma yerleri var.

[9] Bu kadar serin havadan nasıl rahatsız olmuyorlar hayret! Dışarıda terliyorsun ve içeri girdiğinde üşütecek kadar serin havayla karşılaşıyorsun. Otellerde, mescidlerde, otobüslerde aynı durum. Otobüsler zaten klima için hiç stop edilmiyor. Kapıları da ardına kadar açık olduğu halde…

[10] Aslında caminin demek lazım. Mescitler camilerin küçük şubeleridir. Ülkemizde maalesef her mahalleye birkaç tane cami inşaa etmeye çalışılır. Bunlarında en az bir bazen iki veya daha fazla yüksek minaresi olsun istenir. Mahallelerde cami dernekleri eliyle çok büyük israflar gerçekleştirilir. Şehir estetiği ve mimari estetik katledilir. Küçük büyük her camide/mescidde Cuma kılınır. Oysa cumalar ancak şehrin belli başlı yerlerindeki büyük (ulu) camilerinde kılınmalıdır. Cumanın ruhuna uygun olanı budur. Cami diyorsak yeterince büyük ve çevresinde külliyeleri, olan yapılar olmalıdır. O çevredeki küçük mescitler O camin şubesi olmalıdır. İş hanlarının altındaki mescitlere cami deyip bir imam ve bir müezzin tayin etmek ne büyük bir gaflettir. Her caminin mümkün olduğunca çok sayıda en az iki-üç kapısı olmalıdır. Binasının estetik yapısı dikkate almadan, sonradan ilaveler yapılarak geliştirilen, ölçüsüz sayıda ve yükseklikte minare dikme uygulamalardan vaz geçilmelidir. Burada camiler veya mescidler bizdekine göre çok daha sade yapılı ve lüzumsuz şatafattan uzak. Bizde cami yaptırmak gibi güya büyük bir hayra imza atma adına oluşturulan cami dernekleri halktan topladıkları paralar ve kimi kurumların desteklerini de sağlayarak büyük israflara imza atmaktalar… Nasıl olsa ellerinde “hayır” baskısıyla para toplama imkanı varya…

[11] “Otur kardeş, otur! Bu hal buraya uygun değil” (Azıcık dil bilmeniz bile çok önemli oluyor bir yabancı diyarda)

[12] Haberi olmayan sadece vatandaş değil… İlahiyat eğitimi almış, Diyanetin Hac Organizasyonunda kafile başkanlığı veya bölge sorumluluğu gibi görevleri olan yetkilileri de öyle… 11Ağustos Cuma günü, Medine’den ayrılma vaktine yakın bir kafile başkanıyla konuşurken söz Allah Resulünün sünnetine ve oradan namazın kılınışına geldi… Namazda kendi lisanıyla dua edilebileceğini, Allah Resulünün namaz dışında dua etmediğini aktardığımda şaşkınlık içinde tepki gösterdi.. Türkçe dua okumanın önü açılırsa yanlış noktalara varacağını iddia etti.. Ben de mevcut durumdan daha yanlış olmayacağını söyledim. Ayrıca size ne oluyor ki önünü açmaktan söz edesiniz… Bilenlerin sorumluluğu bilgiyi olduğu gibi aktarmaktır dedim.. Gerçi O gerekli bilgiye de sahip değildi zaten… Düşünmüyorlar ki… Namaz esnasında sizin içinizden geçen istekleriniz yok mu? Bunları Türkçe olarak geçirmiyor musunuz?.. Yoksa Allah Türkçe bilmiyor mu?.. Ayakta kunut okumuyor musunuz?.. Tahiyyatta okuduklarınız (ki peygamberin okuduğu duaların sadece bir kısmını biz ezberlediğimiz için okuyoruz…) “Dua” yani insan sözü değil mi? Türkçe dua okumak, Kur’andan kıraat etmenin alternatifi değil ki…

[13] İbn-ul Kayyim El Cevziyye’nin Zaad-ul Meaad adlı eseri bu konuda iyi bir kaynaktır.

[14] “Namazda insanların kelâmından hiçbir şey uygun olmaz. Çünkü namaz ancak tesbih, tekbir ve Kur’an okumadan ibarettir” (Müsned, V, 447-448; Nesaî, “Sehv”, 20; bk. Müslim, “Mesâcid”, 35; Ebû Dâvûd, “Salât”, 174).

Ayrıca bakınız, bu konuda bir yazı: <https://www.kuransitesi.com/Kuran/Namazda-Turkce-Dua-Edilir-mi/>

[15] 2Bakara 143,144

[16] (Allah:) “Ey Nuh!” dedi, “O senin ailenden sayılmazdı; çünkü iyi ve doğru olmayan bir şey yaptı o. Ayrıca hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyi isteme Benden: böylece, sana cahillerden olmamanı öğütlüyorum”. <11Hud 46>

[17] Peygamberin şefaati, davasını üstlenen, ona destek olanların bağışlanması için bir dua anlamında olabilir. Yoksa sizi tanımaz, ne yaptığınızı da bilmez.

[18] Yesrib, olumsuz anlam ihtiva eden bir kelime, Azarlamak, suçlamak, sorumlu tutmak, kınamak manalarına gelen srb kökünden geldiği ifade edilir.

[19] Arabistan yarımadasındaki bazalttan oluşan volkanik alanlar. Arapça’da ateşte yanmış gibi görünen, siyah bazalt kütleleri veya parçaları ile örtülü düzlük ve tepeciklerden meydana gelen volkanik alanlara harre (sıcak, kızgın) denilmektedir. Yanardağların püskürmesi sırasında akan lavların soğuyarak katılaşması sonucunda teşekkül eder ve geniş bir alana yayılır. Arabistan’daki yükselti ve vadilerin çoğunun bu şekilde oluşması yarımadanın karakteristik özelliklerindendir.

[20] (Sana sadece Bizim mesajımız emanet edilmiştir:) işte Biz sana Arap dilinde bir hitabe gönderdik ki, bütün kentlerin atasını ve çevresinde oturanları uyarabilesin; yani, (varlığı) her türlü şüphenin üstünde olan Toplanma Günü’ne karşı (onları) uyarasın. (O Gün) bazısı cennete girecek, bazısı da yakıcı ateşe.<Şura 7>

[21] https://tr.wikipedia.org/wiki/Mekke

[22] Çünkü, İbrahim’e bu İbadet Evi’nin kurulacağı yeri gösterdiğimiz zaman (o’na demiştik ki:) “Bana kimseyi ortak koşma! Ve Benim Mabedimi, onu tavaf edecek olanlar için, onun önünde (Rablerini tazim ve tefekkür ederek) dikilip duranlar için, saygıyla eğilenler ve yere kapananlar için temiz tut!«<Hacc 26>

İbrahim ve İsmail Mabed’in temellerini yükseltirken yalvardılar: “Ey Rabbimiz! Bunu kabul et; Sensin her şeyi bilen, her şeyi duyan!” <2Bakara 127>

[23] İncil Tekvin 12/1-3 Yahve: Allah; Avram: İbrahim

[24] 3Al-i İmran 96-97

[25] 2Bakara/125

[26] 2Bakara 149

[27] http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-Tarihi-Ansiklopedisi/Detay/MESCID-I-HARAM/508

[28] Müslüman tavaf yapıyor, güya ibadet halinde ama aynı zamanda bir kameraman. Veya türlü endamlarını fotoğraflatan bir manken gibi…

[29] 33Ahzab62

[30] 48Fetih23

[31] 30Rum 30

[32] Allah Resulüne buldukları her fırsatta mu’cize (o da neyse?! Kur’an böyle bir kelimeden söz etmez. Kur’an ayet der…) yakıştırması yapanlara karşı çıkışımızın sebebi budur. Onun çabası heba ediliyor. Duanın nasıl yapılacağına dair örnekliği örtbas ediliyor bu uyduruk mu’cize hikayeleri yüzünden.

[33] Mehmet Akif

[34] 17İsra/95

[35] http://www.erdemyolu.com/melekler/kuranda-cin-kavrami.html

[36] 21-Enbiya/107

[37] 2/122 M.Esed meali

[38] 3-Ali İmran/42 M.Esed

[39] Kaldığımız otele daha sonra dahil olan Doğu illerimizden gelen Hac gruplarından kimi insanımız kabalığın alasını sunak için yarışır gibiydiler. Bu insanların  erek kendi memleketlerini, gerek se İslam’ı temsil durumu üzerinde kafa yormak beni ayrıca yıpratıyordu.

[40] Hac dönüşü ballandıra ballandıra Kabe’ye nasıl dokunduğunu anlatacaklar eminim

[41] MUT‘İM b. ADÎ Hz. Peygamber’i Tâif dönüşü himayesine alan kabile reisi. O zamanın müşriklerinden biri…(TDV İslam Ansiklopedisi). Allah Resulü Mekke’ye girebilmek için birini gönderip Ondan himaye alıyor. Bu kefalet sisteminin kaldırılacağı yönünde geçmiş haberler okudum ama halen devam edip etmediğini kesin bilmiyorum.

[42] 2Bakara 115

[43] Bu taşın bir hatıra olma yönünden dolayı hepten atılmasını demedim. Ama öyle de yapılsa bu durum Hac ibadetine bir zarar getirmez.

[44] Maide97

[45] Anlıyorum ki, orijinal bir mimariye sahip camilerde sanatsal süslemelere (aşırıya kaçmadan) yer verilebilir. Çoğunlukla camilerin sade yapıları korunmalıdır. Bu sedeliğin içinde çok iyi bir atmosfer oluşturmaya dönük, hava, ışık ve akustik düzenlemelere yer verilmelidir. Minare sayısı ve minare yüksekliği, şamdanları altın kaplamaymış, vs. gerisi boştur…

[46] 3Al-i İmran 96-97

[47] 22Hacc 27

[48] 2Bakara/125

[49] 22Hacc 27

[50] 9Tevbe/28 (Sadık Türkmen meali)

[51] Bu arada şunu da belirteyim: Bu soruna dikkat çekip, tavafın bir ibadet olduğunu, bu esnada fotoraf çekmenin onun ruhunu öldüreceğini söyleyen bir diyanet rehberine henüz rastlamadım. Sözüm ona o irşad toplantılarında bolca duygusal duygu pompalanan hacıların bu halleri bir uyarı konusu nasıl olmamıştır, en azından şimdiye kadar bilemiyorum. Hatta hatıra olması bağlamında bolca fotoğraf çekimini teşvik eden bir müftünün konuşmasını dinlemiştim. Bu sorunu da dile getireyim dedim ama uygun bir ara bulamadım. Zaten zatı alileri hep kendileri konuşur, onların konuşması ile bizler orada irşad olmak için konu mankeni olarak bulunuruz. Karşılık konuşma olmaz…

[52] İrşat görevlileri, yarım ağızla izdihama sebep olmadan namaz kılmayı önerseler de sözde İbrahim makamı önünde namaz kılmanın sevabını vurgulamayı ihmal etmedikleri için mutlaka orada namaz kılmaya çalışan babayiğitler çıkıyor. Tıpkı Hacer-ül Esvd’i öpmeye çalışan babayiğitlerin çıkması gibi…

[53] Zad’ul Mead, Hac bölümü

[54] 2Bakara 149 (A. Gölpınarlı meali)

[55] “Ve yine Allahtan ve Onun Elçisinden bu Büyük Hac günü bütün insanlığa (yapılmış) bir duyurudur şu: “Allahın Allahtan başkalarına tanrılık yakıştıranlarla hiçbir bağlantısı yoktur; Onun Elçisinin de (öyle). Hal böyleyken artık tevbe ederseniz, kendi iyiliğinize olacaktır bu; yok eğer (bu fırsatı da) teperseniz, o zaman, bilin ki, Allahın gözetiminden asla kurtulamayacaksınız!” Ve (bütün bunlardan sonra) sen (ey Peygamber), hakkı inkara şartlanmış olan o kimselere çok çetin bir azabı müjdele.” <Tevbe3>

[56] Nitekim daha önce duymuştum, otelin mescidinde biraz farklı namaz kıldırdı diye bizim (ehli sünnet) tayfasından bir grup imam olan şahsa köpürmüş.. Açıklama yapmasına dahi fırsat vermemişler. Dinin has namaz kılanları kendileri oluyorlar ya…

[57] Not: Yatsının vakti sabah namazı vaktine kadar derlerse de bu görüş doğru değildir. Yatsı vakti en geç gece yarısı biter. Zira ondan sonra gece namazının (vitir namazının vaktidir)

[58] 2Bakara 198

[59] http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=350441

[60] 2Bakara 158(O halde) unutmayın, Safa ve Merve, Allah tarafından konulmuş sembollerdendir; böylece hac veya umre için Mabede gelen birinin bu ikisi arasında gidip gelmesinde bir mahzur yoktur. Zira, eğer kişi, yapılması gerekenden daha çok iyilik yaparsa bilsin ki Allah, şükre bol karşılık verendir, her şeyi bilendir. Ayrıca bakınız: <https://kuranvehadis.wordpress.com/2012/04/03/suphesiz-safa-ile-merve-allahin-nisanelerindendir-kim-kabeyi-hacceder-veya-umre-yaparsa-bu-ikisini-de-tavaf-etmesinde-bir-beis-yoktur-kim-gonulden-iyilik-yaparsa-karsiligini-gorur-dogrusu-all/>

[61] 2Bakara 196

[62] 22Hacc/27,28