Özet
Günümüzde bilgiye erişim kolaylaştığı gibi bilginin yanlış örüntü içinde kirlenmesi de kolaylaşmıştır. Bu kirli bilginin kurduğu yaşantılarımız internet ve sosyal medya üzerinden yapılan tasarımlara dönüşmektedir. Çocukluk, gençlik ve yetişkinlik, bilinen olgular olmaktan çıkmış; özne olduğumuzu sanarak deneyimlediğimiz sosyal medya mahallesinin kurgularına dönüşmüştür. Bu makalede mahrem bilgilerin paylaşımının ciddi bir ahlaki kırılmaya yol açtığı ve tüketim için kullanıldığı üzerinde duruldu. Ayrıca sosyal medyanın toplum üzerinde bu denli etkin olmasının sağlıklı aile ve mahalle baskısının ortadan kalkmasıyla; kısaca toplumun çözülmesiyle ilişkili olduğu vurgulandı. Bu çözülmenin önlenmesi için dikkate alınması gereken psikososyal dinamikler tartışıldı.
Anahtar Kelimeler: Ahlakın Psikososyal Dinamikleri, Sosyal Medya ve Çocukluk
Giriş
Web1.0 mantığında kullanıcı sadece okuyucu konumundaydı. Facebook, Twitter gibi sosyal medya uygulamalarının içinde bulunduğu Web2.0 mantığında ise ziyaretçiler yorum, haber, fotoğraf paylaşımı yoluyla etkileşim halindedirler. Keza sabit reklamlar yerini sayfadaki içeriğe göre görüntülenen metin tabanlı reklâmlara bıraktı. Bu mantıkta seçimleriniz ve paylaşımlarınız üzerinden beklentilerinize uygun reklamlar yoluyla yönlendiriliyorsunuz. Bu sürecin bir sonraki durağı, akıllı sistemlerin ve yapay zekânın yer alacağı Web3.0 olacak ki o zaman internet uygulamalarının, sanal ve gerçeğin birbirine karıştığı çok daha etkileşimli ortamlara dönüşeceğinde kuşku yoktur.
Sosyal medya kullanıcıların paylaşımlarıyla, seçimleriyle, yorumlarıyla etkileşim halinde bulundukları; mobil telefonlarla kolayca bağlanabildikleri sanal bir mahalledir. Geleneksel medyanın dijital sürümünü de içermesi bakımından sosyal medya, iletişim bilimi çevrelerinde “yeni medya” olarak nitelenmektedir. İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre Sosyal medya çocukları baskı altına alıyor. “…İnternetsiz bir dünya düşünemiyorlar. Beğenilmeme ve dışlanma korkusu, özellikle kız çocuklarında baskıya neden oluyor… Sosyal medya hesabı bulanan 10 yaşındaki çocuklar, sonraki beş yıl içinde sürekli şekilde kendilerini daha kötü hissediyor. Araştırmacıların dikkatini çeken en önemli hususlardan biri de, kız çocuklarının erkeklere göre daha mutsuz olması. 10 Yaşında bir çocuk, sadece olumlu paylaşımlar yapan insanların kötü günler de geçirebileceğini anlayacak düzeyde değil. Yani sadece başkalarının paylaştığı güzel ve heyecanlı olayları görüp, kendi hayatlarını sıkıcı buluyorlar ve bu da mutsuzluğa neden oluyor.[1]”
Sosyal medyayı tanımlayan en önemli kavram ‘paylaşmak’tır. Facebook’un kurucusu Marc Zuckerberg 2010 yılında verdiği bir mülakatta, sosyal medyada mahremiyetin geleceği ile ilgili soruya “mahremiyet artık norm değil. İnsanlar sadece daha çok ve çeşitli bilgiyi paylaşmakla kalmıyor, daha çok insanla ve daha açık bir şekilde paylaşıyorlar ve bundan memnunlar.[2]” cevabını vermişti.
Ahlakın kaynağına dair üç temel tezin ilki, ahlakın kaynağının din olduğudur. Bu teori ahlakın, yaratılış (fıtrat) kaynaklı ve dinin de onun tamamlayıcı unsuru olduğunu içerir. “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim[3]” şeklindeki hadis bu gerçeği ifade eder. İkinci tez ahlakı akıl referanslı olarak ele alırken pratik ve insani olgu olarak görür. Üçüncü tez ise ahlakın kaynağını antropolojik ve sosyolojik süreçler olarak ele alır. Bunların hiçbirini yadsıyamayız. Ahlak, yaratılıştan gelen özelliklerin antropolojik ve sosyolojik süreçlerden etkilenmesiyle gelişen/oluşan pratik insani olgular, davranışlar ve tutumlardır. Ahlak, Arapça doğru bir biçimde oranlamak, ölçümlemek; bir şeyi asıl, köken, temel kaynak olmadan ilk defa yaratmak; aynı zamanda huy, karakter, yaratılış anlamındaki “hulk[4]” kelimesinin çoğuludur. Ahlak kelimesi, sürekli fıtrata[*] (yaratılış özelliklerine) vurgu yapan İslam Dini için önemli bir kavramdır. İslam’ın temel hedefi, ideal bir ahlâk sistemi ortaya koymak ve insanların buna uygun bir hayat yaşamasını sağlamaktır. Bu sebeple Kuran’da güzel ahlak örneğine sürekli vurgu vardır.
Fıtratı[5] itibariyle her insan belli yetenek ve yatkınlığa sahip, günahsız, iman ve islâma (teslimiyete) en müsait bir hüviyette dünyaya gelir. Dünyaya geldiğinde her şey yazılabilecek boş bir kâğıt veya şekillendirilmeye müsait bir fidan gibidir. Bir ayet şöyle der: “Böylece sen, batıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde (hak olan) dine çevir ve Allah’ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davran: (ki,) Allah’ın yarattığında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin: bu, sahih (bir) din(in gayesi) dir; ama çoğu insanlar onu bilmezler.[6]” Bu ayet; gerek insan ilişkilerinde, gerekse insan tabiat ilişkisinde fıtrata uygun yol ve yöntemlerin takip edilmesi gerektiğine işaret eder.
Günümüzde yaşadığımız toplumsal değişimin sadece olguların farklılaşması olmadığı aynı zamanda ahlaki yozlaşma olduğu su götürmez bir gerçektir. Toplumumuzun modernleşme süreci boyunca kademe kademe yol alan bu bozulma sosyal medya ile yeni bir evreye girmiştir. İnternet öncesi başlayan dönemde gençlik sürekli özgüven aşılanarak yetiştirildi. Sürekli biricik oldukları söylendi ve dünyanın kendileri etrafında döndüğünü hissetmeleri sağlandı. “Ben Nesli” olarak tanımlanan bu nesil: “Toplum tarafından nasıl algılandığıma hiç önem vermem. Hayatımı kendi yarattığım kurallara, düşüncelere ve standartlara göre yaşıyorum[7]” diyerek onaylanma ihtiyacı duymadığını vurgulamak ister.
Sosyal medya zaten bağımlısı olduğumuz cep telefonu ile bütünleşince erişimi kolay ve büyüsüne kapıldığımız bir uygulama oldu. Dedikodu yapmak, gizli gündemlere muttali olmak, mahrem olanı deşelemek ve bunları yaparken de gizlice yapabilmek veya kendimizi farklı tanıtarak yapmak veya kendi istediğimiz bir çevre oluşturmak; cazibesine kapıldığımız tüm bu ayartıcı aktiviteleri sosyal medya bize sağlamaktadır. İngiltere merkezli küresel sosyal medya ajansı We Are Social, Ocak-2018 raporuna göre[8] Türkiye’de internet kullanımı oranı dünyanın her yerinde olduğu gibi hızla artmaktadır.[†]
Ahlakın Psikososyal Dinamikleri
Sosyal medya bilgiye erişimi kolaylaştırmakla beraber çarpıtmayı ve yönlendirmeyi hiç olmadığı kadar artırdı. Bu noktada medya okuryazarlığının veya medya eğitiminin önemi gündeme gelmektedir. Bu bağlamda; medya deyince, içine kendi amaçlarına mahsus değerler ve bakış açıları yüklenmiş, kendine has olarak yapılandırışmış sinsi bir dil kullanan ve çoğunlukla asıl işi kazanç olan bir tüketim endüstrisi aracından söz ettiğimizi göz önünde bulundurulmalıdır.
İnsan doğuştan gelen özelliklerine ilave olarak veya onu değiştirerek; içine doğduğu sosyal çevredeki yaşanmışlıkları, akıl ve bilgi düzeyi ile harmanlayarak yeni bir kişilik kazanır. Çatışmalarla dolu bu süreç çoğu zaman çevrenin şekillendirdiği edilgen bir kişilik ortaya çıkarır. Sosyal medya yeni bir sosyal çevre (yeni mahalle) olması yönüyle kişilik oluşumunda ciddi bir pay sahibidir. Ayrıca sosyal medya ve onun araçlarını hayatımızdan çıkarmamızın imkânı olmadığına ve gelecekte olacak gelişmeleri dışlayamayacağımıza göre duygularımızı, zaaflarımızı, kabiliyetlerimizi yönetmek zorunda olduğumuz gibi sosyal medya ve araçlarını yöneterek hayatımıza dâhil etmeliyiz. Bunun için de sosyal hayatı şekillendiren dinamikleri iyi kavramalıyız. Doğru insanı yetiştirmek için doğru sosyolojiyi oluşturmak zorunda olduğumuz unutulmamalıdır.[‡]
1. İnsan Kendi Sosyolojik Şartlarının Ürünüdür
İyi bilinen bir hadiste şöyle denir: “Her doğan İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.[9]” Bu hadis insanın temiz bir tabiatla dünyaya geldiğine fakat sosyolojik şartlarının onu değiştirdiğine vurgu yapar. Yakın zamana kadar bu sosyolojik şartların merkezinde aile vardı. Aile, hem en küçük sosyolojik yapı ve çevre anlamında rol oynuyordu hem de çocuğun velayeti doğrudan kendisine aitti. Yani ondan sorumlu ve onun üzerinde terbiye hakkına sahipti. İnsanın içinde yetiştiği ikinci derece sosyolojik çevre unsuru mahalledir. Yani kişinin içinde yaşadığı semt, komşuları; evinden çıktığında iletişim halinde olduğu, sosyal ve iktisadi faaliyetleri için temasta olduğu çevresidir. Aynı zamanda mahalle, ferdin kendisini kabul etmesi için onayını almak zorunda hissettiği (baskısını kabul ettiği) sosyolojik çevredir. Günümüzde mahalle kavramının nerdeyse yok olduğunu, mahalle baskısının[§] da adeta kişi haklarına saldırı gibi algılandığını söyleyebiliriz. Kişi artık böyle bir sosyal çevrenin onayına büyük ölçüde ihtiyaç duymamaktadır. Aile ise modern ötesi kültürün sirayet etme derecesine ve toplumsal tabakalara göre değişen ölçülerde çoktan erozyona uğramış durumdadır.
Ailenin ve mahallenin çocuk/genç terbiyesi üzerindeki haklarının ve etkilerinin giderek dışlanması ve kişi üzerinde sadece sembolik kimlik unsuruna dönüşmesi sanıldığı gibi bağımsız düşünme yeteneklerini geliştirmez. Bilakis gençlerin üzerindeki koruma kalkanını kaldırarak küresel kültürün, sosyal medya gibi iletişim unsurları üzerinden onlara kolayca ilişmesine ve yönlendirmesine olanak sağlar. Aile gibi, okul ve mahalle gibi önemli kurumların hayatımızdan çekilmesi, etkisizleşmesiyle ortaya çıkan boşluklar yeni medya unsurlarıyla doldurulmaktadır. Bu süreç ilerleme olarak algılandığı için geniş kabul görmekte ve dirençle karşılaşmamaktadır. Böylece sosyal medya aslında toplumu daha fazla çözerek, bireyselleştirerek kolayca kontrol edilebilecek hale getirmektedir.
Aile mahremiyetine, meşru nikâha, çocuk ve ebeveyn ilişkilerine karşı yapılan her türlü saptırma ve değersizleştirme girişimleri aslında doğrudan nesli hedef almaktadır. Zira bir eğitimci olarak karşılaştığımız öğrenci sorunlarının temelinde sorunlu ailelerinin olduğunu bilmekteyiz. Sosyal medyanın kontrolü anlamındaki her tür girişim ise özgürlük karşıtlığı anlamında bir okumaya mahkûm edildiği için fazla bir şey yapılamamaktadır.
Sosyal medya, kullanıcısına hem başkalarını izleme ve hem de kendini teşhir etme olanağı sunar. Böylece sosyal medya, bireylerin aileden ve mahalleden beklemesi gereken onaylanma ihtiyacını karşılamaktadır. Ancak amacı ne olursa olsun insanların satın aldıklarını, yiyip içtiklerini, gezip gördüklerini sosyal medyada paylaşmaları çoğu kez teşhir ve tüketim ile ilintilidir. Sosyal medya uygulamaları, takip ettiğiniz kimselerin tercihlerini, satın aldığı şeyleri sizin önünüze teşvik edici (ayartıcı) olarak sunar.
2. Geleneğin Çöküşü ve Tezat Tutumların Kodladığı Bir Toplum Olmak
Uzun yıllardır yaşadığımız kimlik buhranına paralel olarak toplumumuza sosyal, siyasal ve ekonomik alanlarda tezat tutumlar hâkimdir. Bir elin yaptığını diğer el bozmak üzere tasarımlanmış gibidir. Bir sorunu düzeltmek için çıkarılan yasa başka birçok soruna yol açar. Kadın haklarını koruma adına alınan yasal tedbirlerin başta aile olmak üzere diğer başka sorunlara yol açıyor olması deneyimlediğimiz bir olgudur. Kısa süreliğine evli kalan bir çiftin boşanmaları halinde erkeğin sürekli nafakaya mecbur edilmesi aslında aile kurumuna darbe vurmakta, nikâhsız ilişkiyi teşvik etmektedir. Televizyonda aile sorunlarını, boşanma oranlarının yükselişini ele alan bir programı aileyi dinamitleyen bir TV dizisi takip edebiliyor pekâlâ. Ailede veya okulda doğru kabul ettiğiniz bir olgu sokakta veya medya da kolayca yalanlanmaktadır. Bir ağaçlandırma çalışmasında plastik fidan tüpleri ve kasalar araziye atılabiliyor. Trafik kurallarının gereğine inanmış gözükmemize rağmen trafik kazalarında rakipsiziz…
Sosyal medyanın zaten ayartıcı özelliği, sanal kimlikler ve algılar üzerinden iletişim kurulması, tezatlarla kodlanmış toplum yapımızla örtüşmektedir. Böylece sosyal medya bizim, duygularla kolayca yönetilen bu çelişik tutumlarımızı kullanarak beslenmektedir. Bu çelişik tutumlar ve davranışlar adeta toplumu yoldan çıkarmak için tasarlanmış planlı eğitim işlevi görmektedir.
Evrensel değerlere[**] uygun olarak gelişmiş toplumsal ve kurumsal geleneklerin yerleşmediği toplumlarda değişime ve yenilenmenin önemine sürekli vurgu yapılır. Oysa değişim, önceki duruma göre bir gelişim olduğu sürece değer taşıyabilir. Zaten her değişim önceki durumun iyi olmadığının itirafıdır. Yücelik değişimde değil mümkünse sabit (istikrarlı) kalmadadır. Ne yazık ki toplumumuz gelenek diye, çarpık şehirleşmeyle beraber köklerinden kopmuş ve büyük ölçüde küresel kültüre eklemlenmiş düğün, eğlence ve cenaze merasimlerini, ayinleri anlamakta ve yaşamaktadır. Her ne kadar tarihi tecrübemizin yardımıyla ayakta kalmayı başarmış olsak da, ideolojik tartışmalardan kurtulup, mutabık kalınmış istikrarlı bir yapıya kavuşamamış devlet yönetimimiz nedeniyle kurumsal gelenekler de yerleşmemiştir. Gerek toplum gerekse devlet yapısı üzerinde üst bir çatı olarak köklü geleneklerin oluşturulması tezat tutumlardan kurtulmamız için elzemdir.
3. Reklamcılık ve İletişim Biliminin Tahrip Edici Tutumu
Reklamlar geleneksel medya için olduğundan daha fazla yeni medya için de vazgeçilmez gelir kaynağıdır. Bu durumda hedef kitlesi üzerinde toplum mühendisliği yaparak kültürel değişime yol açmaları bir yan etki değil doğrudan hedeflenen etkidir. Reklamlar, hedef kitlesinin görüş ve alışkanlıklarını değiştirmeyi, belirli bir görüş ya da tutumu benimsemelerini sağlamayı hedeflemektedir.[10] Her ne kadar bazı etik kurallar getiriliyor gibi görünse de vakıa ortadadır. Ayrıca reklam dünyasının meslek etiği, tüketim toplumu oluşturma isteklerine karşı bir sınırlama getirmez; sadece mesleki başarılarını destekleyecek göstermelik ilkelerdir. “Etik ilkeler asla reklamcıların yaratıcılıklarına ket vuran, onları sınırlayan, belirli kalıplar içerisine sokmaya çalışan yaptırımlar dizisi olarak algılanmamalıdır.” der bu camiaya yön veren bilim insanları. Reklamcılar “reklamın özgürlüğünü sınırlayan bir denetim anlayışına sahip değildir.” Hatta bazıları reklamı, “talep oluşturma sanatı” olarak ifade ederler.[††] Bu durumda hedef kitlesi olan tüketiciler yani toplum üzerinde her türlü uygulamayı meşru görürler. Özellikle de çocukluk ve gençlik en çok hedef aldıkları toplum kesimidir.
‘Büyük Veri[‡‡] ‘ ve ‘Yapay Zekâ’ kavramı hayatlarımıza girmeden önce, şirketler pazarlama stratejilerini iletişim ve algı yönetimi parametrelerine göre belirliyorlardı.[11] Günümüzde ise pazarlama stratejilerinde büyük veri yönetimi ile birlikte yapay zekâ yazılımlarının kullanımı bireyin hiçbir zaman kendi haline bırakılmayacağını göstermektedir. Sosyal medyadaki ve diğer internet uygulamalarındaki paylaşımlar, “müşteri profili” olarak büyük veriyi oluşturmaktadır. Örneğin, şirketler coğrafi konumunuzu dahi bilmek isterler ki durumunuza uygun bir satış teklifiyle karşınıza çıksınlar. Cep telefonunuza ait konum bilgisinden veya sosyal medyadaki paylaşımlarınız üzerinden; işte bu bilgi, büyük veri içinde yer almaktadır. Şirketler büyük veriyi analiz edip sonuçlarını pazarlama stratejilerinde uygulamaya koyarak bütçelerini daha etkili yönettiklerini düşünmektedirler. Ancak konumuz açısından bu durum hiçte iç açıcı değildir. Zira bireylerin mahrem alanı iyice daralacağı gibi iradesinin de yitip gideceği anlaşılmaktadır.
4. Duygu Ötesi Topum ve Yeni Kölelik Düzeni
Tüketim kültürü endüstrisi sadece bir ürünün pazarlanmasıyla ilgilenmez. Bundan daha önce toplumu reklamcıların yardımıyla sınırsız ihtiyaç ve sınırsız tüketim için hazırlar. Yeni medya imkânlarıyla bu sürecin devamlılığını sağlar. Bu süreç öyle masum, bilgilendirerek ikna etme süreci değildir. Hedef kitlenin, mahrem alanına ilişerek onu bilinçaltından kontrol etmeye yarayacak bilgiler toplanır. Beklentileri, zaafları öğrenilir. Doğum günü gibi özel günlerinde hoşuna gidecek mesajlar atılır ve tüketim alışkanlıkları yönetilir. Hatta duyguları; sevinci, üzüntüsü, öfkesi, insanlık sevgisi, hayvan severliği, hepsi kontrol altında gerçekleşir.
Stepan G. Mestrovic, Türkçe’ye “Duyguötesi Toplum” (Postemotional Society) olarak çevrilen kitabında, Yugoslavya’da 1991 de başlayan ve on yıla yakın süren savaşta, Kosova ve Bosna’da işlenen soykırımı ve buna karşın dünyanın verdiği tepkiyi inceleyerek “duyguötecilik” veya “duygu-ötesi toplum” kavramsallaştırmasını geliştirir[12]. Mestrovic içinde yaşadığımız postmodern durumu “…duyguötesi toplum yeni bir tür kölelik getiriyor ama bu kez titizlikle işlenmiş duygulara kölelik.” diye açıklar. Mestrovic, duyguötesi tiplerin öfke, nezaket ve diğer paketlenmiş duyguları ne zaman göstereceğini medyadan öğrendiklerini söyler. Bu tiplerin sanal olarak duygulanabileceklerini fakat eyleme dökemeyeceklerini ifade eder ve Bosna’da bütün dünyanın gözü önünde yaşananları örnek gösterir. Sosyal medyanın insanları harekete geçirme gücünü “Arap Baharı” gibi örnekler üzerinden gördük. Fakat bu gücün yönlendirilemeyen, uzun soluklu bir duruş ortaya koyduğunu söyleyemeyiz. Yani Mestrovic haksız değildir.
5. Mahremin Norm Olmaktan Çıkarılması ve Ahlaki Dejenerasyon
Sosyal medyanın teşviki ile her şeyini paylaşan gençliğin mahrem alanı oldukça daralmıştır. Ayıp kavramını ve utanmayı bilmezler. Hiç tanımadıkları birilerine bütün hayat hikâyelerini anlatabilirler. Sosyal medya bu paylaşım üzerinden beslenir. Dolayısıyla her şeyin paylaşılmasına karşı duran “mahrem” kavramı sosyal medya kurucuları açısından bir norm değildir. Artık yıkılması gereken eski moda bir ahlak anlayışıdır. Mahrem yakın, özel olan, özel alana ait olan anlamına gelir. Zıttı olan “namahrem[§§]” ise yabancı anlamına gelir. Bu şekilde mahremin ahlakla bağını koparmak aslında çok büyük bir kırılmadır. Ev içi gibi, kişinin muhayyilesi gibi özel olan ve özel kalması gereken bilgilerin, yaşanmışlıkların paylaşılması ahlaki yozlaşmaya yol açar. Başka hayatların gizli yanlarını deşelemek insanları arsızlaştırır, yuvaları yıkar.
İnsanın bilme, görme, görünme arzusu normal olmakla beraber kolayca baştan çıkarılabilen zafiyetlere dönüşür. Görme, görünmeye göre daha aktif bir eylem gibi görünse de günümüz sanal dünyasında her iki eylem de kişiyi nesneleştirir. Bu sanal dünya da nihayet bir tasarım üzerinden bakar ve bir tasarım üzerinden görünürsünüz. Bir anket doldururken birçok seçim yaparsınız. Fakat gerçekte anketi tasarlayanın yönlendirmesine tabisinizdir. İnsan bir üst ruh tarafından izlenme arzusu taşır. Aksi halde yalnızlık duygusuna kapılır. Sevdiği, değer verdiği bir kişi, ruh tarafından takdir görmek ister. İslam’ın Tevhid akidesinde bu ruh[***] Allah olmalıdır. İnsan o zaman yalnızlıktan kurtulur. Sanal dünyada kişi hem bir seyirci hem de bir seyredilen durumundadır. Seyretme ve seyredilmenin cazibesine türlü kılıflar uydurulsa da nihayet insan zafiyetinin kullanıldığı gerçeği değişmez. Gençler gerçek dünyada kuramadıkları rabıtaları sanal dünyada sanal kişilikler üzerinden kurarlar. Bu da yanılsamalara yol açar.
Sosyal paylaşım sitelerinde ortaya dökülen mahremiyet aslında paraya dönüşmektedir. “Facebook’ta hazırlanan detaylı profillerin ciddi bir piyasa değeri bulunmaktadır.[13]” “İnternet, kullanıcısının kendi kimliğini hem ifşa ettiği hem de yeniden kurduğu özel alanlar yaratıyor. Sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla internet kullanıcılarının düşünceleri, duyguları, beğenileri, yaşam tarzları, karakterleri, davranışları depolanabilir, sömürülebilir enformasyona dönüşüyor.[14]”
6. Kurgular ve Yanılsamalar
Neil Postman gibi iletişim kuramcılarına göre çocukluk, modern dönemlerin ürünü toplumsal bir kurgudur.[15] Geçmişte, zorlu yaşam şartlarının hâkim olduğu cahil halk yaşamında çocukluk kaba yetişkinlerin baskısı altında yitip gidiyordu. Günümüzde ise yeni medyanın marifetiyle, özgüven verme ve özgürleştirme yanılsamasıyla, tüketim kültürüne uygun beklenti ve hazır bulunuşluk içine sürüklenerek yitirilmektedir. Ayrıca çocukluk, toplumun geçirdiği sosyal-politik süreçlerden bağımsız değildir. Böylece çocukluğa bakış çoğu zaman ideolojik bakış olmakta ve eğitim modeli denemelerinden bağımsız olamamaktadır. Oysa olması gereken çocuğun, biyolojik süreçlere paralel ilerleyen, fıtratına uygun tecrübe kazandırma yaşantılarına tabi tutulması, nihayet kendi özgün kişiliğini kazanmasına imkân hazırlanmasıdır. Böylece kültür aktarma sürecinin daha doğal bir yoldan gerçekleşmesidir. Bu süreçte çocukların özgüvenlerinin desteklenmesi adına, çocuk üzerindeki koruyucu, gözetici kimliğin dışlanmaması gerekir. Bu da ailenin ve mahalle baskısının sağlıklı bir yapıya kavuşması, akla ve ilme uygun örfün ve geleneğin yerleştirilmesi ile sağlanır.
Çocuk/genç adeta her şeyi yapmaya muktedir bir yetişkin gibi lanse edilir. Bu şekilde gaz vermek garip bir şekilde özellikle de eğitimcilerin desteğiyle gerçekleşir. Bu tutum özellikle gençlerin özgüvenlerinin desteklenmesi adına yapılır. Yeni medya, nesli ve başta aile olmak üzere ondan sorumlu kurumları çeşitli yanılsamalara maruz bırakarak kazanç aracı yapar. Çocuk oyunları; çocuğun kendisini aktif bir kahramanı gibi görerek kendisini işe yarar hissettiği, içinde yaşayabilecekleri etkileşimli sanal dünyalara dönüşmüştür. Bu durum tıpkı modern dönemlerin ‘Ben Nesli’ nin yetişmesinde olduğu gibi aşırı özgüvenli ve fakat bir o kadar da duygusal ve kırılgan kişilikler üretmektedir.
Yeni medya okunacak kitaba, izlenecek filme, dinlenecek müziğe karar veriyor olmasına karşın özgürce seçim yapılıyor yanılsamasına sevk ederek bireyi oldukça başarılı bir kuşatma altında tutmaktadır. Yeni medyanın sunduğu büyülü dünyada, onun desteği ile gelişen alış-veriş mabetlerinde, eğlence mekânlarında; her türlü hayal, yeni oyun ve eğlence türleri, kıyafet örnekleri hazır olarak sunulmaktadır. Yeni medya çocuklara, gençlere ve hatta yetişkinlere sürekli farklı olmayı telkin eder. Böyle yaparak güya özgün olma yanılsamasına sürükler. İnsanlar, teknolojiyi takip etmek olarak tanımladıkları sosyal medya bağımlılığının bedelini kendilerine kimlik kazandıran değerlerini kaybetmekle ödemektedirler. Aslında tam olarak olan şey, değerin kültürleştirilmesidir. Müzelik hale gelmesidir. Böylece aksesuara dönüşen değerin küresel kültür karşısında kişiye özgün bir kimlik kazandırma özelliği giderilir, bir nevi hadım edilir. Üstelik değerlerin saygı gördüğü yanılsamasına sürükler. Hayata ölçü olabilen, yaşanılan hayata rehberlik kabiliyeti taşıyan bir değerin; “saygı gören” bir kültür hazinesi olarak müzeye kaldırılması, turizm unsuru haline gelmesi, aslında bir sefalettir.
“Bireylerin çoğu kez gerçek hayattan ve ilişkilerden koparak sanal ortamda bir kimlik geliştirme ve sosyalleşme çabası, onları sosyalleşmekten uzaklaştırdığı gibi kin, öfke ve nefret gibi duygularla kullanım pratiği geliştirmelerine de olanak tanımaktadır… Tüketimi sofistike biçimde dönüştüren sosyal medya, öznesi olan bireyin kendisini paylaşarak tüketmesini sağlamaktadır.[16]” “Sosyal medya artık uluslar ve gruplar açısından güçlü bir silah niteliğindedir…[17]”
Sonuç
Medeniyet bilim, sanat ve din olgusunun sağlıklı bir harmonisinden ortaya çıkar. Ancak bir toplum ki evrensel değerlerden uzak bir şekilde kültürlenirse ve bunu din halinde yaşarsa o toplumun yönlendirilmesi de o nispette kolaylaşır. Şu halde çözüm arayışımızın temeline bilim sanat ve din perspektifinde evrensel değerlerle donanmak olmalıdır. Tezat önermeler üzerine oturan sosyal yapı, sosyal medya etkisiyle daha iflah olmaz bir duruma sürüklenmektedir. Sosyal medya her geçen gün daha fazla toplum mühendisliği yapılan yeni bir mahalleye dönüşmektedir. İlla bazı yasal kısıtlamaların getirilmesi gerekmektedir ancak bütün-bütün sosyal medyanın karşısında tavır alarak, yasaklamalarla çözüm üretemeyeceğimiz aşikârdır. Gençlerimize kendi hayatlarını ve dolayısıyla sosyal medyayı nasıl yöneteceklerini öğretmek zorundayız. Bu durumda, genel olarak medya okur-yazarlığı konusunda topyekûn bilinçlenme ihtiyacımız karşılanmalıdır. Ancak bu yapılırken tüketim endüstrisinin kendine has olarak yapılandırdığı bakış açısına ve diline dikkat edilmedir. Aktarılan bilgiler kadar söylemin de önemli olduğu unutulmamalıdır. Kullandığımız söylem tüketim endüstrisinin reklamı gibi işlev görmemelidir. Zira bu yapı için “reklamın iyisi kötüsü olmaz.”
Sosyal medyanın zararları, yeraltı sularının sorumsuzca kullanılması sonucu oluşan obruklara benzetilebilir. Toprağın ve suyun kötü kullanılması obruk oluşmasına zemin hazırladığı gibi özellikle aile kurumunun ve fiziki sosyal çevre anlamında mahallenin işlevsiz kalması sonucu toplumda sosyal obruklar oluşmaktadır. Bu benzetimde sosyal medyanın işlevi, aile kurumunu ve “mahrem” gibi ahlaki kavramların aşındırılmasıdır. Ama bu süreç sosyal medya ile başlamamıştır. Dolayısıyla tek sorumlu elbette sosyal medya değildir. Yukarıda dikkat çekmeye çalıştığım gibi başta aile kurumunun korunması olmak üzere kapsamlı önlemlerin alınması lazım gelir.
Küresel kültür endüstrisi sofistik yöntemlerle nüfuz ederek insanımızın ayarlarıyla oynamaktadır. Gençlerimiz TV programları, dizler, sinema, reklam ve moda dünyası; sosyal medya gibi çeşitli internet ortamları ve cep telefonu vasıtasıyla karşılaştığı davranış modelleri üzerinden sosyalleşmekte ve formatlanmaktadır. Bu format, bilgilerin nasıl bir örüntü içinde bulunacağını belirlediği için okullarda, camilerde dini/ahlaki telkinlerde bulunmak veya bazı sosyal etkinlikler yapmak şeklindeki değerler eğitimimiz kendimizi kandırmaktan öte bir işe yaramamaktadır. Biz doğru bilgileri versek bile bu bilgilerin doğru örüntüsünü aktaramadığımızdan dolayı ortaya çıkan insan modeli değerlerimize uygun olmayabiliyor. Küresel kültürün gençlerimize nüfuzunu önlemek için korunaklı/sağlıklı aile ortamını ve giderek mahalleyi yeniden inşa etmeliyiz ve neslimizi evrensel değerlere (insanlığın ortak aklına ve bilime) uygun değerler üzerinden yetiştirmeliyiz. Sadece bilgileri değil bilgilerin doğru bir örüntü içinde aktarılmasını gözetmeliyiz. Mevcut kültürümüzü bu çerçevede gözden geçirmeli ve böylece yüzü insanlığa özgüvenli bir şekilde dönük ve fakat bir o kadar da kendi değerlerine bağlı bir nesil yetiştirme çabasına girmeliyiz. Bu da meşakkatli ve uzun bir yol olacaktır.
Dipnotlar
[*] “Fıtrat ilk yaratılış anında varlık türlerinin temel yapısını, karakterini ve henüz dış tesirlerden etkilenmemiş olan ilk durumlarını belirtir.” Bakınız: İslam Ansiklopedisi fıtrat maddesi
[†] Türkiye’de, nüfusun %67‘sine tekabül eden 54 milyon internet kullanıcısı var ve bunların 51 milyonu sosyal medya kullanıcısı. Yetişkinlerin %98’i cep telefonu kullanırken, %77’si akıllı telefon kullanıyor; Bilgisayar kullananların oranı %48, tablet kullananların %25; Giyilebilir teknoloji ürünleri kullananların oranı %9. İnsanlar internette günde ortalama 7 saat; 2 saat 48 dk. sosyal medyada, 2 saat 44 dk. film izleyerek, 1 saat 22 dk. müzik dinleyerek geçiriyorlar.
[‡] Erik Erikson’un psikososyal kuramına göre, insan doğumundan ölümüne kadar 8 farklı evreden geçer. Bu 8 evrenin her birinde farklı çatışmalarla karşılaşır ve bu çatışmalarla başa çıkabildiği ölçüde de gelecekte başarılı olur. Yaşanan çatışmaları aşamazsa bir sonraki dönemde farklı zorluklarla karşılaşacaktır. Bununla birlikte Erikson, sağlıklı bir yaklaşım ile bireyin kişilik bozukluklarının sonraki dönemlerde de telafi edilebileceğini söylemektedir.
[§] “Mahalle baskısı” kavramını 2007 yılında Şerif Mardin ile başlayan tartışmalarda olduğu gibi kısmen politik bağlamdan farklı olarak, tamamen sosyolojik bir olgu olarak ele alıyorum. Aslında bu kavramın ille de olumlu veya olumsuz olmak gibi bir özelliği yoktur. Mahalle baskısı, olması kaçınılmaz sosyolojik bir olgudur ve evrensel değerlere uygun sağlıklı bir yapıda olması arzu edilir. Bir kimse içinde bulunduğu sosyal çevrenin onayını alma veya onayına direnme ihtiyacı duyuyorsa bu onun için mahalle baskısıdır. Günümüzde geleneksel anlamdaki mahalle baskısının yerine tüketim endüstrisinin örgütlediği yeni medya ve onun uygulama alanları olan eğlence ve alışveriş merkezleri geçmektedir.
[**] “Evrensel Değer” ile insanın ve tabiatın fıtratına uygun; kesinleşmiş bilim hükümleri ile çatışma halinde olmayan; insanlığın ortak aklı ve tecrübesinden onay alan umdeleri, ilkeleri, yaşam ölçülerini kastediyorum.
[††] Detay bilgi için atıf yapılan kaynağa bakınız.
[‡‡] Büyük Veri: genel olarak kullanılan programların saklama, yönetme ve işleme kapasitesinin ötesindeki veri kümelerini anlatmak için kullanılan bir terimdir. Aslında büyük veri, genelde, hem yönetilen verinin türünü, hem de onu depolamak ve işlemek için kullanılan teknolojiyi anlatmaktadır. Bu teknolojilerin büyük bir kısmı, Google, Amazon, Facebook ve LinkedIn vb. şirketlerin sosyal medya verisi ile uğraşırlarken, kendileri için geliştirdikleri teknolojiden doğmuştur. < http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/2105/21774.pdf >
[§§] “Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli”, M. Akif
[***] Bir üst akıl, bir üst gözetleyici.
Kaynaklar
[1] https://www.dw.com/tr/sosyal-medya-%C3%A7ocuklar%C4%B1-bask%C4%B1-alt%C4%B1na-al%C4%B1yor/a-43090725
[2] https://ilkadimdergisi.net/baciyan/yazi/mahremiyet-artik-norm-degilmis-1811
[3] Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” (Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 8; Ahmed b. Hanbel, 2/381)
[4] Ragıb El İsfahani, Müfredat
[5] İslam Ansiklopedisi “Fıtrat” maddesi
[6] Kur’an, Rum/30
[7] Dr. Jean M. Twenge, Ben Nesli, Kaknüs Yayınları, s.36
[8] https://www.slideshare.net/wearesocial/digital-in-2018-in-western-asia-part-1-northwest-86865983
[9] Buhârî, cenâiz 92; Ebû Dâvut, sünne 17; Tirmizî, kader 5
[10] Abdullah Özkan, (2015). Reklamda etik ilkelerin önemi ve idari denetim yöntemi olarak Reklam Kurulunun işlevi. İş Ahlakı Dergisi, 8, 233–261. Veya: Yeni Medya Ve Reklam, Derin Yayınları, 2015
[11] https://www.haberler.com/yeni-nesil-pazarlama-stratejileri-buyuk-veri-10966667-haberi/
[12] Stepan G. Mestrovic, “Duyguötesi Toplum” (Postemotional Society)
[13] Dr. Faik Uyanık, Sosyal Medya: Kurgusallık ve Mahremiyet
[14] Gülüm Şener, Sosyal Ağlarda Mahremiyet ve Yeni Mahremiyet Stratejileri
[15] Neil Postman, 1994, Çocukluğun Yok Oluşu, Çeviren: Kemal İnal, İmge Kitabevi, Ankara.
[16] http://akademikperspektif.com/2014/11/29/sosyal-medyanin-bireye-etkileri-ve-toplumsal-hareketlerdeki-etkinligi/
[17] http://akademikperspektif.com/2014/11/29/sosyal-medyanin-bireye-etkileri-ve-toplumsal-hareketlerdeki-etkinligi/